Semih Poroy, ben büyürken,
etrafımdaki meraklılar ve bilenler sohbet ederken, çizgiyle ilgili işler
konuşulurken, gazete karikatürcüleri sayılırken genç çizer olarak gösterilirdi.
Turhan Selçuk, Ali Ulvi, Ferruh Doğan, Tan Oral tek tek, isim isim
zikredilirken listeye yenilerden bir de Poroy eklenirdi. Cumhuriyet gazetesinin
kalabalık çizer kadrosunda portreler, vinyetler yapıyor, Harbi isimli bir çizgi
bandı sürdürüyordu; üretkendi, gazeteyle kalmıyor, çeşitli sanat dergilerinde,
kitapla kültürle ilgili yayınlarda çizgileriyle yer alıyordu. Bugün, altmış
yaşını geçmiş, yanlış olmasın, en az kırk yıldır üreten bir çizgi emekçisi
Poroy. Bana hâlâ genç geliyor, usul usul, sessiz sedasız yine-yeni şeyler
üretecek hissi veriyor. Kendinden önceki çizer kuşağının siyaseten iddialı ve
kimi zaman polemikçi yönünün aksine her daim mesafeli çizgilerin, ölçülü bir
nezaketi olan esprilerin sahibiydi Poroy. Yerli olmak, sokağı ve zamanı
yakalamak, şimdiyi çizmek asıl derdi değildi sanki. Frankofon etkisindeki yalın
ve berrak üslubundan olabilir, epeyce Avrupalı duruyordu çizdikleriyle.
Feklavye, Poroy’un yakın dönemde
süreklilik gösteren tek çalışması. Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanan,
edebilikle, şairanelikle, okumakla yazmakla ilgili hikâyeler ve fıkralar
anlatan tek sayfalık bir çizgi roman Feklavye. 2008 yılında aynı dizinin
bir başka albümü çıkmıştı, yakınlarda çıkan ikinci albüm, ilkinden daha
kapsamlı olmuş. Feklavye, Anglosakson edebiyat dergilerinde benzerlerini
gördüğümüz, kitap ve sanat magazinini anlatan, o dünyayı mizahileştiren
çalışmalardan. Eskiden, ucundan kıyısından edebiyatçı olan üreticiler
tarafından çıkarılan mizah dergilerimizde, bu türden karikatürlere, fıkralara
daha çok yer verilirdi. 60’lı yıllardan sonra gazete ve dergi satışları
arttıkça, yayınlar Babıali coğrafyasından uzaklaşmak (odağını genişletmek)
durumunda kalınca, edebiyata yönelik espriler azalarak gereksizleşti.
Hele Gırgır’la yüz binin üzerinde çok satmaya başlayınca, mizah dergileri
kendi yazarlarını çıkartarak edebiyatçılardan bütünüyle koptular. 70’li
yıllardan itibaren kitap sektörünün gelişmesi, ülke çapında popüler edebiyat ve
sanat dergilerinin çıkması, benzer nitelikli karikatür, vinyet ve
illüstrasyonların bu yeni mecralara kaymasına sebep oldu. Feklavye, bu bağlamın
en uzun ömürlü ve bana kalırsa en nitelikli örneği.
Poroy’u siyasi karikatürlerle,
aktüel çekişmelerle hatırlamak nasıl zorsa Feklavye’de de bağıran,
iddialaşan hikâyelere rastlamak zor; kitapların, minimal meselelerin, okuryazar
orta sınıfların dertleriyle uğraşılıyor. Karakterleri küçük pozlar, yalanlar,
kıskançlıklar, endişeler gösterse de son kertede sevimli, sakin, kültür
dünyasına dair meşgaleleri olan kadın ve erkeklerden çiziliyor. Habaset ve
huşunet, Poroy’un anlatı evreninin bir parçası değil. Konuşkan ve sohbetçi,
konuşurken şiirden, kitaplardan, lisedeki edebiyat derslerinden söz eden,
bağırıp çağırmadan, aksini düşünse de fikrini kendine saklayan, karşısındakini
zorlamayan birilerini resmediyor bize. Günü değil dünü yaşayan, geçmişi
hatırlatan bir yönü var hep. Popüler edebiyattan hoşlanmadığını, yeni yazarlara
pek de öyle adamakıllı sıcak bakmadığını hissettiriyor. Nostaljik bir yönü var
eleştirelliğinin. Sevdiği edebiyatçılar, uzun bir yazarlık geçmişi olan
yazarlar, ölmüş şairler, eski akımlar vs. Bugünü, bir eksen olarak kuşak
çatışması için kullanıyor. Gençlerden çok orta yaşın üzerinde birilerini
konuşturuyor ekseriyetle. Meyhaneleri, kafeleri ve kütüphaneli evleri mekân
olarak seçiyor. Yürüyen, yürürken edebiyat konuşan birileri oluyor onun
sayfalarında. Herkesin motorize olduğu, insanların otopark acıları çektiği bir
çağda, Poroy’un yürüyen karakterleri açık biçimde bir azınlığı niteliyorlar.
Saklı mekânlarda, kendilerine ait bir patika ve bir çıkış arayan eğitimli
insanlar hepsi.
Poroy, bize bir iklimi, bir
aurayı anlatıyor: Bir kitabı, bir yazarı, bir yazarlık hayalini, çok satmayı,
az satmayı, uzun yıllar önce boş vaktin ve sorumluluğun daha az olduğu gençlik
günlerini konuşuyor karakterleri. O dili, o örnekleri, o konuşma vesilelerini
konuşabilecekleri başka yerler yok, o mekânlardaki insanları her yerde
bulamıyorlar. Gidilen, kaçılan, sığınılan, savunulan, paylaşılan mekânlar ve o
mekânlardaki birbirine muhtaç benzerleri, müdavimleri… Feklavye’nin asıl
aktörleri… Eleştiri yapıldığında eleştiriyi anlayacak, kitapları, şairleri,
yazarları, isimleri, referansları, metaforları bilecek kitapsever birileri… Hiç
olmazsa kitaplara saygı gösteren, onları fark eden birileri… Yazarlık
itibarını, yazma meşakkatini, edebi derinliği mesele edebilecek uzak yakın
okurlar… Yukarıda saklı mekânlar veya patikalar derken bunun salt bir olumlama
olarak anlaşılmasını istemem. İnsanı var eden, onun karakterini şekillendiren,
olumsuzluklar da içeren, ona kimlik veren mekânlar ve patikalar da olabilir
bunlar. Mekân bizatihi politiktir, içindekilere uyum şartı da getirir. Poroy’un
espri olarak anlattığı yazarlık, sanatseverlik pozları da bu uyum şartından
beslenir. O mekândaysanız klişeleri bilir, onları bir biçimde her defasında
yeniden üretirsiniz. Bilmiyorsanız, komik duruma düşer, dışlanırsınız.
Feklavye, yinelemek pahasına,
sakin bir dille, yumuşak çizgilerle, bize mekânı, o mekânın aurasını, kitap
dünyasının gıybetini ve hararetini resmediyor. Üstelik genç Semih Poroy’un
yıllar yıllar içinde maharetle geliştirdiği ustalık işi ürünleri, geçen kırk
yılın tadı var sayfalarda. Çizgiler zaten eşsiz, dahil olduğu dünyanın nadide
birer örneği…
[Yazıyı 2016'da K24 için yazmıştım.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder