Cuma, Nisan 30, 2021
Perşembe, Nisan 29, 2021
Steampunk Manzaralı Kişisel Bir Ağıt
Çarşamba, Nisan 28, 2021
Can Baba
Salı, Nisan 27, 2021
Fakat Albayım...
İlginç dedim, ilginçliği, toplanan karikatürlerin tamamının erotik karikatürler olması... E o da olur diyebilirsiniz...Haklısınız derim.
Bence asıl ilginçlik, hazırladığı albümü yeni tanıştığı, muhtemelen flört ettiği bir kadına hediye edince başlıyor...
Pazartesi, Nisan 26, 2021
Yeşilçam ve Oksijen
Yeşilçam BluTV’nin
ilk dönem dizisi, sizin yollarınız nasıl kesişti BluTV’yle? Yeşilçam’ın
senaryosu nasıl bir süreçten sonra yazıldı?
Levent Cantek- Daha önce Bozkır’da çalışmıştım BluTv ile. Sağolsunlar hep ilgi gösterdiler, benimle yeni bir çalışma yapmak istiyorlardı, sözleşme önerdiler. Sonrasında bir toplantıda çeşitli fikirlerimi söyledim. Önerilerimden biri de altmışlı yıllardan bir yapımcının hikayesi idi. Hoşlarına gitti, ortada hikaye yoktu, sadece bu kadar yani. Biraz konuştuk ama bana güvendiler demek daha doğru. Sonra Volkan ile konuştum, oturup yazdık. O toplantıdan bir kırk gün sonra ilk bölümü okudular. Beğendiler, devam ettik. İlk sezon yazımı bittiğinde de ikinci sezonu yazmamızı istediler … Yani çekimler başlamadan iki sezonu da yazmıştık, kanal kararlıydı, işe inanmışlardı.
Dizinin geçtiği
dönemde nasıl bir Türkiye’deydik? Satır başlarıyla kısaca çizmek mümkün mü? Hem
politik olarak, hem sosyolojik olarak. (Mesela Rumların Yunanistan’a
gönderilmesi... Dizide Reha’nın değindiği gibi ‘Sahnede Hollywood, masada
Yeşilçam’ yani MonaLiza türü kulüpler… İzleyici seks istiyor’ lafına gülen
yerli sinemacıların yanı sıra ABD’den fantezileriyle dönen siyasetçiler….)
Volkan Sümbül- 60'larda dünyada esen bir rüzgar var, onun etkileri bize de ulaşıyor bir nebze. Toplumda görece bir ferahlık var ama Türkiye bir darbeden çıkmış bir diğerine doğru gidiyor. Kıbrıs sorunuyla başa çıkamayıp ellerinde bir bavulla Yunanistan'a yollanan Rumlar... Bu zaman, köyden kente göçün arttığı, gecekondulaşmanın yaşandığı yıllar. Bütün bunlar hem Yeşilçam'ı, hem de o dönemde anlatılan hikayeleri etkiliyor elbette. Geçmişin fotoğraflarına baktığımızda aa ne güzel diyoruz ama biraz derinine inince, Türkiye'nin her döneminde bir kriz, bir ıstırap bulunuyor. Türkiye en hafif tabiriyle vatandaşını her zaman gündemiyle oyalamayı başarmış.
O dönem için
‘Yeşilçam’ın altın çağı’ deniyor. Yeşilçam’ın altın çağından da bahsedebilir
miyiz biraz? Dizide her yönünü görecek miyiz?
Şimdinin yapım şirketleri, o dönemin anlı şanlı prodüktörlerinin yerini mi aldı?
LC- Şimdiki yapımcılar televizyona çalışarak büyüdüler ama elbette bir devamlılık iddia edilebilir.
Reha, Semih ve
Vehbi; birbirleriyle alakaları yok ama üçü de aynı sektörün önemli isimleri.
Karakterlerinin arasındaki temel farkları nasıl ifade edebiliriz?
VS- Sinemaya bakış açıları üzerinden konuşursak, Vehbi sinemada cok para kazanma ihtimalini görüp bu işlere dahil olmuş, küçük bir Anadolu kaplanı. Reha bir işadamı. Olaylara, işine rasyonel bir şekilde yaklaşıyor. Kararlarını, özel hayatıyla ilgili olanları bile, kar-zarar hesabı yaparak alıyor.Semih ise bir sinema aşığı. Sinemaya olan bağlılığı diğerleri gibi parayla ilişkili değil, gönülden bir bağ. Sinema olmasa ben ne yapardım, hiçbir şey yapamazdım diyor.
Çok
ayrıntılı bir arşiv taraması yaptığınız anlaşılıyor. Hangi kaynaklardan
yararlandınız?
VS- Lütfi
Akad'ın 'Işıkla Karanlık Arasında' kitabını önceden de okumuştum ama dizi için
tekrar göz gezdirmek istedim. Yine elimden bırakamayıp, baştan sona tekrar
okudum. Sadece bir yönetmen değil... Bilgisi, merakı, yazarlığı, Türkçe'ye
hakimiyeti... 'Tam' bir sanatçı. Bütün bunların yanında okurken şu da anlaşılıyor,
kendisi çok mütevazı ve çok iyi bir insan. Yani bu araştırmalar sırasında beni
en çok 'tekrar' etkileyen şey Lütfi Bey'in kendisi oldu.
Yeşilçam
filmleri denince nostalji, tatlı duygular, gülümsemenin yanına ilişen, olmazsa
olmaz bir de alaycılık vardır maalesef. Bu yaklaşımımızı hiç değilse yeniden
gözden geçirmemize katkısı olur mu dizinin?
Referans olarak
aldığınız yapımlar var mı?
VS- Yok esasen.
İlk iki bölümden
çıkardığım kadarıyla Yeşilçam, sadece aynı adlı sinema sektörünün değil insanı
avucunun içine alan ve bir daha bırakmayan bir sinema sevdasının da hikayesi.
Sizin sinema sevdanızda Yeşilçam’ın nasıl bir rolü var?
VS- Anlattığım hikayelerde, dizilerde, filmlerde bir iyimserlik olduğunu, bunun da çocukken izlediğim Yeşilçam filmlerinden miras kaldığını düşünüyorum bazen. İlk filmim İlk Aşk'ta, Çağan Irmak'la çalıştığımız Nadide Hayat'ta bu izleri görmek mümkün. İlk bölümde Semih'in Tülin'e sinemanın büyüsünü anlattığı kısım muhtemelen birçok senarist ve yönetmen için sinema sevdasının başlangıç noktasıdır. Karanlıkta oturup bir filmin büyüsüne kapılmak ve yıllar sonra seyircilerin karanlıkta oturup senin filmini izlemesi...
LC- Yeşilçam, Hollywood taklidi ve rekabetiyle bir tarzı temsil ediyor. Popüler kültürümüzü de domine ediyor. Çocukken kanarak seyrediyorsunuz, büyüdükçe farklı sinemalarla karşılaştıkça eleştirmeye başlıyorsunuz, hayat böyle, başka başka ilgilere kapılıyorsunuz. Bu ülkede hikaye anlatacaksanız Yeşilçam’ı hesap etmek zorundasınız. Yok saymak da buna dahil. Etkilenmemek mümkün değil demek istiyorum.
[Soruları Oksijen gazetesi için Elçin Yahşi sordu, Volkan ile birlikte cevapladık. 23.4.2021]
Cumartesi, Nisan 24, 2021
Bu Hikâyenin Kahramanı Bertrand Russell
Cuma, Nisan 23, 2021
Levent Cantek ve Volkan Sümbül ile Yeşilçam Üzerine Söyleşi
Senaryo iki kişilik bir çalışmanın ürünü. Proje etrafında nasıl bir araya geldiğinizden, birlikte çalışma pratiklerinizden bahsetmek ister misiniz?
LC- Volkan’la daha önce iki ayrı televizyon dizisi işinde birlikte çalıştık. Doğrusu ben film ve dizi işlerinin uzağında birisiyim. Ankara’da yaşadığımdan hem başka bir alemdeyim hem de pek dahil olmak istemiyorum. Volkan benim ilk tanıdığım senaristlerden biri. On yıldır bu işi yapıyorum ama beş tane senarist tanımıyor olabilirim. Aramızda bir kardeşlik ilişkisi var. Dünyaya da hikayelere de benzer baktığımız yerler de var hiç anlaşamadığımız kısımlar da… Birlikte çalışmak da çok kolay bir iş değil. İşin kendisi de gerilimli. Endişe de yapıyorsunuz, gaza de geliyorsunuz…Yeşilçam’ı yazarken bölüm bölüm ilerledik, varacağımız bir yer vardı ama konuşarak çatışarak ilerledik. Teknik olarak tretman çıkarıp paylaşıyoruz, yazım bitince dil benzerliği için yeniden okuyoruz, düzeltiyoruz.
VS: Çağan Irmak'la 2015'te Nadide Hayat'ı yazmıştık. O zaman da onunla çalışmak çok keyifliydi. Sevgimin saygımın dışında birbirimizi anladığımızı, profesyonel olarak da anlaştığımızı bildiğim için onunla tekrar çalışmak beni mutlu etti. Çağan'ın bu dönemi çok iyi bilmesi dışında döneme olan büyük bir sevgisi var. Bu ekrana da yansıyor.
Dizinin senaryosu dönemin sinema dünyasından isimlerle kurmaca karakterleri bir araya getiren bir yapıya sahip. Kurmaca ve gerçek karakterler arasındaki dengeyi kurarken nelere dikkat ettiniz? Kurmaca karakterleri bu dünyaya yerleştirirken esinlendiğiniz isimler var mı?
Hikâye bir yanıyla Yeşilçam geleneğini ve naifliğini takip ederken bir yandan da dönemin siyasi ve toplumsal olaylarının ciddiyetiyle nostalji dozunu dengeliyor. Sansürün, şeytanlaştırılan komünist bir karakterin, Kıbrıs olaylarının hikâyenin bir parçası yapıldığını görüyoruz. Öte yandan Yeşilçam’ın hikâyesini bu ölçekte, toplumsal tarihimizle ilişkili biçimde ele alan yapım sayısı da pek fazla değil. Senaryoda bu bağlantıları kurarken nelere dikkat ettiniz?
Sinema duygusu ve vurgusu çok yüksek bir yapım Yeşilçam. Pek çok kez bu duygunun karakterlerin ağzından döküldüğüne de şahit oluyoruz. Senaryoyu yazarken tekrar ziyaret ettiğiniz, yol gösterici olmuş filmler var mı? Hikâyede önemli rol oynayan ‘Kırlangıç Mevsimi’ gibi filmleri kurgularken hangi filmlerden ilham aldınız?
Dizi bir yandan da hikâyelerin gücüne inanan karakterlerin peşinde giden bir yapıya sahip. Ana karakter Semih Ateş “Bir film yaparım, hastalar iyileşir, mevsim değişir,” ifadelerini kullanan bir yapımcı. Yeşilçam gibi ciddi bir araştırma emeği gerektiren bir projenin arkasındaki kişiler olarak Yeşilçam döneminde hikâye anlatmakla bugün hikâye anlatmak arasında nasıl farklar görüyorsunuz? Üreticinin sinemaya yaklaşımı sizce nasıl değişiklikler gösteriyor?
VS- Yeşilçam zamanında sinema perdesi rakipsizdi. Çok sayıda film çekildi, izlendi. Bir süre sonra Yeşilçam zamana ve televizyona yenildi. Bugün televizyon, üretim şekli aynı olsa bile farklı tüketim şekilleri sunan dijital dünyayla mücadele ediyor. Şu anki şartlarda dijital mecralar yazarlara çekici gelen başka fırsatlar sunuyor. Ama ne olursa olsun bence sinema filmi yazmak her zaman daha heyecan verici. Şu anda pandemi sebebiyle salonlar kapalı, açıldığımızda sinemanın geri dönüşü nasıl olacak bilemiyoruz. Umarım hala hayattadır. Sinemada film izlemeye, sinema için yazmaya devam edebiliriz.
LC- Döneme ve yayın mecrasına bağlı olarak hikayeler değişir ve çeşitlenir. Yeşilçam’da filmler pek çok bakımdan tek odaklı, mutlu sonlu klişelere dayalıydı. Bizim anlattığımız hikaye ister istemez televizyonda özellikle son on yılda gelişen dizi hikayeciliğinin bir tür devamı sayılabilir. Ama illa bir şeye benzeteceksek, bizim hikayemiz, Amerika’da Hollywood’u silkeleyen dijital platform dizilerine benzetilebilir…gibi geliyor bana
Yeşilçam Türkiyeli bir dijital platformun, BluTV’nin büyük projelerinden birisi olma özelliğine sahip. Hem dijitalde hem de geleneksel televizyonda çalışmış senaristler olarak klasik ve dijital mecralar arasında nasıl farklar olduğundan bahsedebilir misiniz?
LC- Dijital platformlar içerik üreterek ve bunları abonelere satarak yaşıyorlar. Bizde bu iş çok yeni. Bence en az bir beş yıl geçmesi gerekiyor. Herkes ister istemez çok ürkek, haklılar da. Eğer yaratıcı kısımla ilgili konuşacaksak, benim gördüğüm Türkiye’de post prodüksiyonda iyiyiz ama pre-prodüksiyon işinde tereddütlüyüz. Bizim açımızdan ise şu söylenebilir. Blutv, önce senaristle anlaştı ve bizimle senaryo çalıştı, telifimizi iş yayımlanmadan ödedi, bunlar yeni ve olması gereken tercihler. Televizyonda olan şeyler değil bunlar.
VS- Televizyondaki haftalık düzende bölüm süreleri çok uzun ve sezona başlarken 30 küsur bölüm yazmayı hedefleyerek başlıyoruz ama hedeflendiği gibi de olmayabilir, erken de bitebilir. Yorucu, tüketici bir tempo ve belirsizlik var televizyonda. Dijitalde ise dünyanın geri kalanı bu işi nasıl yapıyorsa öyle yapma şansımız var. Hikayeyi baştan sona kurabiliyoruz, varacağımız yeri biliyoruz, zamanımız olduğu için geriye dönük değişiklikler yapabiiyoruz. Hikaye anlatma imkanları da daha fazla. Yakın zamanda örneğini gördüğümüz gibi gerçek bir özgürlükten dijitalde de bahsetmemiz olanaksız ama TV'ye kıyasla daha rahat olduğumuzu söyleyebiliriz.
Perşembe, Nisan 22, 2021
Yeşilçam ve ben
Yeşilçam'ı yazarken zor dönemler geçirdim, babam hastalandı, kanserden vefat etti, annem covid oldu, ondan bana bulaştı... bir daha "asla" demem gereken tatsızlıklar yaşadım, bir his olarak affetmeyeceğim şeylerle karşılaştım... Eskilerin ağzıyla kan, ter, ıstırap ve gözyaşı dolu günler geçti. Teşekkür edeceğim insanlar da var elbette ama onlar zaten yanımda yamacımdalar ve çok değiller... İstediğim an konuşuyorum onlarla.
Yeşilçam'ı daha yazmadan şey demiştim, "bu benim yazdığım en iyi iş olacak", bu hissi halen taşıyorum. Genel olarak yaptığı işlerin tadını çıkarabilen, kutlamasını yapabilen, "oh be" diyebilen biri olamadım. Hep sonraki maçlara geçerim.
Yine öyle olacak...
Bakalım, derler ya.. Geçtiğimiz pazartesi iki film hikayem Los Angeles'tan okeylendi, bindim bir alamete gidiyorum.
Çarşamba, Nisan 21, 2021
Metin Hoca
Pazartesi, Nisan 19, 2021
Kötülük Oyunu
Cumartesi, Nisan 17, 2021
Cuma, Nisan 16, 2021
Perşembe, Nisan 15, 2021
Çarşamba, Nisan 14, 2021
İki fotoğraf
Bilenler hemen fark etmiştir, ilk fotoğrafta Huysuz Virjin var... Müşteri onu tanıyarak oturmuş olmalı masaya... Başına ne geleceğini, ne yaşayabileceğini üç aşağı beş yukarı biliyor anlamında... bile isteye oradadır demek istiyorum. Huysuz, muhtemelen beyfendiyi diline dolamış, karısı onu destekler gibi bir neşeyle kadehini kaldırmış.
İkinci fotoğrafta adam neşeli, kadınsa mesafeli... bir duvar örmüşcesine donuk, üstelik şarkıcı kadın da bunun farkında...Hanfendi, şarkıcıyı istemiyor, kocasının sırtarmasından hoşlanmıyor filan... Her şey ona rahatsız edici ölçüde gerçek veya nasıl desem yapay-yalan geliyor olabilir. Oysa Huysuz zaten ve baştan sona parodi yapıyor, ters yüz ediyor, karnavalesk dayranıyor, ahlakın sınırlarını zorlayarak komikleştiriyor. İki kadının tepkileri o sebeple farklı. İki erkekse ehi ehii tadında birebir aynılar.
Son not: İlk fotoğrafta arkaplanda duvardaki fotoğraftan bir kesit görünüyor, Ara Güler resmi gibi bir şey. Yoksul, emekçi ya da sadece yaşlı biri. Üstelik fotoğraf büyütülerek duvara istiflenmiş. İnsan merak ediyor, o mekanda o fotoğrafın işi ne?
Salı, Nisan 13, 2021
Tomris
Pazartesi, Nisan 12, 2021
Pamuk Prenses
Bacaklar |
Kollar |
üst taraf |
Yüz |
link
Ben sadece Pamuk Prenses'i örnekledim.
Aynı mantıkla çalışan, dijital üretim yapan çizerler zaten var... İşlerin kare kalem, çini, fırça ve renk olduğu zamanların daha zor ya da kolay olduğunu söyleyemem. Tek bildiğim, yukarıdaki gibi bir çalışma yapmak pek mümkün değildi.
Pazar, Nisan 11, 2021
Cumartesi, Nisan 10, 2021
Yanıyor
Geçen geldiğinde durası geldi ve tasnif etmeye çalıştığım orijinal sayfalara-çizgilere bakarak, "abi sen bunları topluyor musun" diye sordu, "topluyorum, eline geçerse ilgilenirim" dedim.
"Geçen" dedi "elime geçti bunlar gibi şeyler ama onlar sapık sapık şeylerdi, yaktım hepsini." Herkes sahaf değil, herkes mesafe kuramıyor, insanlar sevmedikleri "şeylere" karşı kolayca acımasız ve kıyıcı olabiliyor, garezle husumetle konuşabiliyorlar. Yakmayı duyunca üzüldüm tabii ama "niye yakıyorsun, bunlar değerli şeyler, hem para kazanırsın, hem de meraklısı, alıcısı çıkar, sattığında birilerini mutlu edersin" mealinde ikna edici bir tonda tatlı dille konuştum, yanan yandı, bundan sonra aklında kalsın istiyorum.
Sonradan anladım ki sapık dediği adam eşcinselmiş... önce koleksiyoncu sandım, daha fazlasıymış ve eşcinsel aşkı ve erotizmi anlatan çizgi romanlar yapıyormuş. Adını sordum, hatırlamıyordu, ister istemez merak ettim, konuştukça yurt dışına erotik çizgi romanlar üreten biri olduğu kanaatine kapıldım, sayfalarca çizgi roman çizmek az şey değil çünkü... Kendisi için, amatörce bir hevesle bile çizse az şey mi, büyük sabır ve meşakkat, bilenin de yok... Merakımı anlayınca "adını bizim çocuk biliyor" dedi.
Bir iki hafta sonra Ayrancı Pazarında karşılaştığımızda yanında çalışan "bizim çocuğa" sordu, sahiden traji komik bir sahneydi, genç çocuk, sobada yakılan sayfaları hatırlayınca tıpkı patronu gibi "Abi sapıktı ya" diye kasavetle ve ekşiyerek başladı, "adı batsın" parlamasıyla lafını bitirdi...
Ölüyorsun, sadece yazdığın, çizdiğin, sakladığın her şey değil mahremin bile birilerinin eline geçiyor, ve sonra hiç yokmuş ve hiç yaşamamışçasına, adı batsın öfkesiyle "yakılıyorsun"
Cehennem burada, içimizde, evimizde, kalbimizde... hep beraber yanıyoruz işte.