-->Hatırlayan olabilir, Popstar yarışmasından elenen bir genç kızın annesi kameralar önünde histeri krizi geçirmiş, küfürler, lanetler savurarak ağzına geleni söylemişti. Bu tür tepkilere anahaber bültenlerindeki adliye haberlerinden aşinayız artık. Özellikle kameralar önünde tepkiler daha da şiddetleniyor. “Üzüntülü” annenin ilginçliği ise jestlerinden çok kendini anlatan sözlerindeydi. Kızını beş yaşından beri şarkıcılığa hazırladığını söylüyordu.
Yirmisinde var yok, duruşu, yürüyüşü, mimik ve jestleri “şarkıcı-oyuncu” taklidi olan bir genç kızdan söz ediyoruz. Nasıl yetiştirildiği belirsiz olsa da oldukça tatsız bir durum bu. Epey bir zaman önce LeMan, yoksul ailelerin kızlarını mankenlik yarışmalarına hazırlamalarını hicveden bir kapak yapmıştı. Tek göz odalı bir gecekonduda açlıktan bitap düşmüş ebeveyn, kızlarını Lolita yarışması için pahalı yiyeceklerle besliyorlardı. Mizahçılar, hayatı-sokağı anlatmak derdinde olduklarından sınıf atlama arzusunu sıkça malzeme ederler. Çoğu komikleştirilerek anlatılan hikâyelerdir. Malumunuz, hayat o denli komik değil, içinde bolca trajedi taşıyor. Örneğin Popstar’daki annenin kontrolünü yitirerek “çıldırması” hep arzulanan rüyanın gerçekleşmemesinden kaynaklanıyor. Etrafımızda ebeveynlerin başarı ve şöhret hırslarının kurbanı olan sayısız çocuk-genç var. Semt sahalarında gol atamadığı için oğlunu tokatlayanlar veya çocuğu üniversite kazanamadığı için hayata küsenler en sık rastlanılanlardır. Benim sözünü etmek istediğim ise daha farklı bir tür aslında: Kızlarının yeteneklerini veya güzelliklerini pazarlayarak onların menajerliğini yapan anneler…
Bugün piyasada ün kazanmış, assolist ya da star olarak adlandırılan neredeyse tüm oyuncu-şarkıcıların arkasında anneleri yer alıyor. İyimser bir yorumla, “kurtlar sofrasının” acımasız kurallarına karşı onları koruma içgüdüsü sayılabilir bu. Bunun yanında hemen fark edilen önemli bir nokta var ki, bu starların babaları yoktur ortada. Bu babalar, genellikle mutsuz bir evliliğin sonucu olarak ya da sorumsuzluklarından dolayı ailelerini vakti zamanında terk etmişlerdir. Kimi starlar ise yetim büyümüşlerdir. Bugün o kadar olmasa da çeyrek asır öncesinin magazin gazeteciliğinde –elbette yeri geldiğinde- sadece anne terbiyesiyle büyüyen kızların ahlaki yozlaşmaya yatkın olacağı inancı sıkça yinelenirdi. Özellikle bir skandal patlak verdiğinde… Sürekli sevgili değiştiren starın, bu sevgililerin kişiliklerinde kendisini küçük yaşta terk eden babasını aradığı yazılırdı. Elbette, baba otoritesinin eksikliğinin yarattığı bir özgürlüğün de varolduğu söylenebilir. Kız çocuk, şöhret basamaklarını tırmanırken daha pervasız davranabilmekte, hesap verebileceği nihai bir otoritenin denetiminden uzak kalabilmektedir. Bir çok star, star olduktan sonra kendilerini terk eden “hayırsız” babalarıyla yüzleşmek durumunda kalırlar. Böylesi bir karşılaşma, paparazzilerin iştahını kabartacak, “akıllara ziyan” bir magazin haberidir. Bu skandalı hasarsız atlatma maharetleri, starların piyasada ne denli “kaşarlandıklarının” göstergesidir.
Annelere gelince, kızlarını piyasaya sunarlarken, onlar adına türlü fedakarlık ve ricalarda bulunurlarken, aslında kendi ideal ve arzularını onların üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Kızının kaderini değiştirmeye çalışmak, onu kullanarak “yırtmak” anlamına da gelebilmektedir. Bu tür anneler, çoğunlukla “erkeksiz” geçen hayatlarını bir erkek/baba kimliğine bürünerek tolere ederler. Yeri geldiğinde kızlarını bir “mama” gibi pazarlarken, bir yandan da onları sömürüden-suistimalden korumaya çalışırlar. Kızlarını bir coach/antrenör gibi çalıştırır, taktik verirler.
Altmışlı yıllarda, Türkan Şoray’ın yıldızının parladığı dönemlerde, annesi Meliha Şoray, halk arasında kendisine “Çılgın Meloş” denmesine sebep olacak sansasyonel olayların kahramanı olmuştur. Kızı kadar değilse de, şöhret kazanmaya azmetmiş, bunun için genel geçer toplum kuralları doğrultusunda “ahlaksızca” sayılabilecek davranışlardan kaçınmamıştır. Kendinden oldukça genç bir erkekle gayrı meşru bir ilişki yaşamış, ilerleyen yaşlarında bu ilişkiden bir de çocuk sahibi olmuştur. Kızını Rüçhan Adlı’ya kaptırdığını düşünerek, basın aracılığıyla halka onu hiç durmadan şikâyet etmiştir. Muhtemelen onu bu denli öfkelendiren temel sebep, zor günlerinde kolladığı kızının, para ve şöhret kazanınca kendisinden uzaklaşmasıdır. Kimi olaylarda paradan kaynaklanan çatışmalar öne çıkıyor gibi gözükse de asıl olarak şöhretin aurasından uzak kalmak yaralayıcıdır. Yakın dönemden benzer bir örnek, Hülya Avşar ile annesi arasındaki ilişkidir. Emral Avşar da kumar düşkünlüğü ve “yakın bir erkek arkadaşına” albüm yapma arzusuyla hatırlanabilir. Sonuçta, kızının şöhreti aracılığıyla gençleşip yenilenmeye çalışan “şöhretli” annelerdendir. Başka tür bir star annesi daha vardır ki, o kendi istediği sürece kızının yakın çevresinde yer alır. Tipik bir menajer tavrıyla, onun adına kurallar koyar, pazarlıklar yapar, onun imajını belirler ve değiştirir. Koçyiğit kardeşlerin annesi Melek hanım bu tür annelere iyi bir örnektir. Her ne kadar bugün sadece Hülya hatırlansa da, üç kızını Yeşilçam cenderesine kaptırmadan yıllarca var edebilmiştir.
Bir de “makyajsız” anneler vardır. Bunlar, kızları onları “itelediği” sürece spotlar altında yer alırlar. Kızlarına en önemli yardımları bir terapist ustalığıyla onları piyasanın kirliliğinden arındırmaktır. Para ve şöhret konusunda talepkar değillerdir, verildiği kadar alır, “fazlasıyla” verirler. Bunlara örnek olarak Seda Sayan ve Gülben Ergen’in anneleri gösterilebilir.
Kızları aracılığıyla kendi kaderlerini değiştiren anneler her zaman varolacaktır. Ancak menajerlik ve hatta kimi zaman “mamalığa” dönüşen şöhret anneliği rolü, sadece annelerin hırsının ürünü değildir. Piyasa, gayrı ahlaki görünümü nedeniyle bir tür emniyet sübabı olarak annelik kurumunun kutsiyetine de ihtiyaç duymaktadır.
[
6 Kasım 2003, Milliyet Popüler Kültür]
Özel Not: Sadece bu yazıda değil hemen her yazdığım "şeyde" Funda'nın katkısı vardır ama sanıyorum bu yazı evin açıklarını kapatmak için birlikte konuşarak-süratle yazdığımız yazıların en aklımda kalanı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder