Turgut Çeviker, seksenli yılların ikinci yarısında Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü adlı önemli bir kitap dizisi hazırlamıştı. Neredeyse hiç bilinmeyen bir dönemi, 1867-1923 arasını ele alarak mizah dergileri ve karikatüristlerle ilgili arkeolojik nitelikli bir çalışma ve döküm yayınlamıştı. Yazı dilinin değişimi nedeniyle ancak uzmanlarınca okunabilen başka bir dünya ve kültüre aitmişçesine gaiplere karışmış dergi ve çizerleri bulmak, tasnif etmek sadece emek, sabır ve özveri istemiyordu, sahici ve delice bir tutku gerektiriyordu. Çeviker, gerçekten büyüleyici ve benzersiz bir çaba göstermişti. Sonraki yıllarda çıkardığı kitap ve dergilerde de yakın ölçülerde bir niteliği sürdüğünü söyleyerek hakkını teslim edelim.
Diğer yandan karikatüre ve üreticilerine eleştirel bir gözle bakmayı pek tercih etmedi. Görsel açıdan zengin kitaplarında ansiklopedik bir enformasyon, çeşitli kitap ve yazarlardan yaptığı iktibaslar dışında yazarlığını öne çıkartmadı. Çok sayıda kitabı olmasına rağmen az yazan ya da az yazmayı tercih eden bir araştırmacıdır Çeviker. Asıl göstermek istediğinin yorumculuğundan çok karikatürler olduğunu düşünüyor da olabilir. Üç ciltlik son çalışması Karikatürkiye’de de bu eğilimini sürdürmüş. Kitaptaki tarihsel betimlemeleri ve görsel açıklama notlarını Ahmet Kuyaş, önsöz niteliğinde bir değerlendirmeyi ise Murat Belge yapmış.
Karikatürkiye, siyaset temelli, günün-haftanın en önemli olayını, manşet ya da sürmanşeti yorumlayan karikatürlerden oluşuyor çoğunlukla. Çeviker’in magnum opus’u Gelişim Sürecinde… dizisiyle kıyaslanırsa, o denli mufassal bir çalışma olmadığı hemen anlaşılıyor. 1923-2008 arasını karikatürlerle anlatmak kuşkusuz meşakkatli iş; karikatür seçimlerine bağlı olarak gelişen bir siyasi tarih perspektifi kurmak, ister istemez bir ‘eksikliği’ mümkün kılıyor, onun da farkındayım. Evet, her seçim subjektiftir, editöryal tercihleri tartışmak ancak bunu hesap ederek mümkün olabilir ama yine de söylemeden edemeyeceğim. Karikatürkiye, belli çizerlere yoğunlaşan, onları romanesk hürmet ve meftuniyetle sarmalayan bir çalışma. İlk dönemler söz konusu olduğunda bir üretici kıtlığı vardır, bu yoğunlaşma o yıllarda anlaşılabilir ama 1950 ve 1970 sonrasında gerçekten önemli bir karikatürist artışı yaşanıyor. Oysa bakıldığında Tan Oral ve Turhan Selçuk ağırlıklı bir seçim yapılmış, Vehip Sinan gibi İslami sağın gerçekten önemli bir ismiyse tek bir çalışmasıyla bile yer almamış örneğin. Gırgır ve sonrasındaki mizah dergilerinin kısıtlı kullanılacaklarını tahmin etmiştim, sağ basının bu denli az yer alacağını beklemiyordum.
Her ne olursa olsun, inanarak yazıyorum, Karikatürkiye, özellikle siyasi tarih çalışmalarına hatırı sayılır bir katkı sağlayacaktır. Ülkemizde muhalif sanat sayılagelen karikatürün kanonik karakterli propaganda niteliklerine veya ‘kadı ekmeği yemeyen karınca’ misali resmiyetçiliğine dikkat çeken bir malzeme içeriyor çünkü. Klişe ve ezberleri, milim sapmayan yönsemeleri karikatürlerden tespit edebiliyorsunuz. Her okuma farklıdır, en azından ben bunu böyle, hemen ve bilcümle görüyorum. Farklı okumalar mutlaka yapılacaktır, kitap buna imkân veriyor. Çeviker, sadece bu titiz arşivciliğiyle bile Türkiye’de karikatürün en önemli sergicisi, ehlivukufu... Dilerim, yeniden bir üretkenlik içine girmiştir, karikatürün hafızı kütübu olduğunu gösteren başka ve yeni çalışmalar çıkarır.
Son sözüm Murat [Belge] Hocaya… Türkiye’de Gırgır’ın bir zamanlar Mad ve Krokodil’den sonra dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisi olduğuna inanılır. Niye bilmiyorum, o da inanmış olmalı ki sunuş yazısında değiniyor. Bu iddia, açık biçimde Gırgır’ın yayıncısı Simavilerin Günaydın gazetesinde ürettiği asparagas bir haberdir, aslı astarı yoktur. Soğuk savaşın iki süper gücünün iki dergisini seçip (dünyada başka bir ülke veya dergi yokmuş gibi) Gırgır’a üç numarayı bahşetmek o yıllarda çok hoşumuza gitmiş ki hâlâ severek tekrarlıyoruz. Gırgır, elbette çok satıyordu ama global ölçekli bir istatistiki veri yok, olmadı da… Olsaydı, Gırgır dünyanın en çok satan üçüncü mizah dergisi olmazdı zaten. Gırgır’ın üçüncülüğünü bir tek Türkler biliyor ne yazık ki… Biliyorum, benimkisi nafile bir çaba, bu romantik iddia unutulmayacak, yüz yıl sonra bile bu ‘şaşılası başarıya’ inanılacak. Hani arada bir, Türkün Türk’e propagandası diyoruz ya… Vallahi öyle!
[Radikal Kitap, 4.12.2010]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder