Kopenhag, Denizkızı Vakası iyimser bir albüm, fikri de sağlam
bir yerden açılıyor. Bir denizkızı ölü bulunuyor ve ülkenin sembolü olduğu için
Danimarka ile Kopenhag bir anda panik ve akıl tutulması yaşıyor. Buradan
politik bir alegori, kültürel bir paranoya, turizm üzerinden bir “
imaj krizi”
bile çıkacak sanırken... Albüm bunu seçmiyor. Hikâyeyi şehre gelen turist
kadınla, otelde çalışan naif bir erkeğin romantik hattına yatırıyor, gerilimi
de, sosyal zemini de “
sevimlilik” uğruna buduyor. Sonuçta olay büyük, tepki
küçük kalıyor. Netflix standardı “
light” bir akış: sürükleniyor ama iz
bırakmıyor. Bu kadar iyi bir çıkış fikri için daha sert bir kavrayış ve daha
cesur bir dramaturji gerekirdi.
Perhiz erotik bir saplantı hikâyesi. Yetmişleri
hatırlatan bir saykodelik damar var, ama malzemesi bugünün diliyle işliyor.
Sosyal medyada tanışan bir çift, aralıklarla sexting ve cinsellik üzerinden
birbirini yokluyor, sonra aralıklarla buluşup birbirleri üzerinde kontrol
kurmaya çalışıyorlar. Erkek karakterin video artist olması, yaşananların
üretime sızmasını sağlıyor: sergi hazırlıklarıyla saplantılar paralel biçimde büyüyor.
Bu tür anlatılarda bir yerden sonra “
ne oldu” değil “
neye dönüştüler”
izlersiniz, Perhiz orada iyi çalışıyor. Diyaloglar yer yer ortalama üstü, ritim
doğru olunca metin kendini taşıyor. Diğer yandan bana “
yeni” gelmedi, ama “
tam
bu zamanda” memlekette böylesi bir anlatının dolaşıma girebilmesi, metnin
kendisinden bağımsız bir gösterge değeri taşıyor.
Parker bir suç uyarlaması. Bildiğim bir yazar ve seri
değil, tek metinden kesin hüküm çıkarmam yanlış olur. Uyarlama sert bir
dünya kuruyor, fakat anlatım tercihleri tutarsız olmuş. Bazen neredeyse hiç
yazı yok: atmosferi çizgiye bırakıyor. Sonra birden metne abanıp özet geçer
gibi açıklıyor. İki uç arasında gidip gelince okur neye tutunacağını şaşırıyor.
Üstelik dil de akmıyor, takır tukur bir mekanik var, içine çağırmıyor (orijinali
bilmiyorum). Çizgiler daha başarılı: sayfa tasarımı ve ardışıklık bazı yerlerde
gerçekten iyi. Buna rağmen bütün olarak “
yeni” değil, intikam hikâyesi de, o
hikâyeyi taşıyan arkaik erkeklik repertuarı da eskimiş duruyor: yumruklarıyla
konuşan, dudaklarıyla dövüşen sert adamlar ve onların “
kızları” çok gerilerde kaldı…
Bugün aynı figürler, aynı ciddiyetle zor. Çok zor.
Al Capone bir gangster biyografisi. Kurucu fikir basit ve
işe yarar görünüyor: Capone, hayatını annesine anlatıyor, onu kandırıyor,
yanında çocuklaşıyor, itiraf eder gibi yapıyor, anlatı ile gerçek arasındaki çatlaklar
üzerinden bir karakter okuması çıkabilir diyorsunuz. Albüm ise bunu
derinleştirmiyor. Capone anlatınca, kronolojik bir suç listesine dönüşüyor,
sahne, bakış, karşı-aktör yok. Rakiplerin gözünden mesele açılmıyor, mağdurun,
tanığın, polisin, gazetecinin bakışıyla çatallanmadığı için psikoloji de siyasî
bağlam da büyümüyor. Çizgi ise “kendine özgü” ama iyi anlamda değil: mainstream
ölçülerle “güzel” değil, hatta hayli itici. Ben editör olsaydım, bu çizgiyi
albümün nihai dili olarak bırakmazdım. Çünkü burada “üslup” bir tercih değil,
okurun yüzüne kapanan bir kapı gibi çalışıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder