Perşembe, Kasım 21, 2024

Kâmıran

Tanpınar'ın, Reşat Nuri için yazdığı nefis bir betimleme var: "O rahat ve güzel bir dildi, değerler üzerinde tatlı anlaşmaydı, dünyamızı sarsmadan bizi tatmin eden bir sorumluluk fikriydi." Eleştiri gibi duruyor, oysa bunu başarabilmek kolay değil. Bugün, konuşulmuyor, hatta hatırlanmıyor diyordu birisi geçenlerde, denk geldim. Cevaben eskilerden kim hatırlanıyor ki demek isterdim....

Reşat Nuri, büyük bir romancı, Çalıkuşu genç yaşta yazdığı bir roman, güzel bir klişe, kuşakları, en çok da subayları ve öğretmenleri etkilemiş bir popüler anlatı. Beyfendi sadece Çalıkuşu değildi demek istiyorum. 

Nasıl anlatsam? Popüler dil kurma mahareti, merhametli karakterlerle kurduğu tahkiyeleri onu çağdaşlarıyla kıyaslanamayacak bir mertebeye ulaştırdı, onu "çok sevilen" bir yazar yaptı. E bu da kıskanılacak bir itibar...Reşat Nuri anlatılırken, hele edebiyatçılar onu konuşurken, işin içinde haset ve imrenme olduğunu unutmamak gerekiyor. 

Yukarıdaki ilüstrasyon, Çalıkuşu'nun revize edilerek yeniden yayımlandığı otuzlu yıllarda kullanılmış, yayıncısı olsaydım, geçen yıl, romanın yayımının yüzüncü yılında bu ilüstrasyonlarla özel bir baskı yapardım. Yaşadığımız iştahsızlık ve heyecansızlık çok üzücü...

Yazıyı niye yazıyorum? İlüstrasyona baktım, Münif Fehim bize kendine ve/veya döneme göre yakışıklı bir Kâmran çizmiş. Magazine iş yapıyorsanız, popüler olanı bilmek ve ona göre üretmek zorundasınız... İdeal olanı "göstermek" işinizin temelini oluşturuyor...

Çevremdekilere gösterdim, beklediğim tepkileri aldım diyebilirim, kimse yakışıklı bulmadı, "amca gibi" dediler, romanı bilenler "çok erkek" durduğunu söylediler filan. Arzu odakları ve her bakımdan "moda" haliyle sürekli değişir, geçmişe bakıp beğenmeme anlaşılabilir bir durum...

Bu ve diğer ilüstrasyonları incelerken şunu düşündüm, Kâmran genç görünmüyordu, kıyafetlerden dolayı bunu söylemiyorum. Otuzlu yıllarda ki bence bu algı altmışlı yıllara kadar sürüyor, erkeklik bir olgunluk gösterisi olarak kuruluyor. Genç görünmek eleştiriliyor hatta... Vaaz ve teşvik edilen şey, ağırbaşlılık, "kocalık" ve "babalık"... Kâmran, uçarı, genç ve iştahlı Feride'yi sakinleştirecek bir "liman" olmalı... Öyle çizilmiş. 

Popüler hafızamız ve bilinçaltımız, Kâmran/Kâmıran'ı bekleyen Ferideler ile doluydu. Nasıl resmedildiği önemli... 
 

Çarşamba, Kasım 20, 2024

Kedi Sevmeyen

Çizgi: Berat Pekmezci

Sahnenin seyircileri

Ellili yıllardan. Neresi bilmiyorum, İstanbul'da bir yermiş. Spor salonu değil de avlu içinde bir yere ring kurulmuş sanki. İşiniz gereği veya merak ederek eski gazeteleri taradıysanız, ellili yıllar öncesinde tuhaf boks maçları yapıldığını fark ediyorsunuz. Yurt dışından çeşitli boksörler turneye çıkar gibi buralara gelip maça çıkıyorlar.  Mekan-salon az olduğundan sinemalarda bile "sahne" alıyorlar.

Hikaye olarak ilgimi çektiği için haberlere kapılıp turneleri takip ettiğimi biliyorum. Esamisi okunmayan bir sürü boksör, dilini bilmedikleri bir ülkeye gelip parasına maç yapıyorlar...Yerli ve yabancı organizatörler, bahisler, polisler, yerel kabadayılar, küçük büyük tartışmalar filan derken neler neler oluyor... Buralara kadar gelen boksörleri, boksörden çok serüvenci saymak gerekiyor...

Bir boks maçını canlı olarak seyretmiş değilim...Bahis oynandığı için seyircilerin çılgınlaştığı, maça çok katıldığı söylenir, yine hiç seyretmedim ama at yarışlarında da benzer tepkiler izlenebiliyormuş. 

En fazla on iki yaşındayken, Ankara'da o yıllarda yaşadığımız mahallede, bir apartmanın bodrum katında, sahiden çok tuhaf bir horoz döğüşü seyretmiştim... Seyretmek de denemez, en fazla beş dakika o ortamda kalabildim. Kalmama izin verdiler demek daha doğru... 

Şaşırdım ve korktum elbette, bu kadar çok bağıran ve küfreden erkeği (amca ve abiyi) daha önce görmemiştim. Üstelik hemen hepsi ortadaki horozlar kadar hoplayıp zıplıyorlardı. Çok sıcak ve havasız gelmişti, bugün dahi hatırladıkça o kokuyu hissediyorum sanki. 

İnsanların maçı-yarışı veya gösteriyi seyrederken değişmeleri, iştah, öfke ve şehvetle izlediklerine "kapılmaları" bana maç kadar seyirlik gelir. Ve mutlaka para, bu kapılmayı daha da koyulaştırıyor. 

Salı, Kasım 19, 2024

Elit

“DP iktidarı döneminde milliyetçi ve muhafazakar kesimlerle kurduğu ilişkilerin kendisini ancak bir yere kadar taşıyabileceğini düşünen Demirel, yeni çevre edinme arayışına girdi. Barajlar Dairesi Başkanı olduktan sonra Ankara’da iktidar elitinin oturduğu semte taşınmaya karar verdi. Ankara’nın Kavaklıdere semti, o dönemde ‘Elit’in ikamet merkeziydi. ‘Yeni Elit’ DP yönetici kadrosu, işadamları ve bürokrasinin üst kesiminden oluşuyordu. Hepsi o yörede oturuyordu. Demirel de evini o bölgeye. Kavaklıdere’ye taşıdı. İyi bir ev kiraladı. Kiraladığı ev Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri’nin evine yakındı.”

[Celal Kazdağlı, Demirel’in Liderlik Sırları, Beyaz Yayınları, İstanbul 1999.]

Ben değilim


 Instagramda yokum dedim ama biri benim adıma hesap açmış, şikayet eder misiniz rica etsem...

Pazartesi, Kasım 18, 2024

Aşkın göz yaşları

Aşkın Gözyaşları, otuzlu yılların sonundan itibaren memlekette büyük etkisi olan Mısır filmlerinin ilki... Günün koşulları içerisinde büyük hasılat yaptığı ve uzun haftalar gösterimde kaldığı için popüler kültürümüzde geniş yer tutabilmiş...Yıllar yıllar sonra bile ismen zikredilmiş ve hatırlanmış bir film...

Genç bir akademisyen iken Mısır filmlerini izleyen geniş bir gazete taraması yapmış, Tarih ve Toplum dergisinde yayımlatmıştım.  Aslına bakarsanız Mısır filmleri, koşulların zorlamasıyla tesadüfen bizde yayınlanıyor. Savaş nedeniyle Amerikan filmleri Fransa'dan getirilemez olunca, dağıtımcılar Mısır üzerinden filmleri ithal etmeye çalışıyorlar.  E gitmişken de yerel filmlerden en azından birkaçını denemek istiyorlar. Ciddi bir ilgi yaratıyor Mısır filmleri. 

Bu büyük ilgiyi, Türk-alaturka müziğinin yasak oluşuna bağlayanlar çoktur. Filmlerdeki Arapça şarkılar seyircinin yüksek beğenisiyle karşılaşınca, dönemin iktidarı rahatsızlık duyarak eserleri Türkçeleştirmeye zorluyor, şarkılara Türkçe söz yazılıyor... Bu müdahalenin arabesk müziğimizin temelini oluşturduğu söylenir. Filmlerdeki müziklere yazılan sözler ve şarkıların melodik olarak yeniden orkestra edilmesi  alaturka müziğini ve müzisyenleri beklenmedik biçimde tekrar popülerize ediyor. Radyodan ayrılarak gazinolara  çıkan şarkıcılarla ilgili tartışmalar çıkıyor. Münir Nurettin ve Mesut Cemil devrin ve münakaşaların yıldızı oluyorlar. Kısa bir özet geçtim, meraklısı Cumhuriyetin Buluğ Çağı kitabıma bakabilir.

Yukarıda görselini paylaştığım kitapçık, o yıllarda gazete bayiilerinde (tütüncülerde) satılan beş kuruşluk-tek formalık yayınlardan biri. Görmemiştim, bulunca hemen satın aldım. Bizimkiler uydurmuş diye düşünmüştüm, değilmiş, Selami Münir eliyle Arapçadan çevrilmiş. Tahmin edileceği gibi film özetlenmiş, eserdeki yedi şarkıyı kitaba dahil etmişler, o ilginç olmuş. Şarkılı filmlerin kitapçıklarının öncüsü olduğu söylenebilir. 

Filmi, çeyrek asır önce kötü bir kopyadan Arapça izlemiştim, o dönem, Amerikan sinemasının  gerisinde olmakla birlikte, bizden epey ilerdelermiş, özellikli bir yavaşlıkları vardı ve müziği filmin önüne çıkarmayı arzuluyorlardı. Altmışlı yıllara kadar Arap hinterlandında etkili oluyorlar, sonra şirketler lağvediliyor, millileştiriliyor, üretim durduruluyor filan bir dünya saçmalık. 

Aşkın Gözyaşları, mutlu son'lu bir hikaye değil, aşıklar kavuşamıyorlar, sevgilinin mezarı başında mersiye okuyan Abdülvahap ile bitiyor. Hele o yıllar için tuhaf bir final bu. Hikaye nasıl derseniz, aşıklarlar tanışıyor, aşka düşüyor, kötünün dahliyle dengeleri bozuluyor, ayrılık ve yanlış anlaşılmalar yaşanıyor, müzikle ağıtlar yakılıyor şu bu...Bugün için kulağa hoş gelen romantik ifadeler var: "Acaba sana aşkımı iştika etsem" "Bu iştikanı dinlerim", "Acaba sana anlatsam", "derdini dinlerim"... 

Son söz, bizdeki Mısır filmlerini araştırırken, kaynaklara bu kadar kolay ulaşılmıyordu, neymiş yahu bu şarkıcılar merakıyla ve Arap asıllı öğrenciler yardımıyla, Antep'ten, Hatay'dan teyp kasetleri getirtmiştim... Neler neler dinliyordum, kitapçığı okuyunca tekrar kurcaladım biraz. Nostalji oldu.

Pazar, Kasım 17, 2024

Kararsızlık felsefesi (!)

Dün yazdığım yazıyla ilgili bir not düşmem gerekiyor, tam anlatamadım galiba... Eskiden olsa pek çok insan Sartre'a bağlardı yazdıklarımı, tam öyle değil ama bir bağ kurulabilir... Bence asıl olarak belirsizliğin farkında olmak, özgür irade ve bitimsiz sorgulamayı tercih etmek bakımından pragmatizmi çağrıştırıyor...Pragmatizm deyince eleştiriler hemen başlıyor elbette...

Pragmatiklerin hayatın içinde derlenip savrulan, sonra yeniden toparlanan bir tarafları vardır, işlevselliğe dikkat kesilirler... Herhangi bir seçimin "doğru" ya da "yanlış" olması, onun ne kadar işlevsel olduğuna bağlıdır. Eğer o seçim bir çıkmazı aşmak için işlevselse, o zaman "doğrudur". Güce tapmayı da buradan anlayabiliriz, dahil olmayı da, susmayı da...

Diğer yandan, çoğunluğun karşısında azınlık olduğunuzun farkındaysanız, görüşlerinizin hakim olamayacağını biliyorsanız dikkatli davranırsınız, e bu da bir tür pragmatizmdir, hayatınızı kolaylaştırabilir... Pragmatizm, malum, siyaseten eleştirilir, kısa vadeli çıkarlar üstüne yoğunlaştığı, derinleşemediği (günü kurtardığı), değerleri ilkesizleştirdiği söylenir. Doğru değil diyemiyorum ama hayatın işleyişi bakımından tabii sınıfların böyle yaşamak zorunda kaldığını düşünüyorum. Pragmatizm bütünüyle olumsuzlanamaz . Esneklik, toplumsal iyileşme adına pratiklik de içerir çünkü.

Benim her defasında yeniden karar vermek dediğim, tartışmacı kararsızlık, bitimsiz bir karar alma süreci de bir tür pragmatizm içeriyor ama bütününü kapsamıyor. Özgür iradeyle ilgili kararsızlıktan söz ediyorum daha çok...Yolun net olmadığı, her kararın bir tür özgürlük ve insan olma deneyimi sunduğu bir şeyden söz ediyorum arzederim. 

 

Related Posts with Thumbnails