[Ataç söyleniyor, 10
Temmuz 1955, Günce 1, Can
Yayınları, İstanbul 1998 (2. Basım)]
Çarşamba, Ekim 16, 2024
Ayı, Ataç ve Ankara
Salı, Ekim 15, 2024
Levendddd
Pazartesi, Ekim 14, 2024
Baksınlar
Üniversite ne öğretir insana... Tabii ki tek cevabı yok bunun.... Bir ruh olarak, farklılığı ve farkındalığı anlatır, yol arkadaşlığı eder size... Eleştiriyi, dünyaya farklı bakmayı “öğreten”, birarada yaşamayı gözeten, dünyada tek siyaset ve tek doğru olmadığını anlatmaya çalışan bir ruhtan söz ediyorum. Peh diyebilirsiniz, hiç öyle değil, liseden farkı yok, nerde yaşıyorsun şu bu… Yanlış olması, eksik olması veya hiç olmaması o ruhun, o esasın olmadığını ve olamayacağını göstermez.
Bir sınıfa girersiniz, sınıfta Kürt de vardır, Kürt düşmanı da, Alevi de vardır, Alevi nefreti de, Müslüman da vardır, Müslüman olmayan da. Taşralı da vardır, hiç büyük şehirden çıkmamış da. Hep beraber, hukuk, izan, vicdan, demokrasi, özgürlük, otorite, baskı, etik ve çoğulculuk tartışırsınız. Tarih, yanlış yapan sayısız bürokrat ve siyasetçiyle doludur, en çok orada ve o yaşta öğrenirsiniz. Sebepler, kırılmalar, yakınlıklar ve uzaklıklarla ilk kez orada yüzleşirsiniz.
Hitler nasılgüzelgelmişti Almanlara ... dersiniz mesela… Hayret edersiniz. Şaşırırsınız, irkilirsiniz. Zaman uzar kısalır, hayat büyür küçülür. Bağıranların ne niyetle bağırdıklarını anladığımız yerdir üniversite… Vatan, millet, demokrasi, hürriyet derken nasıl da dayak atıldığına şahit olursunuz…
Şu hayatta, hemen hiçbir yerde kurulmayan eşitliğin, inanın romantize etmiyorum, kurulabileceği tek yer üniversitedir, imkandır.
O eşitlik içinde, o öğrenciler isyan ederek olgunlaşırlar, beğenmeyerek eleştirerek… hiç de öyle değil diyerek… farkına vararak, farkında olarak… o zaman dünyaya yaklaşılır, o zaman o öğrencilerin hocaları “genç” kalırlar.
Yukarıda imkandır dedim, ihtiyaçtır, lazımdır… Aşağıya da yukarıya da bakacaklar, elzemdir, yeter ki baksınlar…
Hayal kurmadan hikayeniz olmuyor.
Not: Yazıyı bitirince tekrar okudum, iyimser ve "ılımlı" oldu be, o dangoz faşist de seni çok anlardı hissine kapıldım, oysa "ilke" konuşuyorum, haksızlık edilen meselenin hayati önemini hatırlatıyorum. Gerginlik bizi öyle belirliyor ki, ne söylesek eksik kalıyor.
Pazar, Ekim 13, 2024
Ahmet Ayık ve büyük bahşiş
Cumartesi, Ekim 12, 2024
Çakmak ve kül tablası
O akıl, normali de etkilediği için haliyle "eleştirilmeli"... Çünkü eleştirilmediği sürece bir farkındalık yaratamayız, saçma der, "pulp" der, geçer gideriz.
İki tane kitsch örneği paylaşacağım, itiraf ediyorum, bu türden zevzek ürünlere meraklıyım... Kadınlar genellikle güzel, narin, uysal ve itaatkar temsil edilirler, cinsel cazibeye indirgenirler filan... Yukarıdaki işçiliği hoş olan ahşap bir kül tablası, alttaki ise döküm çakmak... İkisi de "erotik" bir niyetle, erkek müşterinin ilgisini çekecek biçimde tasarlanmış...
İlkine külünüzü çırpıyor, cuaranız biteyazdığında o kadın vücuduna bastırarak ateşini söndürüyorsunuz. Hastalıklı bir şey ve hiç anlaşılır gibi değil...Tek kelimeyle düşmanca duruyor. İkincisinde ise tuşa basınca kadının kasıklarından "ateş çıkıyor", sigaranızı yakıyor, tellendiriyorsunuz. Ateşli kadın tahayyülünden yola çıkılmış olmalı... "Kadın yanıyor" filan derler ya, galiba o hesap... Fallik bir sembol sayılan sigarayı yaktığına göre! Neyle neye gönderme yapıldığını, bilenler bilmeyenlere anlatsın.
Cuma, Ekim 11, 2024
Boy Fukarası (!)
Sosyal medyada insanlar birbiri hakkında pervasızca, belki şaşırtmak belki cesur görünmek için benzer türden aşağılayıcı nitelemelerde bulunuyorlar... Ayıp mayıp desek de şaşırmıyoruz, normalimiz çoktan şaştı. Geçen bir arkadaşım, bu dil nerden çıktı, nerden serpildi filan diye hayret ederek konuşuyordu. Ben de ona magazin gazetecilerinin aynen böyle yukarıdan, yüksek perdeden konuştuğunu, o dil ve pozla haber yazdıklarını, hiiç de sorgulanmadıklarını anlatmıştım. Ona da gönderdim tabii haberi...