Pazar, Ağustos 27, 2017

Kenan Yarar


Mizah dergileri: Karikatür geleneğinden farklı bir çizer olmak bazı sorunları da beraberinde getiriyor. Artıları ve avantajları yok değil; mesela çok çabuk isim yapıp, sivrilebiliyor, yoğunluğu haliyle karikatüristlerden yana olan bir dergide, azınlıktaki üç beş çizgi romancıdan biri olabiliyorsunuz. Üstelik sınırlı dergi sayfalarından bir, bir buçuk, iki sayfasında kendinizi gösterme şansı da veriliyor. Ayrıca bütün bunlara ek aynı dergi bünyesindeki karikatür çizerleri çizgi roman çizerlerine arka çıkıp itibar da gösteriyorlar. Bunlar, tabii olağan üstü güzellikler. Ama sorun tam burada, çizgi roman ve çizgi romancı kimliğiyle beraber geliyor. Çünkü çizgi roman anlatım ve çizgi tarzıyla gittikçe değişen, gelişen, kendi içinde yoğunlaşan bir sanat dalı. Bazen neredeyse meraklısının anlayabileceği işler çıkıyor ortaya. Zamanla mizahi kalıpları reddetmesi çizerini (mizah dergisi) okuyucusundan koparabiliyor. Okuru yakalamaya kalktığında ise kendinden kopuyor. Eğer o derginin, sayfalarını teslim ettiği bir ya da iki çizgi romancısından biriyseniz sorumluluk yükümlülüğe dönüşebiliyor. Ben ve benim kuşağım eserlerinde bireyselliği ön plana çıkardığı için bu sorun sanırım daha da büyüyebilir.

Zeplin: Zeplin'in ilk hazırlanıp çıkacağı tarihlerde ben aklı bir karış havada yol yordam bilmez amatör bir çizerdim. Hatta derginin çıkmasına bir iki hafta kala birinden duyup gitmiş, iş istenmiş, apar topar bir şeyler çizmiş, onu da üçüncü sayfa ve kapakta görünce pek sevinmiştim. Şu an düşünüyorum da o dergilerin ruh hali de benden pek farklı değildi. Ama küçük te olsa bir başlangıç, bir atılım, hiç kimsenin zararına değildi. İlerisi için bir işaretti. (Ben bile tahmin edemiyorum bu noktalara gelebileceğimi.)

Şehir: İstanbul'u bir labirente benzetiyorum, küçük kapılarla büyük hangarlara açılıyor sokakları, caddeleri tam bir panayır alanı. Evde oturup bir Tarantino filmi seyrediyorken televizyonumda, E5'e bakan penceremden birbirine giren arabaları, ambulansa taşınan parça insanları da aynı anda aynı doğallıkla seyrediyor, ekrandaki filmin etkilediği kadar etkileniyorum. İki cam arasında bir fark göremiyorum. Akıl sağlığın için bu gerekli buna da inanıyorum.  Ve gitgide gerçeğine yabancılaşıyorsun şehrin. Güvensizlik getiriyor; paranoya, depresyon ve her şeyi paylaşmana rağmen insanlardan kaçış ve yalnızlık.

Vörç: Kendi dünyamı, aşkımı, acımı, cinselliğimi, öfkemi, arzumu, şehrimi çiziyorum. Kuşkusuz insanları eğlendirmek de amacım. Çizgi romanlarım bir beyin jimnastiği, bir zeka oyunu da olabiliyor, ya da durduk yere ruhsal bir boşalma. İnsanların zihnine larva bırakıyorum. Gecenin bir vakti ya da günün ortasında o larva 'vörç' diye fırlasın düşünceden, beynini, benliğini kemirsin istiyorum. Küçük  bir virüsüm kurcalasın usunu.

Tarz: gerçekçilik gerçek gibi durmuyor benim çizgi romanlarımda.

Okuyucu: Kendini sorgulamayı seven insana hitap ettiğime inanıyorum. Biraz psikolojiye az buçuk felsefeye girip çıkarken karamsar veya trajik bulunsam da kimi zaman kafalara takılan usturupsuz soruları gelişigüzel anlatsam da sağlam düşünce ve fikirlere dayalı, eğlenceli ve komik olduğuna inandığım çizgi romanlarımdan özellikle bu tür insanların keyif alacağına inanıyorum.

Apartman: Ben İstanbul'un kenar mahallelerinde büyüdüm. Samatya, Yedikule, Kocamustafapaşa... Ben altı katlı bir apartmanın en alt katında büyümüştüm. Arka balkonları bizim bahçemize bakıyordu bu apartmanların ve ben apartmanın aklı ve yaşı sağa sola koşuşturulmaya müsait tek velediydim o zamanlar. Ve ne zaman bahçeye top oynamaya veya kedi avlamaya çıksam apartmandan biri rica minnet bir şey almaya oraya buraya yollardı beni. Bu nedenden, günde altı katın altısına da koşuşturup girip çıkıyordum. Sanırım henüz önemsenmeyecek yaşta olduğumdan ev ahalisinin bütün gizli sırlarına, mahrem dedikodularına da kulak misafiri oluyordum.

İki tür: Çizgi romanlarımda bazen, huzursuz ve rahatsız bir çizgiye dayalı, çöp kollu, ölü bakışlı insanlarla simgeli psiko öykülerin yanı sıra-estetiği ve deseni ön planda, real(ize), çekici ve güzel, rahat ve esnek öykülere dayalı nispeten sevimli romanlar arasında gidip geliyorum. Okuyucu her halükarda ikisi arasında birinde karar vermenizi diretse de şu an böyle bir ayrıma hazır değilim. İki tarzda da söylemek istediğim şeyler var.


[1997 yılında Kenan Yarar'la yapılmış bir söyleşiden seçme bölümler]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails