Hepimiz toplumsalın içinde, duygular, sözler, vaatler ve anlardan oluşan bir gerçekliğin içinde yaşarız. Yalan ve aldatma, bu gerçekliğin dışına çıkmaktır. Aldatan kadın ya da erkek bu nedenle önce yalan söyler. Çünkü yalan, sadakatsizlikten önce gelir.
Freud’a göre aldatan kişi yalnızca başkasına değil, kendine de yalan söyler. Bu yüzden aldatma travmatik değilse bile bir tür paranoya içerir: insanlar hem yalanı saklar hem de yakalanmaktan korkar. Aldatma, yalnızca dışa dönük bir ihanet değil içe dönük bir inkârdır.
Bir arkadaşım sevgilisiyle üç aylık bir ayrılıktan sonra tekrar barıştı. Ancak bu ayrılık sürecinde başka biriyle bir ilişkisi olmuştu. Bu durumu iki erkeğe de söylemeden ilişkilerine devam etti. Kaçınılmaz olarak bir gün yalanı ortaya çıktı. Bana çok üzüldüğünü, lanet biri olduğunu, insanlara haksızlık ettiğini anlatıyordu… “Aslında ikisini de seviyordum” diyordu. “Biri bitmek üzereydi ama bitmesin istiyordum, çok seviyordum. Diğeriyle takılıyorduk ama o da hoşuma gidiyordu…” Anlayacağınız, ikisini de elinde tutmak istemişti.
Bugünün insanı sürekli arzularını göstermeye teşvik ediliyor: açık olmalı, ne istediğini söylemeli, istemediğini ifade etmeli… Normal sayılıyor bu... Kapitalizm, her şeyin mümkün olduğu yanılsamasını sunarken sosyal medya, tüm bu “mümkünleri” sergilememiz gerektiğini fısıldıyor. İkisi arasında sıkışan insanlar, aldatmayı çoğu zaman bir kaçış değil, bir özgürlük yanılsaması olarak yaşıyor. Ama her yanılsama gibi bu da sürdürülemiyor.
Arkadaşım iki erkeği de aldatırken, aslında bir gerçeği değil, performatif benliğinin bir versiyonunu yaşıyordu. Sadık kalmayı vaat etmişti ama bilinçdışında bu vaadin karşılığı olmayan arzular vardı. Freud’un dediği gibi: Bastırılan hiçbir şey yok olmaz; yer değiştirir, biçim değiştirir ve başka bir kanaldan geri döner.
Ankaralıların cinsellikle ilgili bazı grotesk deyişleri vardır. Erkekler için “*m görmedik yüzünü çopur aldı,” kadınlar için “s*k değmedik yüzünü çatık aldı” derler… Freud dürtüleri enerjik sistemler olarak tanımlar ya, bu deyişlerde de o bastırılmış enerjinin dışa vurumu vardır aslında.
Bastırılan her dürtü sistemde gerilim yaratır. Bu gerilim bir davranış bozukluğu, bir patlama ya da bir kaçışla açığa çıkar. Aldatma, bu açıdan bakıldığında, bilinçdışının enerjik boşalımıdır. Ama bu boşalım, beraberinde suçluluk doğurur. Ve suçluluk, yeniden bastırmayı tetikler. Yani yalan, bir çözüm gibi görünürken aslında yeni bir sorunu başlatır.
Aldatma geçici bir rahatlama getirir; ama ardından içsel çatışmayı büyütür. İnsan kendini yargılamaya başlar. Sonuç: huzursuzluk, suçluluk ve tekrar eden bir döngü olur çıkar.
Arkadaşım mı ne oldu, kimsenin vazgeçilmez olmadığı bir sosyal medya çağında dünya seyahatini sürdürüyor diyelim. Üstelik en çok da aldatılmaktan korkuyordu diyerek yazıyı bitirelim.
1 yorum:
Merhabalar.
Demek ki bastırmakla bir şeyi ortadan kaldıramıyoruz.
Selam ve saygılar.
Yorum Gönder