![]() |
Geçtiğimiz günlerde tanınmış bir akademisyen, Foucault’nun panoptikon modelini referans alarak günümüz toplumuna dair bir yorum yapıyordu. “Banoptikon” diyeceğini sandım, demedi. Belli ki haberi yoktu. Hâlbuki artık mesele sadece görmek değil - kimlerin görünür olacağına karar vermek.
Hatırlayalım: Bentham’ın panoptikon modeli, Foucault’nun eliyle bir toplumsal denetim metaforuna dönüştü. Gözlendiğini bilen birey, dışsal bir müdahaleye gerek duymadan, kendi üzerindeki iktidarı içselleştiriyordu. Disiplin, böylece bireyin kendi kendini kontrol etmesiyle işler hale geliyordu. Bu bir gözetim teknolojisiydi ama aynı zamanda bir ruh terbiyesi biçimiydi.
Didier Bigo, bu yapının artık başka bir evreye geçtiğini öne sürdü: buna da banoptikon adını verdi. Kelime, “ban” (yasaklamak, dışlamak) ve “panoptikon”un birleşiminden geliyor. Ona göre yeni gözetim modeli artık herkesi görmekle yetinmiyordu, asıl mesele, kimlerin görünür kılınacağına karar vermekti. Görmek ve kaydetmek yetmiyor, elemek, sınıflamak, potansiyel tehditleri öngörmek gerekiyordu. Bigo’nun ifadesiyle, göçmenler, azınlıklar, “şüpheli” muhalif topluluklar artık algoritmalar tarafından kategorilere ayrılıyor, birer tehdit profili olarak kodlanıyordu.
Göçmensen daha çok izleniyorsun. Azınlıksan daha kolay tespit ediliyorsun. Muhalifsen, davranışların daha sıkı denetleniyor. “Riskli” bir davranış profilin varsa, sistem seni daha ortaya çıkmadan tanımaya çalışıyor. Ve görünürlüğün sadece fiziksel izlenebilirlikle sınırlı değil. Algoritmalar seni hem görüyor, hem de görünmez kılıyor. Sosyal medyada konuşuyorsun ama konuşman “önemsizleştiriliyor.” Susturulmuyorsun ama sessizleştiriliyorsun.
Buradan bir çıkış var mı? Dürüst olalım: Yok. Şehirde attığın her adım iz bırakıyor. Wi-Fi bağlantıları, kredi kartı hareketleri, toplu taşıma kartı, kameralı sistemler, yüz tanıma algoritmaları… Dijital bir harita gibi kendimizi çiziyoruz. Görünmemek artık neredeyse olanaksız.
Ama bu çaresizlik içinde bile bazı mikro stratejiler var deniyor. Banoptikona karşı verilecek yanıtlar, hukuki ya da siyasi değil, estetik yanıtlar olabiliyor. Yani biçim değiştirerek, algoritmanın seni tanıyamayacağı şekillere bürünmekten geçiyor.
Şunu soralım mı? “Şehirde iz bırakmadan dolaşmak” mümkün mü? Bu sadece suçluların veya aktivistlerin değil, hepimizin derdi olmalı mı?. Kapüşon, güneş gözlüğü, şapka; yüz tanıma yazılımlarını bozan geometrik makyajlar; termal kameraları yanıltan giysiler öneriliyor mesela… Bunlar birer direniş aracı mı sizce?
Gizlenmek değil, görülmeyi bozmak. Kamera seni kaydetsin ama tanımasın. Algoritma seni analiz etsin ama karar veremesin. Göz sana baksın ama seni göremesin.
Bir bilimkurgu filminden söz etmiyorum. Tekrar soruyorum: görünmez olmak, bir hayatta kalma biçimi olabilir mi?.
Yazdıkça fark ettim ki, konu çok uzunmuş, devam ederim.
![]() |


2 yorum:
Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.
Teşekkürler
Yorum Gönder