![]() |
Seyirciyle neredeyse iç içe, oturarak laf atan ve laf
dinleyen, gözüyaşlı bir halde ufala ufala kederli şarkılar söyleyen, ardından
profesyonel işvelerle fıkırdayan kadınların oyunculuğu beni hep büyülemiştir.
Rebet müziği, trajik bir göçmenlik hikâyesi taşır: sefalet, tutunamama, müziğe
sığınma… Karanlık aşklar, dökülen kanlar, saplantılar, karakollar. Söyleyenler yalnızca
şarkıyı değil, hayatı da oynarlar.
Yukarıdaki fotoğraf ise Constantine Hatziconstantinou’nun
objektifinden. Tek bildiğim, New York’ta yaşayan bir fotoğrafçı olduğu. İsmi, ailesinin
İstanbul göçmeni olduğunu fısıldıyor. Tahminim, altmışların başında yaptığı bir
İstanbul gezisinde çekilmiş olmduğu. Mekân ise belli ki turistlere yönelik “rakı,
kebap, oryantal” cazibesinin sahnelendiği yerlerden biri.
Fotoğrafta en az üç hanende var: seyirciyi coşturan, “sahnesi
olan”, güzel söyleyen ve güzel bakan üç kadın. Kim olduklarını bilmiyoruz.
Sesleri kalınlaşınca, evlenince, "kocayınca", kazanamaz olunca, işi bırakıp gitmiş olmalılar. Eğer hemşerimiz ve misafirimiz olan o fotoğrafçı onları görüntülemese,
gecenin neşesi ve planlı kederi gibi uçup gideceklerdi.
İşte gelmiş gidiyorlar… Kahrolasın İstanbul şehri. Öyle değil
miydi şiir?

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder