Hamdi Özdiş’in ‘Osmanlı Basınında Batılılaşma ve Siyaset
(1870-1877)’ adlı kitabı, yazarın yüksek lisans tezine dayanıyor; Teodor Kasab ve Çaylak Tevfik’in
çıkardığı dergiler, Diyojen, Hayal ve Çaylak çerçevesinde
geliştirilmiş. Gazetecilik tarihimizde ilk mizahçılar olarak hatırlanan iki
ismin rekabet içinde olmaları, birbirlerine düşmanlık duymaları ayrıca
ilginçtir, kitap bu yönü de kapsıyor. Aralarındaki husumete karşın her iki isim
(ve yayınları) siyaseten benzer niteliklere sahiptirler; meşrutiyetçi bir
tutumla yayıncılık yapmakta, padişahı hariç tutarak bürokrasiye karşı dikkatli
bir muhalefet sürdürmekte, pragmatik bir reformculukla topluma ve geleceğe
bakmaktadırlar.
Hamdi Özdiş, Kasap ve Çaylak’ın seyrüseferlerini
irdelerken belli başlıklar altında hayatı ve siyaseti nasıl yorumladıklarını
betimliyor. Birkaç savı var. Öyle anlaşılıyor ki, evvela mizah dergilerinin bir
biçimde paradigma oluşturduklarını söylüyor. Ortak referanslar, itirazlar,
klişeler ve koşut iddialar taşındığını düşünüyor. Diyojen ve Çaylak’ın
içerikleri pek de farklı değil o sebeple. Gösterilen tepkiler, ciddiyetle
yazılan makaleler ve hemen akla gelen espriler aynı membadan besleniyor ona
göre. Bu paradigmatik bağlam hususunda yazara katılıyorum. Özdiş, bu çıkarımdan
hareketle bir iddia daha öne sürüyor. İncelenen yayınları, Yeni Osmanlı
hareketinin bir parçası sayıyor ve değerlendirmelerini hareketin kritiğinden
(ve ilgili literatürden) ilham alarak kurguluyor. Söz konusu yayınlar ve
yazarlar, Yeni Osmanlı hareketine uzak değiller. Özdiş, pek çok hatırata ve
değiniye başvurarak kurduğu illiyeti pekiştiriyor. Diğer yandan uzak değiller
ama harekete yakın da değiller bence. Benzer bir yakınlık-uzaklık vurgusunu
sonraki dönemde, İttihatçılar ile mizah dergileri için de yineleyebilirdim.
Sanıyorum sorunu, basının siyasal iktidarla olan ilişkisine bağlayarak
tanımlamak gerekiyor. Diyojen ya da Çaylak, Yeni Osmanlıların ne
içinde olacak ölçüde yakınındalar ne de dışında kalabilecek kadar uzağındalar.
Her iki mesafe mutlak bir zaviyeyi gerektirdiğinden tercih edilmiyor, bunun bir
yayıncılık ilkesi-muğlâklığı olduğunu düşünüyorum. Bu pragmatik tutumlarını
açık etmiyorlar da… Herkesin kızdığına kızan güldüğüne gülen tutumları var
çoğunlukla. Yeni Osmanlılar, İttihatçılar veya Milli Mücadelecilerle mizah
yayınlarının ilişkisi hep bu yönde gelişiyor. Taraf olan, konumunu açıkça beyan
eden uzun ömürlü olamıyor, bu neredeyse kural olacak kadar tekrarlanıyor. Uzun ömürlü
mizah dergileri, ancak bu muğlâklıkla var olabiliyorlar.
Yeni Osmanlıcı eğilimler, kamuoyunda kabul görüp
popülerleştiği zaman mizah dergilerinde belirginleşebiliyor. Mizahçılar, siyasi
muhalefetin etkin aktörü değil ancak yandaşı olabilirler çünkü popülerlikten
beslenirler. Rejim karşıtlığı ve siyasi anaakım değerlerin dışında kalmak,
popülerliğe ket vuran niteliklerdir. Buna rağmen popüler olan mizah dergileri
olmamış diyemem ama onlar da yeni yükselen ve o gün için ne olduğu
belirsiz-çeşitli ümitler taşıyan bir siyasi muhalefetin yarattığı rüzgârı
arkalarına alırlar ve kazandıkları ticari başarı mutlaka geçicidir. 194o’lı
yıllarda Markopaşa, DP rüzgârıyla yükselmiş, CHP kadar DP’nin de karşıtı olduğu
anlaşılınca ve komünist olarak yaftalanınca baş aşağı giden bir süratle tiraj
kaybetmiştir. Mizah dergilerinin [B]üyük [S]iyasete, örneğin Osmanlı ya da Türk
kimliğine karşı (kaotik dönemlerde) net tavır koy(a)madıklarını, ancak ve ancak
taraflar ve siyasetler meşrulaştıktan sonra ‘konuşabildiklerini’ düşünüyorum.
Aksi olduğunda, yani taraf olmaya mecbur kaldıklarında ya da kim’liklerini,
ne’liklerini ifşa ederek kendilerini alenileştirdiklerinde marjinal yayınlara
dönüştüklerine inanıyorum. Özdiş, hem padişah yanlısı hem hürriyetçi olmalarını
bir entelektüel sorun ve Yeni Osmanlı aydınının karakteristiği sayıyor. Çözüm
önerilerinde duygusal davrandıklarını, devran dönerken-sınırlar değişirken
halen Osmanlılık ve müsavat (eşitlik) gibi klişelerle konuştuklarını
belirtiyor.
Başka türlüsünü mümkün olmadığını, olsa bile bunu
yapamayacaklarını iddia edeceğim. Çünkü mizahçılar hem sanıldığı ve
kendilerinin iddia ettiği ölçüde entelektüel donanıma sahip değiller hem de
popüler siyasi eğilimlerden farklı olan inanış ve eğilimlerle üretmiyorlar.
Popülerliğin ölçütü çoğunlukla hem fikir olmaktan, onlar gibi düşünmekten
geçiyor. İlk mizah dergilerimizde Karagöz’e ya da diğer halk sanatından (sayıla
gelen) tiplemelere yönelik ilgi ve ihtimam, bu popülerlik savunusundan çıkıyor.
Bu nokta önemli: kendilerini entelektüel ve siyasi mücahit ölçüsünde dava
adamı saydırmak hususunda sahiden maharetliler. Bugün bakıldığında bizzat mizah
üreticilerinin iddialarına dayanan onlarca yazı, sayısız konuşma, birbirini
tekrar eden epeyce laf var ortada. Konuyla ilgilenen-okuyan herkesi etkileyecek
bir yoğunluk olduğunu, özeleştiri de yaparak- üzerinde ayrıntılı düşünmeden
kimi zaman bu yoğunlaşmaya kendimce katkıda bulunduğumu itiraf etmeliyim.
Mizahçılar, toplumun yanında değil önünde olduklarını, otoriteye karşı tek
başlarına mücadele ettiklerini iddia edebiliyorlar. Hele ki dergiler ve
mizahçılar, büyük oranda unutulup birer tarih vesikasına dönüştüğünde çok daha
büyük laflar edilebiliyor. O dergiler ve mizahçılar değil meslek(taşlar)
övülüyor aslında. Yapılanın tahrifat ya da abartı olduğunu söyleyemem, bu bana
bir tür ‘serap’ gibi geliyor, hiç tartışmadan kabul ediliyor, tekrarlanıyor ve
o ‘serap’ giderek gerçeğe dönüştürülüyor, ‘güzel olduğu’ için mesleki bir
tapınmayı sağlıyor, yaygınlaşıyor. Tekrarlayayım: mizah dergileri etkin ve
sürekli bir siyasi faaliyetin içinde olmamışlardır. Delil olarak başvurulan
ceza ve kapatma davalarını azımsamak için söylemiyorum ama bu(nlar) ne
mizahçıların muhalefet başarısını gösterir ne de siyasi muhalefetleri nedeniyle
ceza alan düşünce suçlularına göre ağır yaptırımlar içerir. Dava ve kapatma
cezalarının mizahçılığın itibarı-entelektüel çabanın göstergesi sayılması
kuşkusuz yanlış ve abartılı bir tutum; ne var ki bu bir vakıa ve kullanılıyor.
Özdiş’in çalışması, mizahçıların (siyaseten)
tekdüzeliğini göstermesi bakımından başarılı bir döküm. Üstelik sonraki
dönemlerde mizahçılar neleri önemse(me)diler sorusunu akılda tutarak analiz
yapacak araştırmacılara bir açılım sağlayabilir. Çünkü espriler, öfkeler ve
hezeyanlar aynı çizgide gelişiyor, yineleniyor. Mizah tarihi çalışmalarının
daha sakin yazılmasından, romantize edilen iddialarla didişilmesinden yanayım.
Özdiş, çok da önemsenmeyen bir alanda umarım yeni çalışmalar yapar.
Yalan-yanlış yazılan ayrıntıların farkında, dipnotlarında tek tek sıralıyor
çünkü. Meraklısına bunlar da ilginç gelecektir.
Birgün Kitap, 24.7.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder