Cuma, Şubat 23, 2018

Underrated bir yazar ya da eser olduğunu...


İlk kitabını, öyküsünü bastırmak isteyen yazar adaylarının gözden kaçırdığı şeyler neler sizce? Olası hayal kırıklığını büyüten hatalar...

Yayınevleri, gelen dosyaların kendilerine uygun olup olmamasına bakar, süregelen bir editöryal tercihle seçimler yaparlar. Bir yazarın, yazdıklarım hangi yayınevine uygun olabilir diye sorması gerekiyor. İyi bir yazar olmanın ön şartı iyi bir okur olmak. Farkında olarak yazmak, okumak, akletmek, sonra hayal etmek lazım. Kim genç yazar yayımlıyor, yayımlamaktan korkmuyor, kim best seller peşinde, kim hangi türleri tercih ediyor... Bilseler hiç fena olmaz. Hayal kırıklığı meselesi ise karışık, buna dair bir reçetem yok, çalışmaya devem etsinler derim. Çalışma fantezisinden söz etmiyorum, sahiden çalışmak diyorum.

Sabitlenmiş tweet'inizden yola çıkarak, sosyal medyada 'akıl sağlığını muhafaza ederek' varolmak için neleri görmezden gelmeli? 

Görmezden gelmek her zaman mümkün değil, içine çekiliyorsunuz, üstelik cevap vermemek garez de çoğaltabiliyor. O gürültüyü biliyor ve istemiyorum diyebilmek için gevezelik etmiş, gürültü çıkarmış, susmuş, tartışmış, dalaşa girmiş olmanız da gerekebiliyor. Ben anladığımı ve yapmaya çalıştığım şeyi söyleyebilirim.  İşe güce bakarsanız, bildiğinizi yapmaya devam ederseniz, süregelen kavgaların çarçabuk unutulduğunu, yarına kalmadığını anlarsınız.

1951 ile ilgili bir söyleşinizde "...O dönemde Ankara'da ne var ki? Hele bir İstanbullu için..." diyorsunuz. Edebiyatla, sanatla meşgul olup da İstanbul'u mecburi istikamet olarak görenlerin atladığı nokta ne? İstanbul'a heves etmemiş biri olarak kaçırdığınızı düşündüğünüz şeyler var mı?

İki soru var, ilkiyle ilgili şunu söyleyebilirim: eğer insan yeterince çalışır ve üretirse, her zaman kendine bir kapı buluyor. Bu söyleyeceğim şey romantik gelebilir ama ben, hiçbir çabanın boşa gitmediğine inanırım. Nerde yaşarsanız yaşayın, işinizi iyi yaparsanız, gelir sizi bulurlar. Ankara’da yaşıyorum ama hemen her hafta İstanbul’da yaşadığımı sanan birilerine orada yaşamadığımı söylemek zorunda kalıyorum. On beş yıl oluyor, İstanbul’da kültür sanat endüstrisiyle ilgili çok önemli iki mecrada yöneticilik yapmam için bana yapılan teklifi reddettim, hiç de pişmanlık duymadım. İstanbul’da yaşasaydım, hayal ettiğim bazı işleri daha erken yaşlarda yapabilirdim ama orada olsaydım bu kadar okuyamaz, bu kadar seyredemez ve bu kadar kendimi dinleyemezdim. Bir şey kaçırdığımı düşünmüyorum. Mesele İstanbul değil, kapitalizmin hararetinden uzak durabilmek, denemek, mesafe koyabilmek.

"Hak ettiği değeri görmedi ama özellikle son yıllarda çizgi / grafik roman alanında çok güzel işler çıktı" dediğiniz eserler, eser sahipleri var mı? 

Bence yok. Kayıp, gözardı edilmiş, underrated bir yazar ya da eser olduğunu düşünmüyorum. Doğrusu, hak ettiği değeri bulmadı vurgusunu romantik bir tutum olarak görüyorum. Hikayesi, anlatması güzel geliyor bize. Pek çok yazar ve sanatçı, haksızlığa uğradığına inanır ve hak etmediği halde değer gören rakiplerine sinirlenir.  Şöyle şeyler denir, “iyi kitap yarına kalır, bugün çok satanlar çöp olacak” filan. Bunun garantisi var mı? Çok satanlar yarın da çok satacak olabilir, hak ettiği değeri görmediği düşünülenler yarın da az ilgi çekebilir.  Ünlü bir yazar, “bugün ilgi görmedikten sonra yarın ben yaşamazken şöhret olmuşum ne fayda” derdi. Meseleye buradan bakmak rekabet, husumet ve revanşizmden başka bir şeye yaramıyor. Aslolan hikayeler anlatmak, sevdiğimiz işleri yapabilmek. Japon ressamları bir şehirde yeterince ünlü olduklarını düşündüklerinde başka bir şehre göçer ve kendilerine yeni bir isim seçer, geçmişlerini ve şöhretlerini bilerek geride bırakırlarmış. Yazar olarak kendimi şanslı buluyorum, yaşadıklarımı, yazarak geçinebilmemi bir lütuf olarak görüyorum.

Söyleşiyi Akın Arslan'la Dünya Halleri sitesi için yapmıştık.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails