Cumartesi, Haziran 14, 2014

"Dönemin anti-komünizm hissiyatını anlattım"



Emanet Şehir, neden 1950’de geçiyor? Hikâye Ankara’da geçtiği için Ankara için önemi var mı bu tarihin? 
İstanbul, erken cumhuriyet döneminde dışlanan, kabaca söylüyorum, hainlikle suçlanan, gözden düşen bir şehir. Ankara ise bir vitrin, yeni cumhuriyetin modeli olması arzulanan bir şehir… 1950’de iktidar değişince, Demokrat Parti iktidara gelince, Ankara gözden düşüyor, eskisi kadar önemsenmiyor ve onu merkeze alan pek çok kültürel proje sönümleniyor. Emanet Şehir, o değişimin arifesinde geçen siyasi nitelikleri olan bir hikâye… 

Emanet Şehir, siyasi bir hikâye mi sizce? 
Evet ya da hayır diyemem. Tarihi bir hikâye sonuçta… Bugünden bakarak bir dönem hikâyesi anlattık. Ben biraz, o yıllarda insanlar nasıl davranıyorlardı, siyasetle ilişkilerini nasıl kuruyorlardı anlatmak istiyordum. İnsanların bir şeye taraftar ya da düşman olduğu, bunun bütünüyle doğal sayıldığı, hemfikir olmanın önemsendiği, hasmanelik ve hempalığın normalleştirildiği bir siyasi iklimden söz ediyorum. Ben o atmosferde sıradan birini, başarısız bir yazarı, bir kaybedeni anlatmak istedim. Şehrin tarihiyle kaybeden kahramanımı paralel kullanabileceğimi düşündüm. Bizdeki siyasi hikâyeler, siyasi tarih çalışmalarımıza benziyor… Siyasi yöneticilere, siyasetçilere odaklanılıyor daha çok… 

Orhan Veli, Zeki Baştımar ya da Nurullah Ataç gibi yaşamış karakterler var… 
Evet, Orhan ve Zeki karakterleri için Kanık ve Baştımar’dan ilham aldım, Ataç’ı ise bildiğim bir biçimde anlattım. O dönem yaşayan karakterlere yönelik göndermelerim de oldu. Dönem hikâyesi yazarken yaşamış karakterlerin kullanılması ister istemez gerçeklik vehmini arttırıyor, belgeselci bir yönü besliyor, bunları yapmak istedim… Finali okuyanlar hikâye hakkında ne düşündüğümü anlayacaklardır. Gerçeği anlatmıyorum sonuçta… Benim için bir ruh halini resmedebilmek daha önemli… 

Nasıl bir ruh hali vardı sizce, antikomünizm çok belirgin olduğu için bunu soruyorum… 
Soğuk savaş başladığı için siyasi bir tercih olarak komünizm tehlikesinin özellikle abartıldığını, herkesin birbirini komünistlikle suçladığını düşünüyorum. Ben sıradan bir yazarın hislerini anlatmak istediğim için onun tedirginliğini daha fazla önemsedim. Şekip, bir anti komünist mitingin ortasına düştüğünde şaşırıp ürküyor, güvenebileceği bir arkadaşıyla konuşuyorlar. Tehlike bu kadar mı büyük diye endişelerini paylaşıyorlar. Orhan, bunun bir manipülasyon olduğunu, özellikle korkutmak istendiğini söyleyince Şekip de korkusunun küçümsenmesinden dolayı rahatsız oluyor. 

Siyaseten ne kadar bugüne benziyor sizce… 
Ayrı dönemler ama aynı toplumuz, değişiyoruz ama korkularımız, korkutma biçimlerimiz çok farklı değil. Elbette demokrasi kültürümüz gelişti, biz sürekli reaksiyon vererek cevap veren bir toplumuz. Kime sorsanız demokrasi mi var ki gelişti der, kahırlanır, küfreder vs…Sakince bakarsak, yeterli değil ama aşama kaydettik. Emanet Şehir’de anti-komünizm hissiyatını anlattım, komünizm veya solculuk, o dönemde çok tahammül gösterilen bir şey değil. Suçla tanımlanıyor ve şiddetle cezalandırılıyor. Nazım Hikmet’in şiiri üzerinizde çıkarsa, dünya kadar hapis yatıyorsunuz, işsiz kalıyorsunuz, sicilinize işleniyor. Dayak filan onları hiç saymıyorum. Değiştik diyorum artık şiir veya Nazım yüzünden insanlar suçlanmıyor. Ama onun yerine başka yerler kondu. Böyle bakarsak benziyor diyebilirim. Benzemeyen şey şu, artık çok daha meşrulaşmış bir muhalefet var. Eskiden bu mümkün değildi. 

Emanet Şehir, Demokratların iktidara gelmesiyle bitiyor ama buna değinmiyorsunuz… 
Hikâyeyi anlatan Şekip  sanat sayfası dışında gazete okumayan biri, siyasetle ilgilenmiyor. Yaşananlar onu sadece korkutuyor. Seçimleri kimin kazandığı ve siyasetin nasıl değişeceğini esasen umurunda değil. Finali o sebeple muğlak bıraktım. 

Bu türden hikâyelere çizgi romanlarda rastlamıyoruz. Çizgi romanın siyasetle ilişkisi nasıl sizce? 
Pek yok veya popüler kültürün ne kadar olabilirse o kadar ilişkisi var. Emanet Şehir, çizgi romandan farklı bir şey, bu bir grafik roman. Yani daha derinlikli, edebi eğilimleri olan bir hikâye. Çizgi roman üretimini belirleyen asıl olarak piyasa talebidir. İnsanlar, yıllarca para kazanabilecekleri işler ürettiler. Profesyonel bağlam, üretimin çeşitliliğini daraltır. Onlara ne üretmek istedikleri pek sorulmadı. Bir de üreticilerin ilgileriyle alakalı bir şey bu. Demek ki ilgilenmiyorlarmış demek gerekiyor galiba. Grafik Roman ancak şimdilerde üretilebilirmiş gibi geliyor bana. Dergiler, gazeteler çizgi roman yayınlamıyorlar. Mizah dergileri dışında üretim yapılmıyor. Yazılı medyada yapabileceğiniz tek şey kitap… E onun da bir okuru ve ona göre biçimlenmiş bir piyasası var. Bu piyasaya göre üretim yapmak zorundasınız. Şöyle bir mukayese yapabilirim. Büyük şehirlerde sadece çizgi roman satan dükkanlar var, grafik roman satışlarının en fazla yüzde yirmisi orada yapılıyor. Diğer okur kitapevlerine, kitap aldığı yerlere gidip satın alıyor. Dünyada da böyledir bu. Ha bana soracak olursanız, ben hayallerimi hikâyeleştiriyorum, beni mutlu eden işleri yapmaya çalışıyorum. 

Çıkan sonuçtan memnun musunuz?
Evet, Emanet Şehir kafamdaki hikâyelere yakın bir çalışma oldu. O yüzden mutluyum.

Bu söyleşi daha önce Edebiyat Haber'de yayınlanmıştı.
link

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails