Perşembe, Ağustos 28, 2025

Unvanlarımız var, geleceğimiz yok Mıstık abi

Yazının başlığı “maaşını söyleyemeyenler kulübü” olabilirdi, üzücü olduğunun farkındayım. Biraz onlardan söz edeceğim. Geçtiğimiz altı ay içinde hiç olmadığı kadar çok insanla tanıştım. Hepsi otuzlarında, iyi eğitimli, yabancı dil bilen, plaza hayatının beyaz yakalılarıydı. Çeşitli projelerde çalışıyor, işlerinde başarılı olduklarını belli eden bir özgüven taşıyorlardı. Onlarla sohbet ettikçe giderek şunu fark ettim: eğitimleri ve işlerinin niteliğine göre aldıkları maaşlar şaşırtıcı derecede düşüktü. Onları izleyen herhangi biri, bu kadar az kazandıklarını tahmin edemezdi.

Kültürlü, gündeme hâkim, entelektüel birikimi olan bu insanlar ay sonunu güçlükle getiriyorlardı. Maaş meselesini doğrudan itiraf edemiyor, bunun yerine kurum içi çekişmelerden, rekabetten, işyeri sorunlarından söz ediyorlardı. Seviyor gibi göründükleri işleri, onlara hayatlarını sürdürmek için sahici bir güvence vermiyordu.

Kırk küsur yıldır çalışıyorum: insanın sevdiği işi yaparak geçimini sağlaması kadar değerli çok az şey vardır. Severek yapılan iş insana sabır, disiplin, hatta bir tür direnç kazandırır. Ama düşük gelir insanı bugüne hapseder; yarın için birikim yapamaz, gelecek planı kuramaz, ailenize bağımlı hale gelirsiniz. Orta sınıf, bu meseleyi hep yoksullar ve alt sınıflar üzerinden anlatırdı, halbuki orta sınıf çoktan biçim değiştirdi.

Bugüne özgü bir şimdiki zaman tespiti: alt sınıflardan kimse artık emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor, örneğin marangoz olmak istemiyor, buna karşın AVM’de güvenlikçi olmak hem daha kolay hem de daha itibarlı görünüyor onlara. Üniformayla çalışıyor, karşı cinsle sosyalleşiyor, “daha renkli” bir iş yapıyor. Aldığı maaş marangozluktan düşük olsa da “sosyal getirileri” nedeniyle bunu önemsemiyor. Bugün “proje koordinatörü”, “consulting manager”, “küratör asistanı” gibi itibarlı unvanlara sahip gençlerin durumu da buna benziyor: işlerinin adı büyük, maaşları küçük ne yazık ki. Çevreleri onların çok kazandığını zannediyor ama aslında içkilerini servis eden garson kadar bile kazanamıyor olabilirler.

Aslında bu tablo, “prekarya” kavramıyla anlatılan yeni sınıfın tipik bir yansıması: güvencesiz, düşük ücretli ama eğitimli ve itibarlı görünen işlerde çalışanları kastediyorum. Genç profesyoneller esnek, yaratıcı ve “özgür” görünüyor ama aynı zamanda sürekli kaygı, güvencesizlik ve belirsizlik içinde yaşıyorlar. Görünürde prestijli bir iş, içeride düşük gelir, uzun mesailer, işsiz kalma korkusu ve gelecek planlarının imkânsızlığını yaşıyorlar.

Bunun adı mutsuzluk ve umutsuzluk. Günü kurtarıyor ama geleceğe bakamıyorsunuz. Bu, klasik bir “prekarya” hali bile değil; çünkü işsiz kalırsanız aç kalıyorsunuz. Yani gerçek anlamıyla çıkışsızlık.

Mıstık abi, sorum şu, bu umutsuz insanlar sosyal medyada ne yapıyorlar veya sosyal medya onları nasıl besliyor - onlardan nasıl besleniyor?  Devam edeceğim…

2 yorum:

Recep Altun dedi ki...

Merhabalar.
Yazınızı okudum ve "PREKARYA" kavramına takıldım ve internet üzerinden epey bir bilgi sahibi oldum.

Küresel düzeyde yaşanan gelir eşitsizlikleri, toplumların ekonomik ve kültürel olarak kutuplaşmasına neden olmaktadır.

Selam ve saygılarımla.

Aziz dedi ki...

Bir tık altı işsizlik olan onlarca iyi eğitimli insan tanıyorum

Related Posts with Thumbnails