Bir varmış, bir yokmuş. Bir padişahla bir veziri varmış.
Bu padişahın bir gün canı sıkılmış ve
kıyafet değiştirerek veziriyle birlikte halkın arasına karışmış.
Yolda giderlerken, bostanda çalışan
ihtiyar bir çiftçi görmüşler. Padişah yaşlı adama:
“Merhaba,” demiş.
Çiftçi de:
“Sana da merhaba,” diye cevap vermiş.
Padişah sormuş:
“Altıyı altıya kattın mı?”
“Altıyı altıya kattım. Fakat otuz ikiye yetiştiremedim.”
Padişah tekrar sormuş:
“Niçin kalkmadın erkenden?”
“Kalktım ama eller aldı.”
Padişah bir daha sormuş:
“Sana bir kaz göndersem yolar mısın?”
“Hay hay, bu işin ustasıyım.”
Konuşulanlardan hiçbir şey anlamayan Vezir şaşırmış.
Padişah saraya döndükleri zaman Vezir’e:
“Sen bu konuşmalarımızdan bir şey anladın mı?” diye
sormuş.
Vezir:
“Hayır efendim, anlamadım,” diye cevap vermiş.
Padişah:
“Öyleyse sana kırk gün izin. Bunların ne demek olduğunu
öğren. Eğer kırk gün sonra gene bilmezsen vezirliği elinden alırım.”
Vezir bu sözlerden sonra konağına gitmiş. Günlerce düşünmüş,
yemeden içmeden kesilmiş. Hastalanmış, yatağa düşmüş. Bir gün küçük kızı yanına
gelip babasına:
“Baba ne oldu sana? Derin derin ne düşünüyorsun?” diye
sormuş.
Vezir:
“Bir şey düşünmüyorum kızım,” diye önce geçiştirmeye çalışmış.
Küçük kız ısrar edince başına gelenleri anlatmış. Küçük
kız demiş ki:
“Baba, bunda düşünecek ne var? Sen o ihtiyarın bulunduğu
yeri biliyorsun. Onun yanına git. Biraz para ver. Sana o sözlerin ne anlama geldiğini söylesin.”
Vezirin aklı bu fikre yatmış. Hemen heybesine altın doldurup
yola çıkmış. İhtiyar çiftçinin tarlasına gitmiş. Adamcağızı işinin başında
bulmuş. Ona doğru ilerleyerek seslenmiş:
“Sana bir şey soracağım. Eğer bana doğrusunu söylersen
sana bir heybe dolusu altın veririm. Geçen gün buraya derviş kıyafeti giymiş iki adam gelmişti. Onlarla
bazı şeyler konuştun. Neler konuştuğunuzu bana söyleyeceksin.”
Çiftçi demiş ki:
“Önce merhabalaştım. Halinden tavrından o adamın ölçülü,
bilgili biri olduğunu hemen anladım. Sonra bana sordu: ‘Altıyı altıya kattın mı?’. Ben de ona
‘Altıyı altıya kattım, fakat otuz ikiye yetiştiremedim,’ dedim. Bunun da anlamı
şuydu: Günde on iki kuruş kazanabiliyor musun? Bu soruya, on iki kuruş kazanabiliyorum,
ama otuz iki dişin boğazına yetiştiremiyorum, diye cevap verdim. O kişi bana
bir şey daha sordu: ‘Niçin kalkmadın erkenden?’ Ben de ‘Erkenden kalktım ama
eller aldı,’ dedim. Yani niçin erken yaşta evlenmedin de erkek çocuğun olmadı
ve yaşlılığında rahat etmedin, demek istedi. Ona erken evlendim, ama kızım oldu,
o da gelin oldu gitti, dedim. Sonra benim bu halime acıyan adam, ‘Sana bir kaz
yollasam yolar mısın?’ diye sordu. Ben de ‘Hay hay, ustasıyım,’ diye cevap
verdim. İşte şimdi o adam seni bana gönderdi, sen eğer kaz olmasaydın buralara kadar
gelmezdin.”
Çiftçi bütün parayı alır. Vezir sevine sevine padişahın yanına
gider. Padişahla çiftçi arasında geçen konuşmadan ne anladığını efendisine anlatır.
Padişah:
“Sen eğer o ihtiyarın yanına gidip kaz gibi
yolunmasaydın, bana bunları söyleyemezdin,” der ve veziri yine de görevinden alır.
Çiftçiye de bir kese altın gönderir.
[Sevdiğim bir masal, yıllar önce derlediğim Anadolu Masalları kitabıma da katmıştım.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder