Paylaştığım görsellerin tuhaf olduğunun farkındayım. Sırtında “LeCe” yazan, mayolu bir kadın çizimi ve onun baktığı (ya da hiç bakmadığı) olağanüstü bir başka imge: yanan tanklar, düşen uçaklar, taşıdığı tabutla ilerleyen adamlar, gökyüzünde alevlenmiş bir balık ya da karanlık bir güneş. Kadın niye hep aynı pozda? Çünkü algoritma onun hangi açıda, ne kadar tıklandığını bilir. Tekrar eden klişe, değeri belirler.
Laura Mulvey’nin “male gaze” (eril bakış) kavramı burada bir evrim geçiriyor. Bakan özne artık erkek değil, makinedir. Bu, algoritmik bakıştır. Yani artık sadece neye baktığımız değil, ne kadar baktığımız da ölçülebilir durumdadır ve tam da bu yüzden bize bakılacak şeyler “hazır” olarak sunulur.
Byung-Chul Han’ın “şeffaflık toplumu’nda” mahremiyet, gizem, utanma ortadan kalkar. Geriye sadece “görünmekten çekinmeyen ama hiçbir şey hissettirmeyen” nesneler kalır. Bu kadın figürü tam da bu şeffaflığın temsili: sahneye konmuş, duygudan arındırılmış, hızla tüketilmek üzere paketlenmiş bir görüntü.
Žižek’in sözünü hatırlayalım: Felaket pornografisi, tıpkı “clickbait (tıklama tuzağı) erotizmi” gibi çalışır. İzleyeni sabitler ama anlamasına izin vermez. Bu görsellerde de tankla kalça, uçakla omuz çizgisi aynı dikkat yoğunluğuna taliptir. Çünkü algoritma bilir: İnsan gözü aşırılığı sever.![]() |
Şimdi tekrar soralım: Sosyal medyada biz neye bakıyoruz?
Algoritmayı dışarda bırakarak bu soruya cevap veremeyiz. Çünkü artık biz bakmıyoruz, bize baktırılıyor. Arzu ve felaket birlikte servis edildiğinde, bakışımız sabitleniyor. Ve belki de en trajik olanı şu: gördüğümüz hiçbir şey artık bizi değiştirmiyor.
Ne kadın ne yangın ne tabut, her şey birer görsel yapıntıya dönüşüyor. İzleyen de göz değil, sadece "kaydıran" bir parmak hareketi artık.

1 yorum:
Ben bakmadım Mösyö, karımı seviyorum :)))
Yorum Gönder