Cumartesi, Ocak 04, 2025

Erkekler ve seçimler

İsmail Gülgeç'ten 77' Seçimleri için çizdiği bir ilüstrasyon.  Eskilerin deyişiyle "grafik" niyetiyle kullanılmış olmalı. İlüstrasyonda tek bir kadın var, o da seçimi temsil ediyor. Bütün partiler erkeklerle anlatılmış, hiçbirinde bıyık olmaması filan, nasıl nitelesek bilemedim, bağlamını biraz tahrif ederek "aseksüel"  olmuş mu desek...

Önce iyimser bir yorum, kadın, üretkenlik ve doğurganlığı içerecek biçimde (yeni bir başlangıcı sembolize eden) geleneksel bir figür olarak seçimlerin demokratik doğasını vurgulamış... Erkeklerin ortasında, resmin merkezinde kullanılmış... Kadın halkın iradesini ve vicdanını temsil etsin  istenmiş... Bu yapılır, kadınlar adaleti, demokrasiyi veya seçimleri simgeler, karikatürün sembolizminde başvurulan referanslardan biridir. 

E parti yöneticileri ve üyelerin tamamının, hele o yıllarda erkeklerden oluştuğunu düşünürsek ilüstrasyon niyeti bu olmasa da doğru bir betimleme yapmış oluyor. Her biri farklı bir siyasi partiyi temsil etse de, bu erkek figürlerin benzer kıyafetlerle benzer biçimde tasvir edilmesi, dönemin siyasetindeki tekdüzeliğe veya siyasetin eril bir "kulüp" olmasına eleştiri de sayılabilir. 

Bugün böyle çizilemezdi veya editöryal olarak tercih edilmezdi, yayımlansaydı mutlaka eleştirilirdi. Diğer yandan partiler nasıl ve o günden ne kadar farklı çizilirdi diye düşündüm, işin içinden çıkamazlardı sonucuna vardım. 

Cuma, Ocak 03, 2025

Kalabalık Yalnızlık

TDK, artık niyeyse “kalabalık yalnızlık” diye bir nitelemeyi yılın sözcüğü seçti, yazıyı ondan dolayı yazıyorum. Her birimizin dijital platformlarda sürekli etkileşim halinde olmasına rağmen, derin ve anlamlı bir bağ kuramamasını ifade ediyormuş. Dijital yalnızlık daha önce kullanılıyordu diye hatırlıyorum, ona yakın bir şey…

Global popüler kültürde Sherry Turkle imzalı bir çalışmayla daha çok konuşulmuştu, insanlar fiziksel olarak birarada olsalar bile telefonlarına gömülmeye başladılar diyordu, her yerde olmak istiyorduk, yetinemiyorduk, geride kalmaktan korkuyorduk…Malum eskiden yalnızlık derken daha çok sosyal izolosyanı düşünürdük, bu başka bir şey getirdi hayatımıza vs vs… . Hyperconnectivity Loneliness deniyor buna…Yalnızlık salgını diyenler de var…

E şimdi ne olacak, ne-nasıl değişecek diye sorular başlıyor, çözümü olması, çözülmesi gerekmiyor bence…Popüler kültürün işleyişi böyleyse böyledir, ki böyle, yaşayanlar uyum sağlarlar. Yalnız kalmaktan hem korkarlar hem de başkalarıyla yapamazlar mesela… Hem çok özlerler hem de kolay unuturlar gibi… Kaotik görünüyor değil mi? Değil ve yaşadığımız zamana özgü bir durum sayılamaz. Hep vardı. Dijital mecralar bunu örnek olarak çoğalttı, pekiştirdi, kanırttı, globalleştirdi… Yoksa kalabalık yalnızlık hep vardı, hiç ölmedi veya yeni doğmadı…İnsanlar yaşadıkları zamanı abartma eğiliminde olurlar, zamanı olağandışı saymak, yaşayanları da (olumlu yada olumsuz fark etmez) yükseltir çünkü...

Oksijen gazetesi yazısı gibi olduğunun farkındayım.

Perşembe, Ocak 02, 2025

Son Okuduklarım 101

 Topal Osman Ağa, Suat Yalaz'ın çizdiği son belgesel çizgi romandı. Topal Osman gibi tarihi kişilikleri anlatmak, temelden sıkıntılıdır, kahraman mı katil mi tartışmasıyla hatırlanırlar çünkü. Yalaz, Topal Osman'ın ölümüne sebep olan cinayetini önemsemeyerek safını zaten belli etmiş. Albümü, öldürülen Ali Şükrü Bey'i yekten "gerici" sayarak resmi tarih tezlerine eklemlenmiş. Yazıları ve görüşleri ortada olduğu için onu "gerici", "ağzı kalabalık", karışıklık çıkaran", "cahil" vs demek pek hakkaniyetli  değil. Yalaz'dan fazlasını beklemek yanlış elbette, "olağanüstü", "yeni", "bilinmeyen" veya "gizlenen gerçekleri ortaya çıkaran" popüler tarih diliyle tefrikacılık yapıyor. İstediğine söylenti, istediğine hakikat diyerek meselenin siyasi entrikasına hiç girmiyor. Oysa Ali Şükrü Bey gibi bir muhalifin, Topal Osman gibi tehlikeli bir kanun koyucunun aynı anda harcanması ve oyun dışına çıkarılması az şey değil. Kimin lehine olmuş, Yalaz buralara özellikle girmemiş. Topal Osman'ın Çankaya Köşkünü adamlarıyla bastığı, etrafı dağıttığı anlar çok trajiktir, yaşadığı öfke ve hayal kırıklığı hikaye olarak çok ilginçtir. Buraları bilerek hızlıca geçmiş, dursa başka şeyleri konuşmak zorunda kalacak çünkü. Galiba diyorum, Yalaz'ın güzel çizgileri, iddialı kişiliği vardı ama hata yapacağına, eksik göreceğine dair endişesi ve ürkekliği yoktu. Tarihçilik cidden zor iş, sahada şüphecilikle çalışmanızı gerektiriyor. 

Sarıcabey, Abdullah Turhan'ın yoğun olarak Kara Murat çizdiği dönemlerde yaptığı yan işlerden biri. Haldun Simavi'nin peşpeşe çıkardığı magazin gazetelerinden birimde yayımlandığını düşünüyorum. Nedenini bilmiyorum, Turhan, Osmanlı'nın denizcilik serüvenlerine, özellikle Midilli ve Rodos gibi adalarda olup bitenlere epey ilgi gösterdi. Sarıcabey'in başka bir serüveni olduğunu sanmıyorum. Epey dağınık, hikaye entrikası olarak zayıf bir aksiyon hikayesi çıkarmış. Çok karakterli, kimin kötü olduğu anlaşılamayan bir serüven diyelim. Meraklısının dikkatine, kitap olarak basılmamış, bir koleksiyoncu eliyle dijital olarak çoğaltımış bir yayındır, hatırlatayım.

Siyah, Beyaz& Kan Elektra'nın kısa hikayelerinden oluşan bir derleme. Elektra literatürünü kapsayan-sınırları zorlayan hikaye seçimleri yapılmış. Albüme çizgi olarak estetize sayfalarla dolu demek, hakkını teslim etmek gerekiyor. Öykülerse her zaman parlak denemez ama çizgi iddiasını taşıyan ve karşılayan bir iki senaryo da mevcut. Gannibal, bir korku ve muamma serisi, amacına uygun bir biçimde ilerleyişe ve tempoya sahip. Taşra sıkıntısı veya gerginliği ne dersek diyelim onu güzel istiflemiş, erotizmi ve şiddeti iyi kullanmış... Sonrasını bilmem ama türü seviyorsanız başlangıç için iyi bir seri olacak hissi veriyor.

Şövalye Rodo, Roberto Diso imzalı bir albüm. Diso, bizim için Mister No demek, sahiden güçlü deseni, kendine özgü çinisiyle benim kuşağımın gözde çizgi romancılarından biriydi. Rodo ise önsözde verilen malumata göre yıllar yıllar önce bir çizgi roman dergisinde yayımlanmış, sonradan kitaplaşmamış, devam etmemiş bir çalışma. Albüm okununca anlaşılıyor, evet iyi çizilmiş bir çizgi roman ama epeyce arkaik, yetmişli yıllarda kalmış (ki yayın tarihi 1987), dağılan bir hikayeye sahip. İtalya'da neden yayımlanmadığı kolayca anlaşılıyor. Diso, senaryocu değilmiş, o da aşikar... Diğer yandan bizdeki ilk kitap edisyonu gayet güzel hazırlanmış. Nightshift, MK Perker'in çizimlerinden oluşan bir ilüstrasyon albümü. Tamamı siyah beyaz, uğraşıldığı, çini işçiliği gösterildiği anlaşılan işler hepsi. Kimilerini ilk yayımlandıkları yıllardan hatırlıyorum. Ne ki, çalışmalara açıklayıcı notlar düşülmemiş, nerde çıkmışlar, hangi tarihte yayımlanmışlar, varsa eğer hangi yazılara eşlik etmişler ve saire... Özel bir albüm olduğu için biraz hızlı hazırlanmış gibi geldi bana.

Çarşamba, Ocak 01, 2025

Korkuyorum

Kötü adamlardan,
kalabalıklardan,
kerpetenden,
tuhaf yumurtalardan,
dayak yemekten,
yalnızlıktan,
bakarken yakalanmaktan,

şunlardan,
havada asılı kalmaktan,

trafikten
 ve cesetlerden korkuyorum.

Related Posts with Thumbnails