Salı, Temmuz 30, 2024

Komünist Hula-Hup

Dayanılır gibi değildi, dilekçelerini hatırlatmamış olsa, sağa sola gitmese, Vali hazretlerinin kapısında bekleyip meramını anlatmasa içi yanmazdı. Peki, vazifesini layıkıyla yerine getiren bir vatandaşın iç huzuruna sahip miydi? Söyleyeceğimi söyledim, içim rahat, sorumlusu, ikazlarıma rağmen yapılması gerekenleri yapmayanlardır diyebiliyor muydu? Hayır, Burhan Bey, bunu yapamıyordu. İçi sızlıyor, kalbi daralıyor, vatan gençliğinin içine çekildiği kumpası düşünüp kahroluyordu. Daha birkaç gün evvel, Ankara Caddesi’nde, yokuşu çıkarken görmüştü, gülüşerek yanından geçen talebe kızlardan birinin elinde, herkesin dikkatini çeken büyük bir çember vardı. O kadarla kalsa yine iyi…Otobüsle eve dönerken yol kenarında bir kalabalığın kaynaştığını, buğulu camdan dikkat kesilince, bir genç kızın beline geçirdiği çemberi vücudunu kıvıra kıvıra döndürdüğünü gördü.

Karnı acıkmasa, karısının balık pişirdiğini bilmese, ilk durakta inip o rezaletin olduğu yöne doğru gerisin geri yürüyecek, o çember çeviren kızı saçlarından çekerek yerlerde süründürecekti. “Yaparım, gözümü kırpmadan yaparım,” diye söylendi, otobüsün içinde sesini yükselterek handiyse bağırdı: “Hula-Hop da neymiş?”

**

Hürriyet gazetesinde Hula-Hup hakkında bir yazı görünce neredeyse çayını dökecekti. Bir doktor köşesinde tavsiyelerde bulunuyor, Hula-Hup’u saatlerce çevirmeyiniz diyordu. Burhan Bey, gözlerine inanamadı, hiç çevirmeyiniz demiyordu da… Yemekten sonra yapmayınız ne demekti? “Adam, niye çeviriyoruz onun bir cevabını versene,” diyerek koltuğunda zıpladı. Gazeteyi paralayacaktı, okumaya devam etti: “Çemberin içinde eğilip kalkmayın, lumbago ve bel fıtığı bundan oluyor.” Burhan Bey, o kadar sinirliydi ki, “Lumbago nedir Allah’ın adamı, dayının yeğeni midir, komşunun evlilik çağına gelmiş kızı mıdır? Vücut sağlam olsa kaç yazar, ahlâk çöktükten sonra…” “Adamın çaldığı türküye bakın,” diyordu, “tansiyonu yüksek olanlar hiç başlamasın.” Yok bir de başlayacaklardı. Bize gazete diye verdikleri paçavrada yazı neşreden muharrirler bunları yaparsa, ahali neler neler yapmazdı.

Müzeyyen Hanım, kocasının kızarıp bozardığını görünce, “Yine mi Hola-hop Burhan?” dedi. “Yahu hanım, etme eyleme.” Elleri titriyordu, “Mevsimlere göre zıp zıp oynamayı, topaç çevirmeyi, uçurtma uçurmayı anlarım. Herkesin beğendiği mahalli rakslarımızı, yabancıların hayranlıkla, takdirle seyrettikleri zeybek oyunlarımızı da hatırlatırım. Hula-Hop nedir Müzeyyen?”

**

“Genç kızlarımız illa şuralarını buralarını kıvıracaklarsa, sorarım sana çiftetelli neyimize yetmiyor?” Müzeyyen Hanım oralı değildi, aklında akşama yapacağı zeytinyağlı fasulye vardı, artık bu mevzudan gına geldiğinden lafın gerisini dinlememişti. “Yahu adam, sana ne elâlemin kızından, kadınından, anası babası düşünsün… Amman canım,” diyerek mutfağa yöneldi. Burhan Bey, sadece karısına değil, herkese kızıyordu. Kimbilir kaç yıl çalışıp didinerek tıbbiyeyi bitirmiş bir doktor, gazetedeki köşesinde meseleyi lalettayin geçiştiriyordu. Sadece o mu? Vali hazretlerine meseleyi anlattığında başına gelenleri düşünüyor, gözleri doluyordu. Fahrettin Kerim Gökay, onu dinlemiş “Daha mühim meselelerimiz var,” diyerek yürüyüp gitmişti.

Burhan Bey, anlayamıyordu, ağaç yaşken eğilir, balık baştan kokar diyen atalarımız boşuna mı konuşmuşlardı! Genç kızlarımızın çember çevirmesinden daha mühim ne olabilirdi? O genç kızların kalçalarını kıvır kıvır kıvırmalarını normal karşılarsak, yozlaşmaya davetiye çıkarmaz mıydık? Bunu yapan kızların bikini giymeyeceğini, rokunrol denilen dansı yapmayacağını kim garanti edebilirdi? Daha mühim mesele neydi? Yeni apartmanlar, yeni asfalt yollar yapmak mı? Ruhumuzu, iç huzurumuzu kaybettikten sonra o betonarmelerin, yollara atılan ziftin ne hükmü vardı?

**

“Hepsini geçtim                , sokak ortasında yakışmıyor,” dedi karısına. Müzeyyen Hanım’ın kulağı radyoda çalan şarkıdaydı, kocasını yine geçiştirdi: “Ayol bize ne, bırak kıçı çıksın, kolu çıksın, bağırsakları düğümlensin kıvırmaktan.” Burhan Bey, lahavle çekerek susmayı tercih etti, tek bir cevap vermeden odasına girdi. Bir şey yapmalıydı.

Gece yarısı aklına gelen fikirle uyandı. Daha önce aklına gelmediği için hem utanıyor hem de geç de olsa akıl ettiği için seviniyordu. Gün ışıyana kadar gözünü kırpmadı.

Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gittiğinde, bir ihbarda bulunacağını söyledi: “Komünistler evladım, komünistler hakkında ihbarda bulunacağım,” dedi. Çevresindekiler hafiften duraladılar ve amirlerini beklemeye karar verdiler. Karşılarındaki adam hali vakti yerinde, aklı başında, okumuş birine benziyordu. Burhan Bey, kendiyle gurur duyuyor, birazdan söyleyeceklerini düşünerek mutlu oluyordu. İstanbul emniyet müdürünün karşısına çıktığında kısa ve tok bir ifadeyle başlayacaktı konuşmasına. Öyle de yaptı.

“Hula-Hop, bir komünist tertibidir,” dedi. Karnını içeri çekmişti, neredeyse hazır olda duruyordu. Müdür, hemen cevap vermedi, önce sigarasını söndürdü, sonra “Buyurun, oturun, tafsilatıyla anlatın meseleyi,” dedi.

**

Burhan Bey’in iddiasının dayanağı Nâzım Hikmet’in çemberlere dair methiyesiydi. Öğrenciyken bir kütüphane memuru okumuştu şiiri. Nâzım, çemberi öyle lüzumsuz bir şekilde övüyordu ki manasız bulmuştu duyduklarını. Üzerinden seneler geçmiş, sokaklarda gördüğü Hula-Hup’a öfkelenirken birdenbire aklına gelivermişti o dizeler. Emniyet müdürü, Burhan Bey’i dikkatle dinliyordu ama ortada Nâzım’ın yazdığı söylenen bir şiir yoktu. Tek bir kelimesini hatırlamıyordu Burhan Bey. Üstelik Nâzım’ın şiirlerini bulmak mümkün değildi, diğer yandan, bu iddiayı geçiştirmek de olmazdı. Söz konusu olan vatan haini Nâzım Hikmet’ti. Burhan Bey’e çay kahve içirip evine bıraktırdı.

Ne yapacağını bilmiyordu, sümen altı edemezdi, kapısına gelen biri, bir başka kapıya gider, kendisini de şikâyet ederdi. Hula-Hup’un ne olduğunu bilmiyordu, genç polislerden birini çağırıp sordu. Altı üstü çocuk oyuncağıydı. Komünistlerin propaganda araçlarını çocuklara kadar genişletmiş olabileceğini düşünerek huzursuzlandı. Mesai çıkışında güvendiği bir amirinin evine gitti. Hamdi Müdür, istihbarat için çalışan, komünistlere kök söktüren dişli bir eski polisti. Ona durumu anlattı. Komünistlerle mücadeleye alışkın olan müdür, büyük bir süratle neler yapılacağına karar verdi.

**

İlk olarak Hula-Hup ithalatçısı sorguya çekildi. Yahudi asıllı tüccar, epeyce hırpalandı. Zavallı adam, karakoldan çıktığında “Bir daha asla Hula-Hup satmayacağım,” diyerek çoktan yemin etmişti. İkinci olarak, Burhan Bey, tutuklandı. Hamdi Müdür, Nâzım’ın şiirini bilen birinin mutlaka bir sempatizan olduğunu düşünüyordu, bu ihbar, ona göre parti içi çatışmanın bir sonucuydu. Takdir beklerken tekdirle karşılanan Burhan Bey, Sansaryan Hanı’nda misafir edildi, günlerce, sabahlara kadar sorgulandı.

Hula-Hup, Aldo’nun getirip depoladığı malzeme bittikten sonra, bir yıl kadar yok sattı. Kapalıçarşı esnafı, Yunanistan’dan bir şeyler getirdi de ancak ondan sonra yeniden bollaştı. Burhan Bey, hem Hula-Hup sevdasından hem de vara yoğa dilekçe yazmaktan vazgeçti. Komünist şüphesi ona lakap oldu, yıllarca Kızıl Burhan diye çağrıldı. İlk zamanlar buna kızıp höykürse de çok geçmedi, işin ucunu bıraktı. 27 Mayıs’tan sonra solcu sanılarak itibar da gördü. Nâzım Hikmet’in çemberleri metheden bir şiiri bulunamadı. Hamdi Müdür, komünistlerle mücadeleye devam etti. Hula-Hup çeviren kızlardan kimileri sonradan bikini giydiler. Nereden biliyorsun derseniz, ben tanrı-anlatıcıyım, o kadarını da bırakın bileyim. 

1 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

Bir zamanlar Adana Stadyumu'nda ; 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı'nda tüm liseler, günlerce hazırlanılmış provalardan sonra izleyicilere "Hula-Hup" gösterisi sunmuştuk. Gülümseyerek hatırladım...

Related Posts with Thumbnails