Biliyorsunuz, Türkiye'nin hemen her yerinde, bağ bahçedeki, tarladaki mahsulü artık daha çok Kürtler ve kısmen de Türkiler topluyor. Karadeniz'de, Orta Anadolu'da, Akdeniz'de tütünü, çayı, fındığı, portakalı yerliler toplamıyor, hep dışarıdan birileri geliyor, çadırlarda kalıyor, mevsimlik çalışıyor, işlerini bitirip gidiyorlar. İnsan tabii şunu merak ediyor, oralılar, o mahsulün sahipleri, yakın köylerden birileri yok mu? Niye insanlar ta Urfa'dan, şurdan burdan geliyor, topluyor da, oralılar bu işlere yüz çeviriyor?
Sordum, yıllardır sorarım, parası mı az dedim? Çünkü, o paraya çalışacak adam bulamadığın için göçmenlere yönelirsin. Bir gün şahane bir cevap aldım, bana bu memleketi çok güzel anlatan bir açıklama gibi geldi hatta. Biri şöyle dedi, "parası iyi de iş ağır". Hakikaten şahane... Kimse, paraya az demiyor, o paraya o kadar çalışmak istemiyor.
Birkaç yıl önce bir matbaa sahibi, çalışacak ve iş öğretecek insan bulamadığından şikayet etmişti, geçtiğimiz ay, marangozluk yapan bir arkadaşım, vasıfsız birine en az iki bin lira vermesine rağmen insanların işi ağır bularak bin beş yüz liraya özel güvenlikçi olmayı tercih ettiğini anlattı. Zanaat öğrenmek, kendi işini yapmak, kazancını artırmak gibi öngörülerle ilgilenilmediğini söyledi.
İnsan, daha az para kazanacağı bir işi neden tercih eder?
Güvenlikçilerle konuştum, işin bir zorluğu yok, akşama kadar akıllı telefonla oynuyor, feyse bakıyor, binanın etrafında iki tur atıp gelenden geçenden kimlik soruyor, lak lak ediyorlarmış. Yerine göre değişiyor olabilir. Ben hep soruyorum, sohbet açıyorum. Bir ilgi yoğunlaşması olunca oldu olası merak ederim. İnsanlar neden bu kadar güvenlikçi olmak istiyor diye cidden bir cevap arıyorum.
Bir matbaacıyı ya da marangozu kimse görmüyor, sosyal olarak sınıflar arası, cinsiyetler arası karşılaşmanın olmadığı kapalı mekanlarda üretiliyor işler. Oysa bir güvenlikçi, avm girişinde her sınıftan insanı durdurabiliyor, üniformasıyla ayrıcalıklı ve "hoş" görünebiliyor. Bir performans sunabiliyor, suçlu arayabiliyor, filim çevirebiliyor, poz yapabiliyor.
Pembe İncili Kaftan'ı bilirsiniz, Muhsin Çelebi'den elçilik yapması istenir, iyi bir kıyafeti yoktur, gider tüm parasıyla bir kaftan alır. Sonra kendisine oturacak yer gösterilmeyince kaftanını yere serer,üzerine oturur. İşi bitip gideceği zaman da o kaftanı yerden almaz. Soranlara da "Sarayınızda büyük bir padişah elçisini oturtacak seccadeniz, şilteniz yok... Hem bir Türk, yere serdiği şeyi bir daha arkasına (sırtına) koymaz... Bunu bilmiyor musunuz?" der.
Israr ediyorum, bu memleketin insanları tam tekmil gösteri insanı, performans sanatçısı... Kaftana para dökmek, o son sözün yaratacağı hayranlığı hayal etmek...
Türkiye'nin tuz ruhunu arıyorum diyeceğim matrak yapıyorum sanacaksınız.
[2017'de yazmışım, yineliyorum.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder