Okurken aklına ben gelmişim, akademiden editörlüğe, oradan da senaristliğe geçtiğim için benzetmiş, yakıştırmış... İltifat elbette. Teşekkür ettim filan. Yetenek ya da sanatçılık kolay kabul gören şeyler değiller, biraz nebi evliya tadında algılandıklarından "sanatçı mıymış, o mu yetenekliymiş, ya bırak" hörele hörelelerine sıklıkla rastlarız. Bunca yıldır kime sanatçı deniyor pek anlamış değilim, üzerinde uzlaşılmış biri var mı onu da bilmiyorum, insanlar çağdaşlarından hoşlanmadıkları için genellikle ölüler için kullanıyor sanki.
El hak, ortalamanın üzerinde bir saygı görüyorum ama şunları söylemesem olmaz, akademideyken üretici olamayacağım, sanattan anlamayacağım düşünülürdü, memuriyet, hiyerarşi, kabızlık bik bik, yayınevindeyken yeteneksiz olduğum ve yazamadığım için editörlük yaptığım iddia edilirdi, şimdi senaristim, genel olarak zanaatkar muamelesi görüyorum, ucuz işler yapan ve buna karşın haksız yere çok para kazananlardan oldum. Üzüldüğümü sanmayın, ne yaparsanız yapın, bu tür adlandırmalar sizin dışınızda gelişiyor. Vardığım yerden dolayı mutluyum, işimi seviyorum, galiba biraz o sebeple de tınmıyorum.
Yetenek sahiden bir muamma, nasıl ölçüleceği belli değil, akademik kriterler veya piyasa ölçüleri akla geliyor, editörler, yayıncılar, yarışma jürileri şu bu... Amerikalılar, en az beş bin (?) saat çalışıp ürettiği işten sürekli para kazananları yetenekli sayıyorlarmış, e bu da bir kriter... Yetenekle tutku çoğu zaman karıştırılır, tutku insanı motive eder ama çok çalışmadan rekabete giremezsiniz.
Cahit Sıtkı, kopmaktan söz etmiş, yetenek insanı alır götürür demiş, kalanlar gidemedikleri için orada kalırlar filan, tam böyle mi söylemiş, yoksa Necati Cumalı o sözleri edebileştirmiş mi bilemiyoruz ama narsistik bir çıkarımda bulunulduğu aşikar, "gidemeyenler ve cesareti olan ben"...
Üniversiteden istifa ettikten sonra Barış (Bıçakçı) beni ziyarete gelmişti, o dönem, öyle çok da samimi değildik, tanıyorduk birbirimizi ama derinlikli sohbetimiz olmamıştı. Ben de şaşırmıştım, merak etmiş, herkes garanti bir işte çalışmak için devlete-üniversiteye girmeye çalışırken ben hangi gerekçeyle oradan ayrılmıştım, oturup konuştuk.
"Mutsuzdum" dedim, "Çok mutsuzdum. Başka bir şeye, olmak istemediğim birine dönüşüyordum."
Cahit Sıtkı'nın istifa arzusunu ben o mutsuzluğu hissederek okudum, onu bir yerden koparan şey yeteneği filan değil mutlu olma arayışıymış...Sıtkı sıyrılmak denir ya, hah işte o güçlü bir mutsuzluk enerjisidir, o da kopartır, sürükler.
2 yorum:
İnsanların "mutsuz" olacağını bile bile yaptığı o kadar çok şey varken, dişlinin olağan biçimde dönen parçası olma kolaylığını bırakmaktaki temel unsurun "mutlu olabilme umudu" olması pek de olası gelmiyor bana... fakat mutsuzluk konusundaki tespitinize katılıyorum.
"Yazmasam delirecektim." diyor ya Sait Faik, o eşik bizi teyakkuza geçiren... "Olmak istemediğim birine dönüşüyordum." dediğinizdeki gibi bir benlik kaybı endişesi içeriyor.
İnsan sonsuzluk arzusu duyan bir varlık, kötü adamlar bile cehenneme razı ölümden sonrasına inanmak için, yitip gitmeyeceği fikrinin rahatlığıyla...
Benzer şekilde aşık olduğum adamdan boşanıyorken mutsuz olacağımdan emindim ama "ayrılmasam aklımı yitirecektim" dedim, mutluluk ayırdına varabilecek bir "ben" varsa güzel... bu örneği veriyorum farkındayım bir yetenek meselesi değil ama benim hayatımda kopabildiğim en güçlü oluş...
Hem yetenekler olgunlaştığında kişiye "sen oldun" demek de var olmanın dayanılmaz hafifliğini içermiyor mu? Ne de olsa varlığımızı korumak en temel içgüdülerimizden biri...
İlk paragraf için not düşmüş olayım: Olabilir, düşünmem lazım demem gerekiyor...zihnimi taze tutmak için hızlıca yazdığım yazılar bunlar, başka türlü de bakabileceğimi fark ettiğim yorumlarım oluyor...Ama, inanın bu meseleyi çok sınadım, karar verirken en temel sorum, mutsuz olup olmamak...durmama, kalmama veya vazgeçmeme neden olan şey bu... Ve tabii ki, buna cesaret edene kadar çok mutsuz oldum, hemen pat diye olmuyor, mutsuzluk güç de verir insana...Başka bir zaman daha uzun yazarım, meramımı daha doğru anlatırım. Çok selam
Yorum Gönder