Freud’un tatlı bir tespiti vardır: Birlikte oynayan çocuklar mutlaka kavga ederler. Bu hikâyede erkek, iki kadının gözünde Lacan’ın “objet petit a”sı gibiydi: varla yok arası bir arzu nesnesi. Çocukların aynı oyuncağı istemesine benzer şekilde, mesele nesnenin kendisi değil, rekabetin verdiği haz önemliydi. Başka erkekler ilgilerini çekmemişti; ama “özel” bir erkek belirdiğinde, onun belirsizliği ve ulaşılamazlığı arzuyu kamçılamıştı.
Başlangıçta erkek yalnızca bir malzemeydi. Fake hesap, dostluk ritüeli gibi işliyordu; ortaklık ve oyun öndeydi. Ama gizlice ikinci bir hesap açıldığında denge bozuldu. Ortaklık çatışmaya, rekabet güvensizliğe dönüştü. Aralarındaki bağ kırıldı, güven kırıldığı yerde dostluk da çözülüdü.
Ya erkek de “fake” çıksaydı? Belki kadınlar “boşuna kavga etmişiz” der, dostluklarına geri dönerdi. Ama erkek gerçekse, rekabetin bıraktığı yara kolay kolay iyileşmezdi.
Peki erkek işin aslını öğrenseydi? İki kadın tarafından aynı anda “oynanan” biri olduğunu bilmek narsistik bir darbe olurdu. Sevildiğini sanırken bir oyunun parçası olduğunu fark etmek öfke yaratırdı. Başka bir ihtimal de var: Bazı erkekler için bu durum narsistik bir zafer olabilir. “İki kadın benim için kavga etti” diyebilmek, bir övünç kaynağıdır. O yüzden tepki, erkeğin kendi benlik değerini nasıl kurduğuna bağlı olurdu. İlgiyle beslenen biri yıkılır; kendisiyle barışık biri ise olayı mizahi bulabilir.
Hikâyenin sonunu bilmiyorum. Belki buluştular, engel ortadan kalkınca arzu sönüverdi. Belki erkek sahiden fake çıktı. Belki herkes kendi yalnızlığına geri döndü. Ama emin olduğum bir şey var, elinde telefon olan herkesin yaşayabileceği kadar sıradan; yine de garipliğiyle normalliği aynı anda taşıyan bir şimdiki zaman hikâyesi bu.
![]() |

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder