Perişan olacağımızı, on binlerce insanın öleceğini, binlerce binanın çökeceğini görmeyen-bilmeyen yoktu diyeceğim ama yaşanan hüsran ve hayal kırıklığına bakıyorum da... aksini düşünen varmış, hayret...
Ben çocukken hayal kırıklığının insanı olgunlaştırıp büyüttüğüne inanılırdı, pedagoji böylesi bir mantığa dayanırdı...Yani acı çeken ve hüsrana-hezimete uğrayan çocukların ve gençlerin kendilerine dersler çıkarmaları beklenirdi, çıkarmalıydı ki bir sonraki engeli daha rahat karşılayabilsin filan... Bugün biliyoruz ki, her acı, hüsran ve hayal kırıklığı olumlu bir sonuca dönüşecek demek değil, bir travmaya dönüşebiliyor, bunu aşamayabiliyorsun... Yani insanın üzerinde bir endişe ve anksiyete bırakabiliyor.
Biz ebeveynlerinden ve öğretmenlerinden dayak yiyen bir kuşağız, bana öyle geliyor ki, sırf bu sebeple durup durup her felaketten bir ders çıkarmaktan söz ediyoruz. Okullarda ders olarak okutulmalı falan filan.... Evirip çevirip lafı oraya getiriyoruz. Hayatımda duyduğum en şahane palavralardan, ezber laflardan biridir. İşte şimdi Büyük İstanbul Depremi için kendimize dersler çıkartmalıymışız.
Nasıl bir ders olabilir ki bu? İşte şunları ve şunları yapmamalıyız, e güzel, nasıl yapacağız ki, e yapamıyoruz-yapmıyoruz ki... Borsada çimento hisselerini speküle etmek aklımıza geliyor, buna yol veriyoruz mesela... Bulunan çözümün ve şık deyimiyle gelecek projeksiyonunun İstanbul'u terk etmek olduğunu düşünürsek... bunun adına ders çıkarmak mı diyeceğiz.
3 yorum:
Peki ne yapalım? Hayır dediğinize katılıyorum her acı bir ders olamayabilir ama niyet edilir ve bunun için çalışılırsa olabilir de. Çünkü acının da bir amacı vardır.
Çağımızın en güzel palavralarından biri de nihilizm, bu böyledir değişmez eyvallah. Kabullenmek, kadercilik, bu insan böyledir ne yapsan düzelmez, nasılsa devlet de yetişemez biz de bir şey yapamayız. Eh o zaman? Sonuç?
Tamam anlıyorum bu post-truth çağının geçerli argümanı ve biz eski nesil olarak belki idealizmimizle, bir şeyleri değiştirip düzeltebileceğimize dair naif umudumuzla çağdışıyız. E ama peki umut yerine ne kalsın elimizde? Boşvermişlik, bireyselleşme, değerlerin erimesi, anda kalma ve geleceği hiçbir surette planlamaya yanaşmama?
Evet toplumsal bir travma yaşıyoruz ve bu travmayı öfkelenerek, birilerini suçlayarak, depresyona girip zaten birşey olmaz bu memlekette diyerek yas sürecinin evrelerinden geçiyoruz. Ama "inkâr" da bu evrelerden biridir, unutmayalım...
Bizim en büyük sorunumuzun koordinasyon sorunu olduğu bir defa daha ortaya bu kadar net çıktı. Sorun belli, çözüm de seçenek seçenek önümüzde ve bize ne yapmak düşüyor? Bence inkâr ve kabullenme değil, tek tek "ben ne yapabilirim" idealizmi...
Sahiden haklısınız, ben de bunları düşünüyorum, çelişkili şeyler geçiyor kafamdan. Belki sinirliyim, o sebeple de sakin kalamıyor olabilirim. Son yirmi dört saatte çok kişi kurtarıldı, çünkü organize olundu, demek ki daha önce olunabilse daha çok insan kurtarılacaktı. Siz koordinasyon demişsiniz, bu memleketin insanları biliyoruz ki, pek organize olamıyor, koordinasyon kuramıyorlar... deriz. Mi acaba? Sadece şunu düşünmenizi rica edeceğim, pek çok yeni ve lüks site yerlebir oldu. Kanunlar var, denetleyenler var, depremle ilgili şartlar ve ayrıca kontroller var, bakanlık var, kamuoyu baskısı, vicdani korkular var...O siteler nasıl "üretildi", organize ve koordine biçimde oldular, para paylaşıldı. Yapılamıyor değil demek istiyorum.
Ben diyorum ki İstanbul'la ilgili ders filan alınacak bir durumda değiliz, yani meselemiz inanın inkar ya da nihilizm değil, tam da dediğiniz gibi tek tek ben ne yapabilirim sorusunu sorup İstanbul'dan taşınmak, ayrılmak, terk etmek...en azından ailesini kurtarmış olur... Memleketin o çöküşten sonra yeniden inşasına en azından katkıda bulunmuş olur.
Bu İstanbul meselesini ayrıca yazmak istiyorum, meramımı daha doğru ifade ederim belki...
Katkı için teşekkürler
Güvenlik kuvvetlerinden o kadar korkuyoruz ki, günler sonra sahaya indiler.
Yorum Gönder