Hiç çadır tiyatrosu görmedim. Ha evet, belki gidenlerden
daha fazla fotoğrafını görmüş olabilirim ama reel olarak deneyimlemedim. “
Gitmesen
ne olur?” diyebilirsiniz, bir ukde gibi anlattım, evet, ukde sayılabilir, çünkü
bir hikâyesi var.
Çocuk sayılacak yaşlardayken Hemingway’in o meşhur “yaşamayan
yazamaz” sözünden çok etkilenmiştim. Yazabilmek için bir yazarın kendi rutininden
ve çevresinden çıkması gerekiyordu, “serüven” yaşamalıydı filan…. Beyfendinin
pek çok açıdan fazla erkek ve “hödük” olduğunu o yaşlarda bilmiyordum tabii…
Ne ki, o sözden o kadar etkilendim ki, ergenlikle beraber
garip ortamlara, tekinsiz yerlere bile isteye girer oldum. Görürsem ve
yaşarsam, daha iyi yazabilecektim filan. İnsan yaş aldıkça bunun da bir poz
olduğunu, bir ön şart olmadığını, ısmarlanarak “yaşanamayacağını” anlıyor.
Çadır tiyatrosunu görenlerden birkaçı bana Ankara’da yaz
aylarında Gençlik Parkı nasılsa, işte çadır tiyatrosu da onun mikro bir
örneğiydi diye anlatmıştı. İmprovize, grotesk, küfürlü, patlamış hoparlörlü,
sokak ruhlu, “erkek işi” yerlerden biri diye hayal etmiştim.
Çadır tiyatrosu denilen şey, geleneksel halk eğlencesiyle
modern sahne formunu birleştiren bir gezici tiyatro biçimi aslında. Anlaşıldığı
kadarıyla İstanbul’da semt semt, Anadolu’da şehir şehir dolaşılıyor, gösteriler
pazar yerlerinde ya da boş arazilere kurulan büyük çadırlarda oynanıyor. Seyirciyle
doğrudan ilişki kuran, doğaçlamaya dayalı bir anlayış benimseniyor. Orta oyunu
gibi geleneksel komikleri, Yeşilçam taklidini ve arabeski, yarı çıplak dansözleri
içeriyor.
Sevda Şener Hoca, bu tür tiyatroların “taşrada tiyatroyu hiç
bilmeyenlere oyun tanıtmak” gibi bir işlevi olduğunu anlatmıştı. İyimserdi.
Estetik değil, iletişim temelli olduklarını söylerdi. Duygulara ve dürtülere
oynayarak zaafiyetlerini kapatıyorlardı.
İlk okullu tiyatrocularımızdan olan Otello Kamil,
kendisiyle özdeşleşen ünlü Şekspir oyununu -Otello’yu- Kavuklu gibi, seyirciye
göre her defasında değiştirerek oynamasıyla ünlüydü örneğin. Ömrünü Anadolu
turnelerinde geçiren bir çadır tiyatrocusuydu. Otello’yu nasıl seyrettireceğini
bilerek oynuyordu.
Gösterilerde seyirciler, gündelik hayatlarında hiç rastlamayacakları
güzel oyuncu kadınlarla, artiz erkeklerle, moda olan içli şarkılarla karşılaşabiliyorlardı.
Çünkü benim için Gençlik Parkı yaz aylarında böyle bir yerdi.
Hele büyüdüğüm yıllarda, Ankaralı okur yazarlar oradan uzaklaşmışlardı.
Yoksulların, eğitimsizlerin ve alt sınıfların karşılaştığı ve o karşılaşmaları
heyecanla hatırladığı bir “panayır alanıydı.”
İnsan manzaraları bakımından dehşetli güzeldi. Tahmin
edebileceğiniz gibi ben gösteriden çok, gelen seyircileri izlemeyi seviyordum. Çadır
tiyatrosundan çok seyircileri izlemek isterdim.
 |
| Panayırların en ilginç yönlerinden biri kadınlar matinesiydi |
1 yorum:
Ben de hiç çadır tiyatrosu görmedim. Ama okuduklarımdan, çok izler kalmış belleğimde. Sevda Şener Hoca ne güzel özetlemiş.
Aslında hepimiz kocaman bir çadırda sessiz sedasız bekleyen kişileriz sanırım. Oyuncu mu, izleyici miyiz. kim bilebilir...
Derin hakikatleri sindire sindire okudum, düşündüm. Yüreğinize sağlık.
Yorum Gönder