Yeşilçam dizisi, Yeşilçam döneminde küllerinden doğma çabası içerisinde bir
yapımcının hikâyesini anlatıyor. Projenin oluşum sürecinden bahsedebilir
misiniz? Hikâye fikri sizin için nasıl ortaya çıktı? Araştırma süreci nasıldı?
Projenin geliştirilme aşamasında hikâye ne gibi dönüşümlerden geçti?
Levent Cantek-
Başlangıç benimle oldu, daha önce BluTv ile Bozkır dizisinde çalışmıştık, devam
etmek ve yeni bir çalışma yapmak istiyorlardı, sözleşme önerdiler, yani
hikâyeden önce bir ortak çalışma iradesi gösterdik. Daha sonra ben çeşitli
hikâye önerilerinde bulundum. Yeşilçam’ın yükselişinde bir prodüktörü
anlatabileceğimi söyledim, platformun ihtiyacı olan türü ve hikayeyi konuştuk
aslında. Bir dönem işi yapmak istiyorlardı. Fikir hoşlarına gitti, sonra
Volkan’la konuştum, aklımdan geçenleri anlattım, yanlış olmasın kırk gün sonra
filan ilk bölümü yazmıştık. Okudular ve devam etmek istediler. Beş ay sonra on
bölümlük ilk sezon yazımı bitmişti. İkinci sezonu yazmamızı istediler ve devam
ettik. Yeşilçam’ın ikinci sezonu daha geç bitti çünkü o arada babam hastalandı,
kanserden vefat etti, ardından annem covid oldu, bana da bulaştı, haliyle
geciktik... 2019 Ekim’de onay aldık, 2020 Aralık başında yirmi bölümü bitirdik
diyelim.
Senaryo iki kişilik
bir çalışmanın ürünü. Proje etrafında nasıl bir araya geldiğinizden, birlikte
çalışma pratiklerinizden bahsetmek ister misiniz?
Volkan Sümbül- Yeşilçam,
Levent abiyle birlikte yazdığımız üçüncü proje. Ayrı şehirlerde olduğumuz için
toplantılarımızı internetten online yapıyoruz. Proje başlangıçlarında bir araya
gelmek iyi oluyor. Yeşilçam'a başladığımızda da Ankara'da bir araya gelip
hikayenin genel çerçevesini, karakterleri ve ilk bölümü konuştuk. Başlangıçta
çerçevesi flu, her yere gidebilecekmiş gibi bir hikaye oluyor elimizde.
İlerledikçe, hikayeye zaman tanıdıkça çerçevemiz ve varacağımız yer netleşiyor.
Bu iş özelinde özellikle ilk sezon için zaman sıkıntımız olmadığı için biraz
onun da rahatlığını kullandık.
LC- Volkan’la daha
önce iki ayrı televizyon dizisi işinde birlikte çalıştık. Doğrusu ben film ve
dizi işlerinin uzağında birisiyim. Ankara’da yaşadığımdan hem başka bir
alemdeyim hem de pek dahil olmak istemiyorum. Volkan benim ilk tanıdığım
senaristlerden biri. On yıldır bu işi yapıyorum ama beş tane senarist tanımıyor
olabilirim. Aramızda bir kardeşlik ilişkisi var. Dünyaya da hikayelere de
benzer baktığımız yerler de var hiç anlaşamadığımız kısımlar da… Birlikte
çalışmak da çok kolay bir iş değil. İşin kendisi de gerilimli. Endişe de
yapıyorsunuz, gaza de geliyorsunuz…Yeşilçam’ı yazarken bölüm bölüm ilerledik,
varacağımız bir yer vardı ama konuşarak çatışarak ilerledik. Teknik olarak
tretman çıkarıp paylaşıyoruz, yazım bitince dil benzerliği için yeniden
okuyoruz, düzeltiyoruz.
Yeşilçam, dönemin film yapma alışkanlıklarından unsurları hem hikâye yapısında hem
de biçimsel dünyasında taşıma gayreti güden bir yapım. Çağan Irmak gibi,
Yeşilçam geleneğinin güncel mirasçıları arasında görülen, bu geleneğe oldukça
hâkim bir yönetmenle çalışmak sizce projeye neler kattı? Senaryo Çağan Irmak
yorumuyla nasıl bir ifade kazandı?
LC- Yeşilçam
nostaljisi yapılan, herkesin bir şeyler söyleyebileceği bir popüler kültür
mecrası. Bunu bilerek işe girdik, başka bir derinlikle, hatta sertlikle bir
gerçekçi katmanımız olacaktı. Ben popüler kültürü o klişeleri bilerek ters köşe
yapmaktan yanayımdır. Çağan, iyimser biri, Volkan çalışmış ama ben
üretimlerinden biliyorum. Hikayenin ilk bilinen rengini o aurayı iyi vereceğine
inanıyordum, konuştum, hikayeyi sevdiğine inandım. Genellikle çalışkan ve hızlı
insanları severim. İyi çalışarak sete geldiğini gördüm, heyecanı vardı, ben
sevdim, doğru bir tercih olduğuna inanıyorum. Hikayenin sert gözükmeden
karanlık tarafını anlatabilecek birisi gerekiyordu bence… Hem dönem çalışmış
hem de dünya kurabilmiş çok yönetmen yok. İyi ki çalışmışım Çağan’la.
VS: Çağan Irmak'la 2015'te Nadide Hayat'ı yazmıştık. O zaman da onunla
çalışmak çok keyifliydi. Sevgimin saygımın dışında birbirimizi anladığımızı,
profesyonel olarak da anlaştığımızı bildiğim için onunla tekrar çalışmak beni
mutlu etti. Çağan'ın bu dönemi çok iyi bilmesi dışında döneme olan büyük bir
sevgisi var. Bu ekrana da yansıyor.
Dizinin senaryosu
dönemin sinema dünyasından isimlerle kurmaca karakterleri bir araya getiren bir
yapıya sahip. Kurmaca ve gerçek karakterler arasındaki dengeyi kurarken nelere
dikkat ettiniz? Kurmaca karakterleri bu dünyaya yerleştirirken esinlendiğiniz
isimler var mı?
LC- Tabii ki var ve
doğrusu da o… Kendi adıma ben baştan beri gerçek kişilerin hikayede yer
almasını istiyordum, telifle ve çeşitli izinlerle ilgili çekinceler vardı.
Neyse ki halledildi. Sonuçta biz bir gerçeklik vehmi yaratıyoruz, gerçek
“aktörler” bunu pekiştirir fikrindeydik, tabii ki bu bir problem, iş görsele
dönüştüğünde bir risk de var. Örneğin finalde Yılmaz Güney var, nasıl
oynayacak, nasıl duracak geriliyorduk…
Hikâye bir yanıyla
Yeşilçam geleneğini ve naifliğini takip ederken bir yandan da dönemin siyasi ve
toplumsal olaylarının ciddiyetiyle nostalji dozunu dengeliyor. Sansürün,
şeytanlaştırılan komünist bir karakterin, Kıbrıs olaylarının hikâyenin bir parçası
yapıldığını görüyoruz. Öte yandan Yeşilçam’ın hikâyesini bu ölçekte, toplumsal
tarihimizle ilişkili biçimde ele alan yapım sayısı da pek fazla değil.
Senaryoda bu bağlantıları kurarken nelere dikkat ettiniz?
LC- Bence asıl sorun
şuydu, biz pek dönem hikayesi anlatmıyoruz, yaparsak da hamasetle ve büyük
isimlerle ilgilenerek bir şeyler yapıyoruz. Hal bu olunca, aklınızdaki hikaye
için doğru ve pazarlanabilir bir gerekçenizin olması gerekiyor. Altmışlı
yılları anlatan kaç filmimiz kaç dizimiz var ki desem siz “var mı?” diye
sorabilirsiniz. Benim aklımda 1964’ü anlatmak vardı, 27 Mayıstan sonra ülkede
pozitif bir rahatlama oluyor, bizim memleket olarak ferahlama zamanlarımız
hayli sınırlıdır. Sadece iktisaden değil kültürel olarak da değişir ve
yenileniriz. Yeşilçam’da film üretimi artıyor, gazeteler yüz binli rakamlarla
satmaya başlıyor, gençler kültür endüstrisinde yer almaya başlıyor. Bütün
oyuncular yirmili yaşlardalar, gencecikler. Tam da bunlar olurken Rumları
ülkeden atmaya karar veriliyor. Akademi dışında hiç konuşulmaz bunlar. Rumlar
örneğin kunduracılık yaparmış, onların sektörde çalışması yasaklanıyor. Düşünün
siyasetçiler bir şeyler yapıyor, olan fakire fukaraya oluyor, bir ayakkabı
tamircisinin kime ne zararı olacak…İktisaden bir el koyma hamlesi. 27 Mayısta
aynı siyasi kadro 6-7 Eylül olaylarının faillerini yargılamıştı, e yapmazlar
diyorsun, yapmışlar. Demem o ki, bir prodüktörü ve Yeşilçam’ı anlatırken sosyal
ve siyasi tarihi, o alacakaranlığı resmetmek istiyorduk.
Sinema duygusu ve
vurgusu çok yüksek bir yapım Yeşilçam.
Pek çok kez bu duygunun karakterlerin ağzından döküldüğüne de şahit oluyoruz.
Senaryoyu yazarken tekrar ziyaret ettiğiniz, yol gösterici olmuş filmler var
mı? Hikâyede önemli rol oynayan ‘Kırlangıç Mevsimi’ gibi filmleri kurgularken
hangi filmlerden ilham aldınız?
LC- İnsan yazarken pek
çok şeyden, filmlerden, romanlardan, kendi deneyimlerinden etkileniyor ama Volkan
da katılacaktır, belirgin bir film ve kılavuz söyleyemeyiz.
Dizi bir yandan da
hikâyelerin gücüne inanan karakterlerin peşinde giden bir yapıya sahip. Ana
karakter Semih Ateş “Bir film yaparım, hastalar iyileşir, mevsim değişir,”
ifadelerini kullanan bir yapımcı. Yeşilçam
gibi ciddi bir araştırma emeği gerektiren bir projenin arkasındaki kişiler
olarak Yeşilçam döneminde hikâye anlatmakla bugün hikâye anlatmak arasında
nasıl farklar görüyorsunuz? Üreticinin sinemaya yaklaşımı sizce nasıl
değişiklikler gösteriyor?
VS- Yeşilçam zamanında sinema perdesi rakipsizdi. Çok sayıda film çekildi,
izlendi. Bir süre sonra Yeşilçam zamana ve televizyona yenildi. Bugün
televizyon, üretim şekli aynı olsa bile farklı tüketim şekilleri sunan dijital
dünyayla mücadele ediyor. Şu anki şartlarda dijital mecralar yazarlara çekici
gelen başka fırsatlar sunuyor. Ama ne olursa olsun bence sinema filmi yazmak
her zaman daha heyecan verici. Şu anda pandemi sebebiyle salonlar kapalı,
açıldığımızda sinemanın geri dönüşü nasıl olacak bilemiyoruz. Umarım hala
hayattadır. Sinemada film izlemeye, sinema için yazmaya devam edebiliriz.
LC- Döneme ve yayın
mecrasına bağlı olarak hikayeler değişir ve çeşitlenir. Yeşilçam’da filmler pek
çok bakımdan tek odaklı, mutlu sonlu klişelere dayalıydı. Bizim anlattığımız
hikaye ister istemez televizyonda özellikle son on yılda gelişen dizi hikayeciliğinin
bir tür devamı sayılabilir. Ama illa bir şeye benzeteceksek, bizim hikayemiz,
Amerika’da Hollywood’u silkeleyen dijital platform dizilerine
benzetilebilir…gibi geliyor bana
Yeşilçam aynı zamanda artık var olmayan bir İstanbul’un hikâyesini anlatıyor.
Dizinin önemli mekânları, İstiklal Caddesi, onun üzerinde yer alan sinemaların
çoğu, Beyoğlu yaşamı günümüzde çok farklı anlamlara sahip. Bugünün mekânsal
gerçekliği, oluşturulan dönem anlatısına ne gibi etkiler yaptı? Nostalji
hissinin hikâyeyi boğmaması için dikkat ettiğiniz noktalar var mıydı?
LC- iki soru var,
sondan başlayayım, nostalji hissinin farkındaydık, Yeşilçam vasatlığı
tekdüzeliği de sembolize eder çoğu zaman onu da biliyorduk. Bizim gayretimiz
onları bilerek ve ona rağmen ters köşe yapabilmekti… Mekansa o başlı başına bir
sorun, biz ülke olarak inşaat işini seviyor, tarihsel şehir dokusunu kolayca
harcıyoruz. Önemsemiyoruz. Dönem işi yaparken şehrin tarihi dokusundan
yeterince faydalanamıyorsunuz. Stüdyoda dekorda
çekmek zorundasınız. Bu da bir handikap. Arkası gelse bir birikim de olur ama
dönem işi normalden pahalı ve herkes de cesaret edemiyor.
VS- İstiklal caddesi eskisinin üzerine 7 kere yeniden kurulmuş antik bir
şehir gibi artık. 5 yıl önceki hali bile yok. Böyle bir değişim bir yerle
kurduğumuz bağı da yok ediyor. Benim için de anılarda yaşayan bir İstiklal var.
Gittiğim mekanlar, film izlediğim sinemalar hemen hepsi kayboldu. Yoklar. Bu
yıkıcı bir şey. Bizim hikayemizin bir kısmı da 50'lerdeki 60'lardaki
değişimleri, yaşanan kayıpları anlatıyor. Çok bahsedilmeyen hatta görmezden
gelinen olayları, hayatların nasıl değiştiğini gösteriyoruz. O dönemin unutulmak
istenen gerçeklerinden bahsediyoruz. Yeşilçam'ın tınısı nostaljik his için
yeterli zaten. Ama bizim hikayemiz bu tınıya yaslanmıyor.
Yeşilçam Türkiyeli bir dijital platformun, BluTV’nin büyük projelerinden birisi olma
özelliğine sahip. Hem dijitalde hem de geleneksel televizyonda çalışmış
senaristler olarak klasik ve dijital mecralar arasında nasıl farklar olduğundan
bahsedebilir misiniz?
LC- Dijital
platformlar içerik üreterek ve bunları abonelere satarak yaşıyorlar. Bizde bu
iş çok yeni. Bence en az bir beş yıl geçmesi gerekiyor. Herkes ister istemez
çok ürkek, haklılar da. Eğer yaratıcı kısımla ilgili konuşacaksak, benim
gördüğüm Türkiye’de post prodüksiyonda iyiyiz ama pre-prodüksiyon işinde
tereddütlüyüz. Bizim açımızdan ise şu söylenebilir. Blutv, önce senaristle
anlaştı ve bizimle senaryo çalıştı, telifimizi iş yayımlanmadan ödedi, bunlar
yeni ve olması gereken tercihler. Televizyonda olan şeyler değil bunlar.
VS- Televizyondaki
haftalık düzende bölüm süreleri çok uzun ve sezona başlarken 30 küsur bölüm
yazmayı hedefleyerek başlıyoruz ama hedeflendiği gibi de olmayabilir, erken de
bitebilir. Yorucu, tüketici bir tempo ve belirsizlik var televizyonda.
Dijitalde ise dünyanın geri kalanı bu işi nasıl yapıyorsa öyle yapma şansımız
var. Hikayeyi baştan sona kurabiliyoruz, varacağımız yeri biliyoruz, zamanımız
olduğu için geriye dönük değişiklikler yapabiiyoruz. Hikaye anlatma imkanları
da daha fazla. Yakın zamanda örneğini gördüğümüz gibi gerçek bir özgürlükten
dijitalde de bahsetmemiz olanaksız ama TV'ye kıyasla daha rahat olduğumuzu
söyleyebiliriz.
Altyazı'ya konuştuk.
Link
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder