Rakı, malumunuz,
sadece alkollü bir içecek değildir;
bir inat ve nefret nesnesi, bir vergi tartışması, “
eski Türkiye”nin
sembolü, gecenin parçası, müziğin yoldaşı, balığın mezesi, feleğin
sillesi, Bektaşi fıkrasının
ruhu, hesap pusulasının
lekesi… Bana kalırsa, hepsinden çok, bir memleket hikayesidir.
Rakı neden bu
kadar dillerde, akıllarda?
Galiba, çok engellendiği, çok yasaklandığı için. Altı üstü bir
eğlence aracı -
içtin, bitti, geçti
gitti diyemiyoruz; çünkü
mesele içki değil, hayat tarzı.
Hoş, eskiden de öyleydi.
Ölçüler farklıydı belki ama rakı her
zaman siyasetin ve popüler kültürün mezesi oldu. Gazete fıkralarında, mizah dergilerinde,
karikatürlerde öyle çok karşımıza
çıkar ki,
bana hep gündelik
hayatın sekülerleşmesine
dair bir cephane gibi gelir.
Rakı masaları ve Bektaşi fıkraları, bilerek ve iştahla anlatılırdı. Tersi de vardı tabii: “Devleti rakı masasından yönetmek”, “iki sarhoşun insafına
kalmak”, “resepsiyonda
içki verildi mi verilmedi mi” tartışmaları…
Eskiden de böyleydi dedim; biraz açayım. Cumhuriyetin ilk yıllarından birkaç örnek: 1923’teki rakı yasağına
ilişkin bir karikatürde,
garson müşteriye “Bira yasak değil ama rakı yasak efendim” diyor. Müşteri hınzırca
karşılık veriyor: "Üzüm suyuna izin vermeyip de arpa suyuna izin vermek hakaret değil mi?" (Akbaba, 15.10.1923) veya bir Akşamcı da hayıflanıyor: “İki günden beri yarım kadeh rakı bulup içemedim… Öyle sarhoşum ki ayakta duracak halim yok!”
(Akbaba, 31.5.1926).
Sarhoş Karagöz ve Kavuklu bizi güldürür; Bekri Mustafa’nın rakıyla gelen
cesareti ve hazırcevaplığı
hoşumuza gider. Ama şunu
unutmayalım: gülme, bizi birbirimize yaklaştırdığı kadar uzaklaştırır
da. Gülerek safları
sıklaştırır,
gülerek düşmana saldırırız.
Babıâli’de muhaliflerle alay edilmek istendiğinde, rakıdan medet umulmuştur hep. Çünkü siyasi tarihimizde değişmez bir kalıp vardır:
muhalif partiler ve seçmenleri, “ayyaşlıkla” suçlanarak küçümsenir,
marjinalleştirilir.
1923-50
arası dönem, bugün de
sıkça “rakı masalarıyla” özdeşleştirilir; aktörleri ayyaşlıkla itham edilir. Oysa o yılların
muhalifleri de aynı
şekilde hicvedilmiştir. Tek parti döneminin muhalifleri genellikle “lümpen”, “ayak takımı” olarak karikatürize
edilir: öfkeli,
kültürel sermayesi olmayan, işsiz güçsüz,
bıçkın erkekler… Ellerinde
rakı şişesi,
kızarmış burunları, çökmüş avurtları, baygın
gözleriyle çizilirler; bellerinde bıçak, muşta, altıpatlar eksik olmaz. Serbest Fırka kurulur kurulmaz, destekçileri “komünist,
şeriatçı, ittihatçı ve sarhoşlar”
olarak resmedilir.
Cumhuriyetin sekizinci yılı için yapılan bir karikatürde, Serbest Fırka’yı temsil
eden bir sarhoş CHP binasının kapısını yumruklayarak bağırır: “Çocuğumu (Cumhuriyet’i) verin be! Biraz da tahsiline terbiyesine ben bakayım!” (Akbaba, 31.10.1930).
İzmir mitingindeki
olayları çıkaranlar da,
ellerinden silah ve rakı
düşürmeyen Serbest Fırkalı seçmenlerdir (Akbaba, 8.9.1930). Dönemin muhalif yazarı
Arif Oruç da
karikatürlerde hep rakıyla anılır; içmesini bilmez, kusar; hatta loğusa
yatağında bile rakı
şişesini bırakmaz (Akbaba, 8.1.1931; 2.7.1931).
Rakı, bu dönemde sadece bir içki değil, bir “ahlak
testi”ne dönüşür. Komünistler memleketi “rakı masasında kurtarır”; şeriatçılar
ise bütün sofuluklarına rağmen evlerinde gizlice rakı içerler. Takiyye,
sahtekârlık, içkiyle simgelenir.
Kırklı yıllarda bu imgeye bir yenisi eklenir: muhalif
seçmenlere “İspirtocu” denmeye başlanır. Rakıdan bile daha aşağılayıcı bir ad
arandığı bellidir. “Rakı içmek için bir terbiye gerekmez mi?” diye ima edilir.
Bu arada rakı ucuzlamıştır, o bile endişe yaratır. Akbaba yazarı, rakının ucuzlamasının
cinayetleri artıracağını öne sürer (Sayı:149, 1947). Ayaktakımı, “içmesini bilmeden”
ucuz rakıya saldıracak, suç oranı artacaktır. Elbette maksat bağcıyı dövmektir.
Laf döner dolaşır Demokratlara gelir. Yusuf Ziya Ortaç şöyle yazar: “Ağızlarında hürriyet
nağralaşır, adalet yalpa vurur, musavat [eşitlik] şapkayı ayağa, pabucu başa giydirir. Bağırır ispirtonun hiddetile... Güler: İspirtonun neşesiyle... Ağlar: İspirtonun rikkatile [kibarlığıyla]" (Akbaba,
Sayı:106, 1946).
Devam ederim diye umuyorum.
2 yorum:
Çok önemli bir konuya değinmişsiniz..Benim dedem Cumhuriyetin ilk yıllarında liberal görüşün de etkisiyle olsa gerek rakı imalathanesi kurmuş Çorum'da.. işleri başta çok iyi gitmiş ve markası İstanbul'a mal gönderecek kadar tutulmuş.. tabî zenginlik ve onun getirdiği güzel hayat, zaman geçip devletin vergi gelirlerini arttırmak ve konuyu tekeline almak kararı ile İnhisarlar idaresi (Tekel) kurup özel şirketleri yasaklamasıyla iflasla sonuçlanmış.. dedem o zamandan sonra hep amansız bir CHP düşmanı olmuş.. varını yoğunu muhalefeti, özellikle Osman Bölükbaşı'yı desteklemekte kullanmış, aktif rol almış.. Bu konu gerçekten basit bir rakı meselesi değil.. halen devam eden derin bir fay hattı...
Çok ilginçmiş, katkı için teşekkürler
Yorum Gönder