Perşembe, Eylül 25, 2025

Konuşan Katır "nasıl" Türkçe konuştu?

Bir dili bilmek, çeviri yapmak için tek başına yeterli değil. Edebi ve entelektüel ölçekte ana dile hâkimiyet gerekiyor. Hatta kimi zaman aynı metnin farklı dillerdeki çevirilerini karşılaştırabilecek kadar derin bir okuma pratiği şart. Bu ise külfetli, sabır isteyen, kolayca altından kalkılamayacak bir uğraş. Nasıl ki herkes öykü ya da roman yazmamalıysa, herkes de çeviri yapmamalı.

Eskiden çeviri işi daha da trajikmiş. “Bizim okura göre değiştirilmeli”, “kuru kuru olmasın”, “daha iyi olsun” gibi gerekçelerle, tercümeler alabildiğine serbest, keyfi, hatta tornistan biçimde yapılırmış. Gazetelerde, iyi okullardan gelen stajyerlere şıpın işi çeviriler yaptırılır; sonra o metinler, “dilimize hâkim” sayılan birine teslim edilirmiş. Stajyerin doğru çeviri yapıp yapmadığı önemsenmez, ucuz olması yeterli görülürmüş. Asıl telifi, “Türkçeleştiren” ya da “Türkçe söyleten” kişi alırmış. Moda tabirle söylersek: işin hammaliyesi “yapay zekâya” bırakılır, cilası ustaya attırılırmış.

Çizgi romanlar da uzun süre böyle “çevrildi”, uyduruldu. Mesela Asterix’in çevirmeni olarak Halit Kıvanç’tan söz edilir, övülür. Oysa yaptığı şey çeviri değil, popüler bir uyarlamadır; çünkü Fransızcayı tercüme edecek kadar bilmez.

Bir başka örnek: Aziz Nesin’in 1957 tarihli İngilizceden yaptığı söylenen bir çeviri. Açıkçası Nesin’in bir yabancı dili çeviri yapacak ölçüde bildiğini sanmıyorum. Muhtemelen bir başkası çevirdi, o da üzerinden geçip piyasaya uyarladı, “komikleştirdi”. Ama kapakta “çeviren: Aziz Nesin” yazıyordu.

Bugün böyle bir şey yapılamaz. Abes bulunur, küçültücü olur, “cringe” hissi uyandırır. Peki o zamanlar nasıl oluyor da böylesine rahat yapılabiliyordu? Çünkü normaldi. Cesaret göstermek değil, olağan olanı yapmak demekti. Yanlış olduğu bile düşünülmüyordu. Normal görülmese, o uydurma ve haksızlık nasıl meşrulaşabilirdi ki?

Elbette bunun dışında kalan, çeviriye sadakat gösteren, “Türkçe söyleyeceğim” gibi mavallarla yaldızlamaya kalkışmayan, entelektüel sorumluluk taşıyan bir azınlık vardı. Ama normu belirleyen onlar değil, gazeteci tayfasıydı. Yani gazete-dergi telifiyle geçinen, popüler kültürü kuran, aktüel dili yönlendiren isimler. Aslında “çevirilebilir, uyarlanabilir” diyenler, çoğunlukla yabancı dili tam anlamıyla bilmeyenlerdi.

Kültür-sanat dünyasındaki “normal”ler ve onların değişim seyri, başlı başına ufuk açıcı bir tartışma ekseni. Bu eksen üzerinden azgelişmiş ülke entelektüalizmi, kolektif vasatlık, “yarı-aydın” meselesi konuşulabilir. Üstelik kişilere indirgemek gerekmez. Aziz Nesin’i ya da başkasını aklama telaşıyla da söylenmiyor bunlar. Çünkü asıl mesele şu: koşullar mı aktörleri yaratıyor, yoksa aktörler mi koşulları belirliyor? Cevabı hâlâ karışık.

1 yorum:

Aziz dedi ki...

Ben bu dil bilmeden çevirme işini hiç anlamıyorum

Related Posts with Thumbnails