![]() |
Tekgül, o yılların “cesur” kadın oyuncularından biri.
“Cesur” kelimesini bilerek seçtim; çünkü magazin dilinde ezberlenmiş bir
niteleme. Cesurun arkasında karmaşık bir anlam zinciri var: magazinde birine
“cesur” deniyorsa, o oyuncu öpüşüyor, dans ediyor, kendini sakınmıyor, “sanat
için soyunuyor” filan… Abartıyor muyum diye duraksadım. Hiç de abartmıyorum;
çünkü bunların hepsi dönemin toplumsal tabularını doğrudan delmeye yönelik bombalama eylemleriydi. Ve bütün bunları profesyonelliği koruyarak yapmak gerekiyordu,
ziyadesiyle riskliydi.
Türkan Şoray’ın meşhur “öpüşmeme kuralını” hatırlayalım.
Şoray imgesini, yapımcılarla, senaryolarla, erkek oyuncular ve seyirciyle
arasına sınır koyarak koruyabildi. Özcan Tekgül gibi isimlerse farklı bir yolu
seçtiler. Daha çok risk aldılar, zar attılar, haliyle o denli uzun ömürlü
olamadılar.
İki kişi arasında normal olan bir “şey” başkaları
tarafından görülürse o şey sorgulanır ve artık normal olmayabilme riskini taşır
diye düşünürüm. Yani her şey aslında normaldir ama anormal sayılma riski taşır;
“anormal” yanlış yerde yaşanan şeydir. Anormal olan yanlıştır, sınırları ihlal
edendir, tabuyu hatırlatandır ve kirlenmedir. Hepsi bir araya geldiğinde
cemiyete yönelik bir tehdide dönüşür. Öpüşme, gündelik yaşamda normaldir, ama
kamusal bir perdede sergilendiğinde “yanlış yerde” sayılır, sansür edilir,
dikkat çeker, ayıplanır ve “konuşulur.”
Georges Bataille, Erotizm’de tabunun yalnızca yasak
koymadığını, aynı zamanda onu çiğneme isteğini de uyandırdığını söyler. Yasak,
ihlali davet eder. Öpüşmek günlük hayatın olağan bir eylemiyken, perdeye
taşındığında yasaklı bir hazza dönüşür. İşte tam da bu yüzden seyirciyi hem
kışkırtır hem de rahatsız eder.
Bataille’a göre transgresyon, yani sınır ihlali, hem
özgürleştirici hem de tehlikelidir. Yasak olan çiğnendiğinde şehvetle tiksinti
aynı anda ortaya çıkar. Sinemadaki öpüşme sahnesi, seyircide arzuyu körüklerken
aynı anda iğrenme duygusunu da uyandırır. Çünkü ötekinin arzusu çoğu kez
tiksintiyle karışık bir merak uyandırır. İnsan kendi hayatında yaşadığı bir
şeyi, başkasının hayatında gördüğünde “ahlaksızlık” olarak damgalayabilir.
Yeşilçam’da “cesur” olmak tam da bu çifte gerilimi göze
almak demekti: seyircinin arzusu ile tiksintisi arasında rolünü sürdürmek. Kimi
oyuncular bu stigmayı aşmamak için kurallar koydu, kimileri ise yüzleşmeyi
seçti. Cesur olmak, bir yandan şehveti uyandırmak, öte yandan toplum tarafından
dışlanmayı kabul etmekti.
Yıllar önce bir arkadaşım şöyle demişti: “Yeşilçam’ın
kadın oyuncuları aslında güzel değillerdi, sadece cesurdular. İlginç kılan da
buydu; riskleri göze alabildiler.” Bu iddianın doğruluğu tartışılır. Ama
magazin dilinde ne zaman birine “cesur” dense, aklıma hemen bu gerilim gelir:
tabu yıkmanın yarattığı hayranlık ile damgalanmanın yarattığı dışlanma
arasındaki ince çizgi. Yeşilçam’da “cesur” olmak işte tam da bu ikili yazgıya
mahkûm olmaktı.


2 yorum:
Öpüşme sahnesine yönelik sansür anlaşılır değil. İlgiyi sansürcüler çoğaltıyor, bu neden bu kadar önemli, onlar yüzünden
Baskının ya da sansürün, uzun vadede beklenenin tersine bir etki yarattığı aşikar. Kim neyi ne kadar çoğaltıyor onu bilemiyoruz ama mutlaka bir etken. Piyasa, arzu üretiminde gelenek, etik ve hukukla kıyaslandığında her zaman en önemli çoğaltıcı. Çok selam
Yorum Gönder