Salı, Eylül 16, 2025

Cesaret, şehvet ve iğrenme

Fotoğraf, Özcan Tekgül ve Uğur Güçlü’nün öpüştüğü sahneden. Büyük ihtimalle “Yedi Adım Sonra” (1968) filminden. Yeşilçam melodramlarına eşlik eden tartışmalı anlardan birini, öpüşmeyi temsil ediyor.

Tekgül, o yılların “cesur” kadın oyuncularından biri. “Cesur” kelimesini bilerek seçtim; çünkü magazin dilinde ezberlenmiş bir niteleme. Cesurun arkasında karmaşık bir anlam zinciri var: magazinde birine “cesur” deniyorsa, o oyuncu öpüşüyor, dans ediyor, kendini sakınmıyor, “sanat için soyunuyor” filan… Abartıyor muyum diye duraksadım. Hiç de abartmıyorum; çünkü bunların hepsi dönemin toplumsal tabularını doğrudan delmeye yönelik bombalama eylemleriydi. Ve bütün bunları profesyonelliği koruyarak yapmak gerekiyordu, ziyadesiyle riskliydi.

Türkan Şoray’ın meşhur “öpüşmeme kuralını” hatırlayalım. Şoray imgesini, yapımcılarla, senaryolarla, erkek oyuncular ve seyirciyle arasına sınır koyarak koruyabildi. Özcan Tekgül gibi isimlerse farklı bir yolu seçtiler. Daha çok risk aldılar, zar attılar, haliyle o denli uzun ömürlü olamadılar.

İki kişi arasında normal olan bir “şey” başkaları tarafından görülürse o şey sorgulanır ve artık normal olmayabilme riskini taşır diye düşünürüm. Yani her şey aslında normaldir ama anormal sayılma riski taşır; “anormal” yanlış yerde yaşanan şeydir. Anormal olan yanlıştır, sınırları ihlal edendir, tabuyu hatırlatandır ve kirlenmedir. Hepsi bir araya geldiğinde cemiyete yönelik bir tehdide dönüşür. Öpüşme, gündelik yaşamda normaldir, ama kamusal bir perdede sergilendiğinde “yanlış yerde” sayılır, sansür edilir, dikkat çeker, ayıplanır ve “konuşulur.”

Georges Bataille, Erotizm’de tabunun yalnızca yasak koymadığını, aynı zamanda onu çiğneme isteğini de uyandırdığını söyler. Yasak, ihlali davet eder. Öpüşmek günlük hayatın olağan bir eylemiyken, perdeye taşındığında yasaklı bir hazza dönüşür. İşte tam da bu yüzden seyirciyi hem kışkırtır hem de rahatsız eder.

Bataille’a göre transgresyon, yani sınır ihlali, hem özgürleştirici hem de tehlikelidir. Yasak olan çiğnendiğinde şehvetle tiksinti aynı anda ortaya çıkar. Sinemadaki öpüşme sahnesi, seyircide arzuyu körüklerken aynı anda iğrenme duygusunu da uyandırır. Çünkü ötekinin arzusu çoğu kez tiksintiyle karışık bir merak uyandırır. İnsan kendi hayatında yaşadığı bir şeyi, başkasının hayatında gördüğünde “ahlaksızlık” olarak damgalayabilir.

Yeşilçam’da “cesur” olmak tam da bu çifte gerilimi göze almak demekti: seyircinin arzusu ile tiksintisi arasında rolünü sürdürmek. Kimi oyuncular bu stigmayı aşmamak için kurallar koydu, kimileri ise yüzleşmeyi seçti. Cesur olmak, bir yandan şehveti uyandırmak, öte yandan toplum tarafından dışlanmayı kabul etmekti.

Yıllar önce bir arkadaşım şöyle demişti: “Yeşilçam’ın kadın oyuncuları aslında güzel değillerdi, sadece cesurdular. İlginç kılan da buydu; riskleri göze alabildiler.” Bu iddianın doğruluğu tartışılır. Ama magazin dilinde ne zaman birine “cesur” dense, aklıma hemen bu gerilim gelir: tabu yıkmanın yarattığı hayranlık ile damgalanmanın yarattığı dışlanma arasındaki ince çizgi. Yeşilçam’da “cesur” olmak işte tam da bu ikili yazgıya mahkûm olmaktı.


2 yorum:

Aziz dedi ki...

Öpüşme sahnesine yönelik sansür anlaşılır değil. İlgiyi sansürcüler çoğaltıyor, bu neden bu kadar önemli, onlar yüzünden

Levent Cantek dedi ki...

Baskının ya da sansürün, uzun vadede beklenenin tersine bir etki yarattığı aşikar. Kim neyi ne kadar çoğaltıyor onu bilemiyoruz ama mutlaka bir etken. Piyasa, arzu üretiminde gelenek, etik ve hukukla kıyaslandığında her zaman en önemli çoğaltıcı. Çok selam

Related Posts with Thumbnails