Galip Tekin’i kaybettik. İsmi çizgi romanla birlikte
anılan önemli bir sanatçı, çizgili dergileri takip eden herkesin ilk aklına
gelen üreticilerden biriydi. Yüzlerce çizer ve hikayeci arasında hatırlanması,
sempati ve saygı görmesi birkaç haklı nedene dayanıyordu. Her şeyden önce,
halihazırda çizgi roman çizmeyi, her hafta iş üretmeyi sürdüren bir emekçiydi.
Yaşıtlarıyla ve kendi kuşağından başka çizerlerle kıyaslandığında bu tempo ve
özveriye katlanan bir başkasına rastlamak pek mümkün değildi. Çoğu çizer,
dergilerden uzaklaşmış ya da çizmeyi bırakmıştı. Tekin’in, aşağı yukarı
1982’den beri popüler olan tüm çizgili dergilerde her sayı bir hikayesi
yayımlanıyordu. Yazıp çizdikleri, dergilerin değişmeyen sayfalarından oluyordu,
dile kolay, büyük aralar vermeden bu sürekliliği otuz beş yıldır gösteriyordu.
Üstelik, mizah dergileriyle ve komiklikle ilgisi olmayan hikayeler anlatıyordu.
Garip, korkunç ve alelacayip şeylerdi çizdikleri. Yıllara dayanan ısrar ve
iştahı, mizah dergilerinde fantastikle ve mizahi olmayan hikayeler ile
özdeşlemesini sağlamıştı. İlk yıllarda yeniliği, sonrasında geleneği temsil
eder olmuştu.
Başa dönelim, ilk acayiplik, Oğuz Aral’ın Gırgır gibi ana akım bir mizah
dergisinde Tekin’in komik olmayan hikayelerine yer vermesiydi. Bu durum
genellikle Aral’ın Tekin’e olan sempatisi, baba-oğul ilişkisini andıran
yakınlığına bağlanır. Buna göre Aral, bir başkasına göstermediği müsamahayı
Tekin’e göstermiş, kendisi bıkkınlıkla yazı çizi işlerinden uzaklaştığında
dergi yönetimini dahi ona teslim etmiştir. Sırf bu yüzden, Gırgır’ın komiklikten uzaklaştığı
ve Tekin’in yönetiminde büyük tiraj kaybettiği söylenir. Elbette bunlar,
spekülatif yorumlar. Bana kalırsa Aral, Gırgır’ın okur
kitlesini artırmak gerektiğinde farklı türlere ve eğilimlere bütünüyle uzak
biri değildi, yeni olanı denemek istiyordu. Nuri Kurtcebe, Galip Tekin’in
anlattığı türden hikayeleri daha önce denemişti ve bu durum, Aral için benzersiz
ve hiç bilinmedik bir ayrıksılık değildi. Dergiyi ve okur ilgisini önceliyor,
Tekin’e öyle adamakıllı şaşırtıcı bir iltimas geçmiyordu. Tekin’in başlangıcı,
bütünüyle Oğuz Aral’ı andıran bir çizgiyle komik olmaya çalışan, final karesine
yoğunlaşan sürpriz sonlu bir hikayecilikti. Tekin, o günleri anlatırken Gırgır’a mizah değil
gerçekçilik kattığını söyler, Utanmaz Adam’ı
bitirdiğini iddia ederdi. Ona göre, Utanmaz Adam’da
kurşun birisinin kafasını komik biçimde delip geçerdi, oysa Tekin, dağılan bir
beyin ve etrafa sıçrayan kan gösteriyordu ve bu sertlik, dergilerdeki gerçeklik
aura’sını baştan ayağa dönüştürmüştü. Popüler kültür ürünlerinde gerçeklik
vehmi, Tekin’in kastettiği biçimde şiddet kullanımıyla, argoyla veya aktüele
ilişkin siyasi eleştiriyle yeniden kurulabilir ama bu değişimin karşılığı, okur
ve izleyici kaybı olabilir. Duvardaki kan ya da dağılmış bir beyin herkesin
görmek isteyeceği bir sahne değildir. Mizah dergileri, doksanlı yıllarda tiraj
kaybederken, televizyonda anlatılamayacak olan hikaye ve dili kullanarak ayakta
kaldılar ama bu onların Gırgır’a
kıyasla “az satar” ve marjinal bir döneme girdiklerinin deliliydi.
Tekin’in çizgi romancılığı bu az satarlığın kıyısında
“karanlık sokaklarda” geçiyordu. Dergilerde siyahın en çok kullanıldığı
sayfalar mutlaka ona ait oluyordu. Bizim bir “undergorund” kültürümüz varsa,
Tekin bunun bir parçası olup çıkmıştı. Alkol tutkusu nedeniyle aralıklarla
tedavi görüyor ve bu saplantılı durum, hikayeciliğine ister istemez
iliştiriliyordu. “Deliliğin eşiğindeki Galip Tekin” imgesi hikayelerinden çok
daha fazla konuşulabiliyordu. Anlaşılırlığı güçleştiren bir anlatım tarzı
vardı, Gırgır’da hissedilir biçimde etkili
olan frankofon çizgi romanların kareleme ve kurgu anlayışının dışında durmak
istiyordu. Bir kareden öbürüne oklar ve işaretlerle gidilen, farklı bir
ardışıklıkla okunuyordu sayfası. Hikayelerin başında ya da sonunda kendini
çizerek hikaye ya da hayat hakkında yorumlar yapıyordu. Bu tercih, hem
dergilerin komik atmosferiyle uyumluydu hem de korku edebiyatının hikaye
anlatıcısı geleneğiyle benzeşiyordu. Tekin, yetmişli yılların Métal Hurlant dergisi
üreticileri, Amerikan korku hikayeciliği ile Gırgır Okulu'nun bir tür
karışımıydı. İddiaların aksine “global” değil yerel bir anlatıcıydı, fantastik
bir temayı, bu topraklarda geçen bir biçimde anlatabilmek temel dertlerindendi.
Beyoğlu’nda geziniyor, çocukluğunun geçtiği Adana’dan, Konya’dan bahsediyor,
uzak kırsaldaki tekinsiz köyleri resmediyordu.
Hikayelerindeki natüralist “eden bulur” mantığı onu hem mizaha
hem de din mitolojisine yakınlaştırıyordu. Fantastik hikayelerini “Uzaylılar”
temasıyla harmanlayarak kuruyordu ama asıl ilgiyi, aynı çerçeveyi dinle
ilişkilendirdiğinde yakaladı. Peygamberlerin uzaydan geldiğine ya da uzaylılar
tarafından korunduğuna ilişkin iddiaları oldu hikayelerinin. “El Baraka” ve
“Dönüş” isimli hikayeler, yayımlandıkları dönemlerde İslami çevrelerin hedefi
haline gelmişti. Gır-Zara’da,
dünyada yaşanan, gezegeni sonlandıran büyük patlamadan sonra bir Gırgır cildi başka bir gezegene
düşüyor ve ahali ona kutsal kitap itibarı gösteriyordu. Dine yönelik eleştiri
gibi görünen hikayelerle Tekin’in kurduğu ilişki uzun yıllar içinde başkalaştı,
ilk yıllardaki şaşırtıcılığından uzaklaştı. Bir yaratıcıya ve Müslümanlığa
inanıyordu Tekin. İnançsızlığa ise daima mesafeyle yaklaşıyordu, sempati
göstermiyordu en azından. Birdenbire ortaya çıkan mucizevi olaylar, canla
ödenen kefaretler, cezalandırılan sapkınlıklar, iyilik-kötülük dualizmiyle
açıklanıyordu. Sokak kültürüne yakınlığı nedeniyle meydan okuyuculuğu seviyor,
bazen anti-entelektüelist, bazen sağcı ve cinsiyetçi, bazen anti-politik
görünebiliyordu ama son kertede otorite karşıtlığı hâkimdi hikayelerinde. Para
hırsını, rekabetçi piyasayı, patronları sevmiyordu; aileye değil arkadaşlığa,
aşka değil cinsel arzuya inanıyor, okuru her zaman rahatsız etmeye çalışıyordu.
Kısa ve çarpıcı olmak, şoke etmek, afallatmak istiyordu. Geçmişinden
bahsederken bile babasının intiharından, kan davasından söz ediyor, aralıklarla
hatırlattığı Oğuz Aral’ı sert konuşmalarıyla resmediyordu.
Galip Tekin, çizmeyi çok seven, kendini çizgi romanla var
eden biriydi. Çizerek kendini sağaltmayı biliyordu. Mizah dergilerinden başka
bir hayatı yaşamamış gibiydi, bütün dünyası dergilerle ve onlara dair
hatıralarla doluydu. Siyaseti, edebiyatı, dostluğu, rekabeti, dayanışmayı,
doğruyu ve yanlışı dergilerden öğrenmişti. Yakından tanıyınca daha iyi
anlıyordunuz; Oğuz Aral, yalnız ve yetim bir haytadan çizgi romancı çıkarmıştı.
Galip Tekin’in yokluğu, mizah dergilerinde “siyahiliğin” eksikliği olacak ama
galiba en çok, ürettiğinden emin olduğunuz bir abinin, çizgiden heyecanlanarak
konuşan bir “amatörün” kaybını hissedeceğiz. Bu da durup durup kederlenmemiz
demek.
Sabit Fikir, Ağustos 2017
Çizgi: Oğuzhan Demirel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder