![]() |
Eskiden çeviri işi daha da trajikmiş. “Bizim okura göre
değiştirilmeli”, “kuru kuru olmasın”, “daha iyi olsun” gibi gerekçelerle,
tercümeler alabildiğine serbest, keyfi, hatta tornistan biçimde yapılırmış.
Gazetelerde, iyi okullardan gelen stajyerlere şıpın işi çeviriler yaptırılır;
sonra o metinler, “dilimize hâkim” sayılan birine teslim edilirmiş. Stajyerin
doğru çeviri yapıp yapmadığı önemsenmez, ucuz olması yeterli görülürmüş. Asıl telifi,
“Türkçeleştiren” ya da “Türkçe söyleten” kişi alırmış. Moda tabirle söylersek:
işin hammaliyesi “yapay zekâya” bırakılır, cilası ustaya attırılırmış.
Çizgi romanlar da uzun süre böyle “çevrildi”, uyduruldu.
Mesela Asterix’in çevirmeni olarak Halit Kıvanç’tan söz edilir, övülür. Oysa
yaptığı şey çeviri değil, popüler bir uyarlamadır; çünkü Fransızcayı tercüme
edecek kadar bilmez.
Bir başka örnek: Aziz Nesin’in 1957 tarihli İngilizceden yaptığı
söylenen bir çeviri. Açıkçası Nesin’in bir yabancı dili çeviri yapacak ölçüde
bildiğini sanmıyorum. Muhtemelen bir başkası çevirdi, o da üzerinden geçip
piyasaya uyarladı, “komikleştirdi”. Ama kapakta “çeviren: Aziz Nesin”
yazıyordu.
Bugün böyle bir şey yapılamaz. Abes bulunur, küçültücü
olur, “cringe” hissi uyandırır. Peki o zamanlar nasıl oluyor da böylesine rahat
yapılabiliyordu? Çünkü normaldi. Cesaret göstermek değil, olağan olanı yapmak
demekti. Yanlış olduğu bile düşünülmüyordu. Normal görülmese, o uydurma ve
haksızlık nasıl meşrulaşabilirdi ki?
Elbette bunun dışında kalan, çeviriye sadakat gösteren, “Türkçe
söyleyeceğim” gibi mavallarla yaldızlamaya kalkışmayan, entelektüel sorumluluk
taşıyan bir azınlık vardı. Ama normu belirleyen onlar değil, gazeteci
tayfasıydı. Yani gazete-dergi telifiyle geçinen, popüler kültürü kuran, aktüel
dili yönlendiren isimler. Aslında “çevirilebilir, uyarlanabilir” diyenler,
çoğunlukla yabancı dili tam anlamıyla bilmeyenlerdi.
Kültür-sanat dünyasındaki “normal”ler ve onların değişim
seyri, başlı başına ufuk açıcı bir tartışma ekseni. Bu eksen üzerinden
azgelişmiş ülke entelektüalizmi, kolektif vasatlık, “yarı-aydın” meselesi
konuşulabilir. Üstelik kişilere indirgemek gerekmez. Aziz Nesin’i ya da
başkasını aklama telaşıyla da söylenmiyor bunlar. Çünkü asıl mesele şu:
koşullar mı aktörleri yaratıyor, yoksa aktörler mi koşulları belirliyor? Cevabı
hâlâ karışık.

1 yorum:
Ben bu dil bilmeden çevirme işini hiç anlamıyorum
Yorum Gönder