Geçtiğimiz günlerde önemli bir çizgi roman, hayır şöyle söylemeli: dünyada grafik roman denildiğinde hemen akla gelen albümlerden biri, Joe Sacco’nun Filistin’i (İthaki Yayınları, 2009) yayınlandı. Grafik roman kavramı doğru - yanlış bizde de kullanılıyor, hoş benzer bir yorumu örneğin Amerika için de yapabiliriz. Son otuz yıldır (çizgi romanın İngilizcedeki karşılığı olan) “comics” nitelemesinden rahatsız olan, estetik, içerik ve biçim olarak farklı hikâyeler anlattıklarını düşünen kimi üreticiler yeni bir adlandırma arayışına girdiler. Bu çabanın çeşitli kitaplar, manifestolar ve tartışmalarla geliştiğini belirtmeye gerek yok. Üreticiler ısrarla “comics” yapmadıklarını iddia ederken çalışmaları için “pictura novella”, “picto-fiction”, “illustories” gibi çeşitli isimler önerdiler. Harvey Pekar, çizgi romanın hayattan kopmamasını, “gündelik hayatın esasını” anlatması gerektiğini savunuyordu; bir başka önemli “auteur” Will Eisner “sanatsal öze” dönmekten yanaydı, çizgi romanın bir ardışık sanat (sequential art) olduğunu belirtiyordu. Tüm adlandırmalar içinde grafik roman (graphic novel) deyişi yaygınlık kazandı ve temelindeki entelektüel iddiaya rağmen ticari bir tür-kategori olarak yayıncılık dünyasında benimsendi. Çizgi roman albümlerinin itibarlı ödüller almaları, geçmişe kıyasla hiç olmadığı kadar görünür ve konuşulur olmaları pek çok çizgi romanın ilgili-ilgisiz grafik roman etiketiyle de sunulması sonucunu getirdi. “Bu çizgi roman değil” diyenlerle satması istenen her şeyi “grafik roman” olarak adlandırılanlar karışıklığı misliyle artırdılar.
Sacco’nun Filistin çalışmasının neden grafik roman sayıldığına dönebiliriz. Sacco’nun çalışma biçimi dahi anlattığı hikâyeler kadar dikkat çekici bir farklılık gösteriyor ki, grafik roman nitelemesi için zihin açıcı olabilir. Sacco kendinden çizgi roman röportajcısı olarak söz ediyor ve bir savaş muhabiri gibi çatışma bölgelerine giderek çalışıyor. Röportajlar, izlenimler ve bol fotoğrafla dolu malzemesini daha sonra çizgi romana dönüştürüyor. Onu, hikâyelerinde insanlarla konuşan “öğrenmeye çalışan” bir gazeteci olarak izliyoruz. Sacco araştırıyor, yolculuklar yapıyor, çatışmanın mağdurlarını dinliyor ve neler yaşadıklarını, onların anlatımlarıyla resmediyor. Sacco, Maltalı, ilk çocukluğunu Avustralya’da geçiriyor. Ardından Amerika’ya göç ediyorlar ve üniversitede gazetecilik eğitimi alıyor. Sonrasında çizgi romancı olmak istiyor ama uzun yıllar boyunca çalışmaları beğenilmiyor. Bu dönemde The Comics Journal gibi itibarlı bir dergide ve önemli bir yayınevinde, Fantagraphics’te editörlük yapıyor. Nerdeyse otuz beşinden sonra yayınlanan çalışmalarıyla da çizgi roman dünyasına üretici olarak giriyor. Özellikle Bosna ile ilgili etkili (ve ödüllü) çalışmalar (Safe Area Gorazde, 2000; A Story From Sarajevo, 2003 vd) yapan Sacco, Filistin çalışmasının albüm olarak yayınlanmasıyla (daha önce 9 sayılık bir mini seriydi) hatırı sayılır bir başarı kazanıyor. Edward Said’in haber değeri taşıyan önsözünün de bu başarıda payı olduğu muhakkak…
Filistin, öncelikle başarılı bir gazetecilik kitabı... Savaşı kişisel hikâyeler üzerinden ve Filistin kamplarındaki gündelik hayatın içinden anlatıyor olması bakımından sahici bir farklılık taşıyor. Bize kahramanlık hikâyeleri sunmuyor; kesin ve tarafgir ifadelerle araya girmiyor, dehşet dolu bir gelişmeyi ölçülü bir gerçekçilikle aktarıyor. Çizgi olarak fotoğraflardan etraflıca faydalanmasına rağmen bunu hiç yapmamışçasına karelerine maharetle yedirebiliyor. Sacco, albümde fırçadan ziyade tarama ucuyla ince işçilik ve büyük vakit isteyen sayfalar ve geniş panoramalar yapmış. Tonlamaları ve kare içi derinliği tramla belirginleştirmiş. Sacco’nun çizgi romancı olarak en önemli özelliği sahneyi görme biçimi, deyim yerindeyse kamerasını konumlandırırken gösterdiği seçicilik. Bazen zemine yakın bir yerden bakarak kare içi perspektifini öylesine istifliyor ki yakınlık ve uzaklık ölçülerini göz alıcı nitelikte dengeliyor.
Filistin, dengeli tutumuna rağmen pek çok ülkede anti semitik bulundu, hikâyesini tek taraflı anlattığı için eleştirildi. Okuyanlar görecektir, bu eleştiri albümün içinde Sacco’ya da yöneltiliyor… Savaşı eleştirerek anlatmak, dengeli bir müzakere ya da rasyonalite kurmak karşılıklı ölümlerin sürdüğü bir ortamda mümkün değildir. [Mevcut popüler kültürümüzde de Güneydoğu’da otuz yıldır süren savaş anlatıl(a)mıyor örneğin veya Vietnam Savaşına yönelik eleştirel hikâyeler de savaşın bitiminden yıllar sonra yapılabildi.] Buna rağmen arka kapakta paylaşılması gereken ilginç bir ayrıntı var, Art Spiegelman’ın Sacco’yu ve albümü öven sözlerine yer verilmiş. Spigelman, Maus çalışmasıyla Pulitzer ödülü alırken Yahudi lobisinin desteğiyle bunu başardığı iddia edilmişti. Bu tür eleştiri ve ifşaatlar (eseri-sanatı azımsayarak) aktüel siyasetin rekabetçi diliyle üretilip-yineleniyor. Savaş sürdüğü için katılmasak bile bu gerilimi anlamak gerekiyor.
Sacco’nun başarısında hikâye seçimi ve (tahkiyeli olmasa da) dramatik kurgusu önemli bir ağırlığa sahip. Önemli bir başka özelliği kendisini bir geeker olarak tipleştirmesi. Geeker, en azından başlangıçta, bizim argomuzda olduğu gibi gözü dersten başka bir şey görmeyen İnek anlamına geliyordu. Şimdilerde ergenlerin diline pelesenk olmuş ezik’in (looser) bir türü olarak gösterilebilirdi. Sonra bilgisayar ekranı başında saatler geçiren, hemen her şey hakkında fikri olanlar için kullanılır oldu. Geekerin isterse antisosyal olmaktan çıkabileceği, üstelik herkesi kendine hayran bırakabilecek bir potansiyeli olduğundan söz edilir oldu. Geeker, yakın zamanların büyülü kavramlarından biri olan cool’luğun bir türü sayılıyor artık. Bütün bu tutarsız nitelemeleri bilerek sıraladım. Sacco, yuvarlak gözlüklerinin arkasında sadece işine odaklanan, mesleki hırsları olan, işkence ve ölümler anlatılırken saatini kontrol eden, boğazına düşkün, dava adamları yerine güzel kadınlarla konuşmayı yeğleyen biri olarak tipleştiriyor kendini. “Her çizgi romana biraz bang bang lazım!” diyerek patırtı çıkmasını arzulayan, “gerçekle” karşılaşınca tırsan biri olarak da çıkıyor karşımıza. Sacco’nun bu çelişki ve tuhaflıkları espri olarak belirginleştirdiği düşünülebilir. Diğer yandan dersine iyi çalıştığını siyasete dair konuşurken bize gösteriyor. Ama bu tavrı süreklilik arzetmiyor. Siyasete ve hayata karşı sinik bir tutumu var. Sinik tutumların ve sarkastizmin global ölçekli kapsayıcılığını (ve yıpratıcılığını) yaşadığımız için sürpriz sayamayız bunu. Başarılı bir politik anlatı içinde kendine yer bulabilmesi bile dönemin ruhunu yansıtıyor. Bu da ilginç ve düşündürücü…
[Radikal Kitap, 8.1.2010]
[Radikal Kitap, 8.1.2010]
1 yorum:
Sacco kaç senedir çıkacak deniyordu, bu furyada boy gösterebildi anca...
KP
Yorum Gönder