Geçtiğimiz günlerde, şehrimizin tatlı alkoliklerinden bir arkadaşımla karşılaştım. Ailesindeki herkesin genetik olarak uzun yaşadığını, kendisinin ise üç kuruşluk emekli maaşıyla yalnız ve yoksul bir hayat süreceğini, öldüğünde günlerce bulunamayabileceğini filan anlattı. Tarumar oldum. Of puf.
Şunu da ekleyeyim: ben büyürken yalnızlık, sadece yaşlılık değildi elbette, şiirlerde ve şarkılarda geçen aşk acısıydı, romantizmdi. Aşık olunca söyleye söyleye kahrolurduk. “Yalnızım doktor, çın çın” yapardık.
Yaşlılık ve aşk...Başka?
Yetmişli yıllarda evden kaçmak isterdik, özgürleşmeye, kaderimizi değiştirmeye, aileden kurtulmaya… Ama doksanlardan sonra eve sığınmaya başladık. Yalnız kalmak istemezken yalnızlığı tercih eder olduk.
Dijital yalnızlık ise bambaşka bir şey. Yaşlıların yalnızlığı değil, eski şarkılardaki sevgili özlemi hiç değil. Romantize edilecek bir tarafı da yok. Bu, bir duygudan çok, çağın arızası gibi duruyor. Klinik bir sorun.
Çevrimiçi olan ve biteviye bildirimler alan ama gerçek ilişkiler içinde bulunamayan insanların yaşadığı bir durumdan söz ediyoruz. Psikiyatrist bir arkadaşım sadece şunu söyledi: “Son on yılda yalnızlığı tanımlayan o kadar çok kavram üretildi ki, bu bile meselenin ne kadar büyüdüğünü gösteriyor.”
Gerçekten de öyleymiş. Doomscrolling’den (sürekli kötü haberlere bakmak), dijital dikkat dağınıklığına, anlamsızlık hissinden öfke patlamalarına kadar uzanan pek çok şey, “dijital yalnızlığın” içindeymiş. Sosyal medyada okuduğunu anlamadan yorum yapanlara “idrak yoksunu” derdim. Meğer bu da yalnızlığın bir belirtisiymiş. Sosyal medyada ilgisizlikle karşılaşmak, beğeni alamamak, görülüp yanıtlanmamak gibi mikro-yalnızlıklar varmış.
İstisnasız hepimiz başkalarının hayatlarından haberdarız ama onlarla gerçek bir bağ kuramıyoruz. Bu durum hem lüks hem yük olabiliyor. Lüks, çünkü bazen gerçek temastan kaçmak isteriz. Yük, çünkü tüm sosyal temaslarımız dijital olursa, gerçek dünyaya olan aidiyetimizi yitirebiliriz.
Bence yalnızlık, bir tür “açlık”. Mecaz olarak söylüyorum ama bence beynimiz bunu tehdit gibi algılıyor ve anksiyete üretiyor. Bu his arttıkça insanlar daha da izole oluyor. Bu da daha fazla yalnızlığa yol açıyor. Hatta bunca insanın eklem ağrısı çekmesinin bile bunda bir payı olabilir. Sanki beyin yalnızlık ağrısı üretiyor. Bu benim kesin fikrim ve tartışmaya kapalı.
Geçenlerde eve kitap getiren kargocu, “Abi sen yalnızlığı seviyorsun di mi, kitap okuyanlar sever” dedi. Hıhıı dedim ama cevabımı bilmiyorum. Galiba seviyorum ama her şeyin "fazlasından" korkarım. Bir arkadaşım yalnızlığıyla baş edemediğini söylerse, onunla daha çok vakit geçirmem gerektiğini bilirim. Yalnızlık bir hastalığa dönüşmesin isterim. Tadında bırakalım canım kardeşim derim.
Haksız mıyım Mıstık abi, birer tane yaprak sarması…güzel olmaz mı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder