![]() |
Perşembe, Eylül 18, 2025
Zengin bir koca bulursam...
Çarşamba, Eylül 17, 2025
Her Çorba İçilmez
![]() |
Evet, her yer yapay zekâ üretimleriyle dolu: yazılar, resimler, videolar… Peki hepsi faydalı mı? Hayır. Çorba gibi, “bulamaç” gibi. İngilizcede buna “AI slop” deniyor. Slop aslında domuz yemiymiş, artıklardan yapılan sulu mama. Bugünse yapay zekânın ürettiği hızlı ama niteliksiz içeriklerin adı oldu. Çok, ucuz, tatsız. İnterneti dolduruyor ama gerçek bir estetik ya da entelektüel haz bırakmıyor.
Walter Benjamin’in “auranın yitimi” vardır ya, hah işte ondan fazlası bu. Aura artık sadece kaybolmuyor; klonlanıyor, blenderdan geçirilip sulandırılıyor. Ortaya çıkan şey ise, birbirine benzeyen sonsuz imgeler.
Sosyolog Jodi Dean’in “komünikatif kapitalizm” dediği tam da bu: konuşma çok, içerik çok, üretim çok… ama anlam fast-food gibi. Hızla tüketiliyor, anlık doyum veriyor, geride kocaman bir boşluk bırakıyor.
Ben burada “ah vah” etmeyi anlamıyorum. Evet, tatsız, evet yavan, evet kalabalık. Çorba önümüzde. Yemek zorunda mıyız? Hayır. Kaşıklama kardeşim, hüpletme, tabağı silip süpürme. Tadına bak, seç, eleştir.
Sorun bence AI slop değil, tüketicinin seçememesi. Doğru soruyu bilmemesi, farkında olmaması. Yavaş okusunlar Mıstık abi. Seçsinler. Kurcalasınlar. Kendi damak tadını yaratsınlar.
Çünkü o çorbanın içinde bile özgün bir tat var. Mesele, onu arayacak sabrı ve ayırt ediciliği gösterebilmek. Sonuçta, sorun çorbanın tatsızlığı değil; bizim damak körlüğümüz. Tadını bulmak da, kaşığı bırakmak da bizim elimizde. Nerdesin Mıstık abi?
![]() |
Salı, Eylül 16, 2025
Cesaret, şehvet ve iğrenme
![]() |
Pazartesi, Eylül 15, 2025
Oturak Alemleri
![]() |
Şöyle bir karıştırınca, dil itibarıyla sahiden o yazmış olabilirmiş gibi geldi, ne ki arka kapakta Orhan Kemal'in aynı yayınevinden çıkan Gavurun Kızı romanının reklamı vardı mesela... Yani gazetelerde çıkmış, sonradan kitaplaşmış bir başka eserinde imzası varken, Orhan Kemal, Konya Oturak Alemleri'ne asıl ismini bilerek koymamıştı, yakıştırılıyor da olabilirdi. Yine içeride İlhan F.Demir'in Kara Haber diye başka bir romanının ilanı vardı. Yani yazmışsa bile, o kitaplara ismini koymamayı tercih etmişti.
Orhan Kemal gibi çok yazan, yazmak zorunda olan, telifle geçinen yazarlar, tefrikalarını (ayrıca para kazanmak için) mutlaka kitaplaştırır veya yayını üzerinden bir süre geçince (unutulunca veya) tekrar ele alır, ismini değiştirir, yeniden (tefrika ederek) kullanırlar. Okursam fark edebilirim gibi geldi, çünkü benim bildiğim Orhan Kemal'in böyle bir romanı yoktu.
Eh, dünya kadar iyi okur, ehlivukuf ve işleri bu olan akademisyen var, benden çok daha önce fark etmiş olabilirlerdi ama ben, bir romanı ya da filmi, okumadan ve seyretmeden hakkında bir şey okumamaya çalışanlardanım, hoşuma gitmiyor diyelim, hiç sağa sola bakınmadım...
Neyse, sıraya koymuştum, yakınlarda okuyabildim. Evet, Orhan Kemal yazmıştı ama o kadar da iyi bir metni değildi, yaşarken bizatihi yazarı tarafından önemsememesinin nedenini anlamış oldum. Diğer yandan yerli pulp metinlerin gariplikleri olur, örneğin oturak alemi gibi bir underground ve erotik çağrışımlı bir şeyi anlatırken hem kolaylıkla bayağılaşırlar hem de öğretmen misali ahlakçılığa soyunurlar. Romanın hakkını teslim edelim, hem böyle körlüğü yok, bir hikaye anlatmaya ve anlamaya çalışmış, hem de merak uyandırmayı bilen birisi tarafından yazıldığı anlaşılan bir akışkanlığa sahip.
Okuduktan sonra gugılladım, meğerse bir on beş yıl önce keşfedilmiş (hatırlanmış) ve Oyuncu Kadın (2008) adıyla öykü olarak yayımlanmış-kitaplaşmış. Hatta Orhan Kemal romanı yazmadan evvel "Oturak Alemleri" hakkında bilen biriyle konuşmuş, anlatan kişi, Orhan Kemal solcu ya, ondan Konya'ya, dine, mukaddesata saldırmama sözü de almış, neler neler... Roman önce Son Saat'te (Gündüz adıyla çıktığı bir dönemde) tefrika edilmiş, gazete sansasyon arayan, tefrikalara, skandallara, manşetlere, facialara meftun bir yayındı diye not düşeyim.
Roman (ya da novella) Kurtuluş Savaşı sırasında geçiyor, hikayenin kahramanı olan Nazmiye'nin abisi gizlice Millicilerle çalışan bir memur... Genel olarak anlatılanlar, Orhan Kemal'in pek çok romanında kullandığı, kendi geliştirdiği ve maharetle anlattığı klişelere dayanıyor. Yine dışarıyı merak eden, evden çıkmak isteyen genç bir kadınla açılıyoruz, oturak alemine seyirci olarak katılıyor, genç kadını teşvik eden, o hayatı normalleştiren hempalar var etrafında... Orada birini beğeniyor, bir başkası da onu beğeniyor, aşk ve kıskançlık üçgeni böylece kuruluyor. Sonrası tipik bir melodram, ölenler, kötü yola düşenler, kavuşmalar filan... Hızlı anlatılmış bölümlere sahip, hele sonlarda tefrikayı bir an evvel bitirmek istemiş galiba, son satırlarda ölüveriyor Nazmiye...tam da abisi onu kurtarmışken...
Tecavüze uğradığı için mi, yoksa tecavüze uğradığı için oturak alemlerinde dans etmek zorunda kaldığı için mi ölüyor bilemiyorum. O yılların romancılarının sansürle, piyasayla, kendi çevreleriyle olan ilişkileri, onları böyle bir son tasarlamaya "zorluyor", ben öyle anlıyorum. Tecavüze uğrayan her bakımdan "ölüyor", ölmeli diye düşünülüyor...
Kitabın kapağını çok bilmediğim birisi, Muzaffer Kekem (?) çizmiş, ilginç olan kitabın içine iki kitap sayfası büyüklüğünde siyah beyaz bir poster daha iliştirilmiş, o çizgilerde imza yok ama aynı çizer çizmiş gibi görünüyor.
![]() |
Pazar, Eylül 14, 2025
Bambaşka bi Türkiye
![]() |
Cumartesi, Eylül 13, 2025
Sen bana öyle görünüyorsun
![]() |