Cumartesi, Kasım 29, 2025

Slacktivism

Naber’de gördüm, tatlı bir espriymiş. Malum, hepimiz Instagram / WhatsApp / Facebook / Snapchat gibi platformlarda, 24 saat sonra kaybolan story’ler üzerinden yürüyen “politik” paylaşım pratiğinin içindeyiz.

Bir eylem afişini paylaşmak, hashtag’li dayanışma görseli koymak, “Şu kampanyayı imzalayın” linki eklemek ya da profiline siyah kare, gökkuşağı bayrağı, ülke bayrağı vb. koyup “yanındayız” demek…

Hiçbirimize sorun gibi gelmiyor; sorun olarak konuştuğumuzda da birbirimize hak verip yola devam ediyoruz. Hepimiz biraz story aktivistiyiz.

Yapılan eylem geçici, kaybolan ve çoğu zaman düşük maliyetli bir jestten ibaret. Parmağınla repost yapıyorsun; risk yok, bedel yok. Dışarıdan bakınca yoğun bir “muhalefet” havası var; ama gerçekte performans düzeyinde kalıyor.

Matrak olan şu: İnsanlar yaptıkları bu ufak jestlere öyle kapılıyor ki, bir şeyleri story’den düzelttiklerini sanabiliyorlar. Bunu da refleks olarak Z kuşağına atfediyoruz ama tavrın onlara mahsus olduğunu gösteren bir veri yok. Herkes bu havaya girebiliyor.

Akademide buna “slacktivism” (slacker + activism) deniyor: Koltuktan kalkmadan, düşük eforla icra edilen, yüksek sembolik aktivizm. Kısaca “tembel aktivizm” ya da “koltuk aktivizmi” diye çevrilebilir.

Haftalık Muhalefet'teki Betül, aslında tam da bu story aktivizmi / koltuk aktivizmi hâlini anlatıyor: Pazartesi’den cumartesiye kadar “Türkiye gibiyim”, “hiçbir şeye şaşırmıyorum”, “Türkiye simülasyonunda sıradan bir gün”, “yazıp yazıp siliyorum”, “haber seyretmiyorum”, “olmaz dediğimiz her şey oldu” gibi cümlelerle iç sıkıntısını ve memleket hallerini ekran başında, klavye başında, tamamen içe kapalı bir döngüye hapsediyor; fiili bir eylem, risk ya da bedel yok, sadece hisler ve laf.

Pazar gününe geldiğimizde ise televizyon spikeri, bu pasif, dağınık, çoğu kez otosansüre takılan iç monoloğu “amansız muhalefet” diye paketleyip bir başarı hikâyesine dönüştürüyor; sokaklarda konvoylar, “Betül! Betül!” sloganlarıyla inliyor, kitlesel coşku ortaya çıkıyor…

Slacktivism’in özündeki çelişkiyi yakalayan yer burası: hiçbir gerçek politik örgütlenme olmadan, sadece ekranda ve kafamızın içinde yaşattığımız muhalefet duygusunun, sanki kendiliğinden rejim değiştirebileceği yönünde tatlı ama yanıltıcı bir fantezinin içindeyiz.

Umut’un karikatürü, story’lerde paylaşılan afişler, like’lanan kampanyalar ve “yazıp yazıp silinen” cümlelerden oluşan bugünün muhalif jest ekonomisini, Betül’ün haftalık ruh hâli üzerinden gayet akıllıca evirip çeviriyor.

7 yorum:

*mehtap dedi ki...

Sadece vatandaş değil, muhalefet politikacıları da aynen bu Koltuk Aktivizmini yapıyor, diyebilir miyiz? Bir nevi Betüller.

Nizamettin Gümüş dedi ki...

Merhaba,

Tespitler çok doğru, altına imzamı atarım ama bir yandan da şunu sormadan edemiyorum: Elimizden başka ne geliyor ki? Sokak desen yok, örgütlenme desen zor...

İnsanlar mecburen o 'story aktivizmine' sığınıyor çünkü tek nefes alma alanı orası kaldı. Betül’ün durumu komik olduğu kadar trajik aslında.

Biz tembellikten değil, çaresizlikten 'koltuk aktivisti' olduk bence. Yine de bu durumu bu kadar net özetlediğin için teşekkürler.

Sadece C. dedi ki...

Çok tuhaf, denk geldi sbah aynı konudaki fikrimi yazdım. İlk başta ben de gülüyordum bu “klavye silahşörlerine” ama iş biraz da artık ideolojilerin yıkılmasına dayandı. Belki olması gereken budur, sonuçta biz 20.yy’ın insanlarıyız ve yazdıklarınızı okudukça aslında geni kuşakların görüntüde politik gerçekte sosyal medyada ilgi ve beğeni çekme amaçlı bir yaşam kurduklarına inanmaya başladım.. Fakat benim neslimden en yakın arkadaşlarım bile dediğiniz gibi “ama change.org’ta bişeyleri değiltiriyoruuuuz” diye savundukları için bu davranışları.. Bilemiyorum. Kendi adıma meydanlara döküldüğüm hatta göz altına alındığım da oldu inandığım dava uğruna ama gördüm ki, sistem bildiği gibi devam ediyor ve biz sadece süre kazanmış (ya da kaybetmiş, baktığımız açıdan değişir) oluyoruz… Sanırım Sartre ve Camus’nğn olduğu noktaya gelebildim: anlamsızlık ve yalıtılmışlık… Sonrası nedir, kendi adıma korkuyorum.. İdeolojik yalıtılmışlık, yalnızlık, anlamsızlık. Cevapları kendi adıma varoluşçuluk felsefesinde ve edebiyatta arıyorum. Siz de sanatta.. Başka türlü de yaşanmaz sanırım…

Levent Cantek dedi ki...

Bu durum sadece vatandaşa özgü değil. Muhalefet siyasetinde de koltuk aktivizmi diyebileceğimiz bir jest ekonomisi var: sert tweet, stüdyo performansı, hashtag kampanyası… Ama yurttaş Betül’le siyasetçi Betül’ü bire bir eşitlemek de haksızlık olur elbette. Birinin elindeki imkân story ve repost, diğerinin elinde örgüt, kaynak ve temsil yetkisi var. Çok selam

Levent Cantek dedi ki...

Katılıyorum; sokak kapalı, örgütlenme kanalları tıkalı, “meşru” görülen itiraz alanı da giderek ekrana, özellikle de story’ye sıkıştırılıyor. İnsanlar oraya sığınmakta haksız değiller; dediğiniz gibi, nefes alma alanı çoğu zaman gerçekten orası. Betül’ün trajedisi de burada zaten, o da başka yol bulamıyor.

Benim derdim, kimseye “Neden daha fazlasını yapmıyorsun?” diye parmak sallamak değil.
“Bu düşük maliyetli jestler, bir yerden sonra bizi rahatlatıp uyutan bir konfor alanına dönüşüyor mu, dönüşmüyor mu?”

Yani evet, koltuk aktivizmini kısmen çaresizlik üretiyor; ama o çaresizliğin içinden, kimi zaman gerçekten politik bir bağ kurma ve örgütlenme ihtimalini de tamamen gözden kaçırdığımız oluyor. Yazı biraz da bu körleşmeyi işaret etmeye çalışıyor.

Çok selam

Levent Cantek dedi ki...

Gerçekten somut sonuç alan kampanyalar da oluyori olmuyor değil. Diğer yandan bu jestler, dediğiniz gibi, sistemin işleyişini kökten değiştirmiyor; daha çok süre alıp süre kaybettiğimiz, arada sıkışıp kaldığımız gri bir alan üretiyor.

Varoluşçuların tuhaf tarafı şu: Hem “boşluk” teşhisini koyuyorlar, hem de buna rağmen nasıl yaşayabileceğimizi, nasıl anlam icat edebileceğimizi tartışıyorlar.

Benim derdim ne meydanları romantize etmek, ne de story’yi bütünüyle çöpe atmak. Daha çok şunu kurcalıyorum:
“Beğeni ve görünürlük üzerinden işleyen bu yeni jest rejimi, hangi noktada politik imkân yaratıyor, hangi noktada bizi uyuşturup avutuyor?

Levent Cantek dedi ki...

Şu notu da ben düşeyim karikatür abartarak kendini vareden bir anlatım biçimi. Betül bir orta sınıf alegorisi. Yazdığım metinde onu “teşhir etmeye” değil bağlamı ile birlikte anlamaya çalıştım, maksadım buydu.

Related Posts with Thumbnails