Usta ile Margarita, Mikail Bulgakov’un ölümünden sonra yayınlanabilen, bizde de bir kaç kez çıkan aynı adlı ünlü romanından uyarlanmış. Rusçadaki ilk yayınında romanın seksen sayfalık bir kısmının sansürlendiğini Türkçe yayınından öğrenmiştik. Çizgi roman uyarlaması bu çok sayfalı romanın sınırlı bir özeti olmuş, bu da metnin bol karakterli hikâye evrenini epeyce kadükleştirmiş. Çizgilerse, eski Sovyet rejiminin yetkin animasyon geleneğinin karamsar tarzını andırıyor. Naif bir estetik ve rahatsız edici bir çirkinlikle istiflenmiş bir görsellik kurulmuş.
Bulgakov, fantastik bir düzlemde, roman ile “roman içinde roman” biçimde anlattıklarını birlikte tahkiyelendirmiş. İsa’nın ölüm emrini ver(mey)en Romalı yönetici, Kudüs Valisi Pontius Pilatus’un hayatının bir dönemini, özellikle İsa’yla diyaloglarını anlatmış. Öyle ki, metindeki ikinci roman, Moskova panoramasını betimleyen gelişmeleri sadece tamamlamıyor, neredeyse bir ana hikâyeymişçesine öne çıkıyor.
Nevrozlu Bir Fantastik Aura
Usta ile Margarita, özel ya da bambaşka görünen bir gelişmeyle başlamıyor. Margarita’nın ustam adını verdiği yazarın Pilatus’un romanını yazmasıyla gelişiyor herşey. Aralarındaki marazi aşkın yanında romanın tamamlanma sürecini de izliyoruz. Fantastik olan, tuhaf şeyler yaşanmadan varolamaz. Kitabı götürdükleri ilk yayıncı romanı reddetmekle kalmıyor, eleştirmenlere de havale ediyor. Roman daha yayınlanmadan kıyasıya eleştiriliyor. İlginç ve abartılı ama komikleştirilmeden soğuk ve alelacayip bir düzeye çekiliyoruz. Sadece romanın içinde anlamlı olabilecek tuhaf olaylar dizgesi kuruluyor, bu hem merakı depreştiriyor hem de gerilimi artırıyor. Sonra romana başkaları, geleceği gören, insanların akıllarından geçenleri bilen Şeytan ve arkadaşları katılıyorlar. Moskova’yı gezmeye gelmişler, bu denli basit işte… Entelektüel beğeni kıstasları, garez ve rekabetçi tutumlar, Şeytan’ın gelişiyle görünürleşiyor. Şeytan, karşısına çıkan herkesin maskesini indiriyor, bütün hırsları, ikbal heveslerini ve yalanları birer ikişer afişe ediyor. Anlaşılan o ki Bulgakov, yaşadığı dönemin edebiyat dünyasıyla hesaplaşmak istemiş, en çok da Şeytan’ın sahne aldığı Varyete Tiyatrosunun sanatsever seyircilerine yapmış bunu. Sanatın bürokratikleşmesine, bilirkişi ehline ve insanın değişmeyen açgözlülüğüne öfkeyle yönelmiş… Romanla ilgili eleştirilere bakılırsa aktüel göndermeler kullanmış ama biz ancak eleştirinin genel mahiyetini fark edebiliyoruz. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Bulgakov, gerçekçi dille anlatmaya cesaret edemeyeceği pek çok şeyi bu fantastik evrende mi anlatabilmiş yoksa… Hani Freud demiş ya geçmiş anlatılarda nevrozların şeytan kılığında çıkmasına şaşmamak gerekir diye…
Kant ile Kahvaltı Eden Şeytan
Bulgakov, İlahiyatçı bir babanın oğluymuş; bu sebeple olabilir, roman, din tartışmasını, inanç ile inançsızlığı kıyaslayan bölümler de içeriyor. Asıl ilgilendiği mesele farklı olduğu için sofuca yapmıyor bunu. Pilatus’un hikâyesini İncil temelli anlatmıyor örneğin. İkiyüzlü, pragmatik, makamı kadar nasıl hatırlanacağını da hesaplayan bir bürokrat tiplemesi çizmiş. Pilatus’un pekâlâ Moskova’da yaşayabileceğini hissettiriyor bize. İnsan tekine güvenmediğini roman boyunca resmettiği tiplemeleriyle zaten yansıtıyor. İsa, İsa’yı anlatan yazar, yazarın ebedi diline ve hikâyesine tutkuyla bağlanan Margarita, bir dedektif gibi hikâyeyi açan ve Şeytan Woland’ı anlatan şair Bezdomni dışında iyiliğin kıyılarında duran biri yok. Şeytan’a Kant ile sabah kahvaltısı yaptığını söyleten Bulgakov’un, iyilik ve kötülük üstüne tartışırken Pontius Pilatus hikâyesini bilerek ve kıyaslamak için anlattığını anlıyoruz. Modern yazar imgesini tahrif eden, çok katmanlı bir anlatı hiyerarşisini kuran Bulgakov, şeytanı, cenneti ve peygamberi olan bir Moskova menakıbnamesi “sunuyor”.
Çizgi roman uyarlamasının yazarın yazma anını gösteren kareyle başlatılıp yine onun masa başındaki ölümüyle bitirilmesi, enteresan bir görsel tercih olmuş. Son karede romandaki tüm tiplemeler masa başında toplanarak ölmüş yazara, ustaya bakıyorlar. Bir kâbusun hitamı gibiler… Bir tasarım olduklarını da vurguluyorlar. Yazar, yazarak onlara “can vermiş”; yazar ölse bile roman ve roman evrenindeki canlılar yaşamayı sürdürüyorlar işte. Üstelik roman yazarı Usta’nın da bir yazarı var: Bulgakov! Bu tür postmodern oyunlar için erken tarihli bir örnek Usta ile Margarita. Romanın Salman Ruşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabına ilham verdiğini, başta Mick Jagger olmak üzere çok sayıda müzisyeni etkilediğini, anlatıyı temel alan çeşitli besteler yapıldığını biliyoruz. Usta ile Margarita, geçen yüzyılın takdire şayan alegorik anlatılarından, adı kara mizahla birlikte hatırlanabilecek ölçüde önemli romanlarından. Çizgi roman uyarlaması çizgiden çok senaryo açısından başarılı... Kimi çizgi roman uyarlamaları okuru uyarlamanın aslına götürmeyecek kadar niteliklidirler. Bu uyarlama bunlardan biri değil.
Birgün Kitap, 19.2.2011
Bulgakov, fantastik bir düzlemde, roman ile “roman içinde roman” biçimde anlattıklarını birlikte tahkiyelendirmiş. İsa’nın ölüm emrini ver(mey)en Romalı yönetici, Kudüs Valisi Pontius Pilatus’un hayatının bir dönemini, özellikle İsa’yla diyaloglarını anlatmış. Öyle ki, metindeki ikinci roman, Moskova panoramasını betimleyen gelişmeleri sadece tamamlamıyor, neredeyse bir ana hikâyeymişçesine öne çıkıyor.
Nevrozlu Bir Fantastik Aura
Usta ile Margarita, özel ya da bambaşka görünen bir gelişmeyle başlamıyor. Margarita’nın ustam adını verdiği yazarın Pilatus’un romanını yazmasıyla gelişiyor herşey. Aralarındaki marazi aşkın yanında romanın tamamlanma sürecini de izliyoruz. Fantastik olan, tuhaf şeyler yaşanmadan varolamaz. Kitabı götürdükleri ilk yayıncı romanı reddetmekle kalmıyor, eleştirmenlere de havale ediyor. Roman daha yayınlanmadan kıyasıya eleştiriliyor. İlginç ve abartılı ama komikleştirilmeden soğuk ve alelacayip bir düzeye çekiliyoruz. Sadece romanın içinde anlamlı olabilecek tuhaf olaylar dizgesi kuruluyor, bu hem merakı depreştiriyor hem de gerilimi artırıyor. Sonra romana başkaları, geleceği gören, insanların akıllarından geçenleri bilen Şeytan ve arkadaşları katılıyorlar. Moskova’yı gezmeye gelmişler, bu denli basit işte… Entelektüel beğeni kıstasları, garez ve rekabetçi tutumlar, Şeytan’ın gelişiyle görünürleşiyor. Şeytan, karşısına çıkan herkesin maskesini indiriyor, bütün hırsları, ikbal heveslerini ve yalanları birer ikişer afişe ediyor. Anlaşılan o ki Bulgakov, yaşadığı dönemin edebiyat dünyasıyla hesaplaşmak istemiş, en çok da Şeytan’ın sahne aldığı Varyete Tiyatrosunun sanatsever seyircilerine yapmış bunu. Sanatın bürokratikleşmesine, bilirkişi ehline ve insanın değişmeyen açgözlülüğüne öfkeyle yönelmiş… Romanla ilgili eleştirilere bakılırsa aktüel göndermeler kullanmış ama biz ancak eleştirinin genel mahiyetini fark edebiliyoruz. İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Bulgakov, gerçekçi dille anlatmaya cesaret edemeyeceği pek çok şeyi bu fantastik evrende mi anlatabilmiş yoksa… Hani Freud demiş ya geçmiş anlatılarda nevrozların şeytan kılığında çıkmasına şaşmamak gerekir diye…
Kant ile Kahvaltı Eden Şeytan
Bulgakov, İlahiyatçı bir babanın oğluymuş; bu sebeple olabilir, roman, din tartışmasını, inanç ile inançsızlığı kıyaslayan bölümler de içeriyor. Asıl ilgilendiği mesele farklı olduğu için sofuca yapmıyor bunu. Pilatus’un hikâyesini İncil temelli anlatmıyor örneğin. İkiyüzlü, pragmatik, makamı kadar nasıl hatırlanacağını da hesaplayan bir bürokrat tiplemesi çizmiş. Pilatus’un pekâlâ Moskova’da yaşayabileceğini hissettiriyor bize. İnsan tekine güvenmediğini roman boyunca resmettiği tiplemeleriyle zaten yansıtıyor. İsa, İsa’yı anlatan yazar, yazarın ebedi diline ve hikâyesine tutkuyla bağlanan Margarita, bir dedektif gibi hikâyeyi açan ve Şeytan Woland’ı anlatan şair Bezdomni dışında iyiliğin kıyılarında duran biri yok. Şeytan’a Kant ile sabah kahvaltısı yaptığını söyleten Bulgakov’un, iyilik ve kötülük üstüne tartışırken Pontius Pilatus hikâyesini bilerek ve kıyaslamak için anlattığını anlıyoruz. Modern yazar imgesini tahrif eden, çok katmanlı bir anlatı hiyerarşisini kuran Bulgakov, şeytanı, cenneti ve peygamberi olan bir Moskova menakıbnamesi “sunuyor”.
Çizgi roman uyarlamasının yazarın yazma anını gösteren kareyle başlatılıp yine onun masa başındaki ölümüyle bitirilmesi, enteresan bir görsel tercih olmuş. Son karede romandaki tüm tiplemeler masa başında toplanarak ölmüş yazara, ustaya bakıyorlar. Bir kâbusun hitamı gibiler… Bir tasarım olduklarını da vurguluyorlar. Yazar, yazarak onlara “can vermiş”; yazar ölse bile roman ve roman evrenindeki canlılar yaşamayı sürdürüyorlar işte. Üstelik roman yazarı Usta’nın da bir yazarı var: Bulgakov! Bu tür postmodern oyunlar için erken tarihli bir örnek Usta ile Margarita. Romanın Salman Ruşdi’nin Şeytan Ayetleri kitabına ilham verdiğini, başta Mick Jagger olmak üzere çok sayıda müzisyeni etkilediğini, anlatıyı temel alan çeşitli besteler yapıldığını biliyoruz. Usta ile Margarita, geçen yüzyılın takdire şayan alegorik anlatılarından, adı kara mizahla birlikte hatırlanabilecek ölçüde önemli romanlarından. Çizgi roman uyarlaması çizgiden çok senaryo açısından başarılı... Kimi çizgi roman uyarlamaları okuru uyarlamanın aslına götürmeyecek kadar niteliklidirler. Bu uyarlama bunlardan biri değil.
Birgün Kitap, 19.2.2011
1 yorum:
Çok sayfaları kitapları okuyamıyorum normalde ama konusu o kadar ilgimi çekmişti ki bir çırpıda okudum :) Muazzam bir romandı. Zamanında çekilen bir dizisi de mevcut, bulabilirseniz izleyin derim ^^
Yorum Gönder