Pazartesi, Kasım 24, 2025

Sahildeyiz

Hazır Ankara'ya kar yağmış ve içime bir Neşet Coşar oturmuşken... Eskilerden şen şatır bir sahil fotosu paylaşayım... Empati yapıyorum, kar fotoğrafları paylaşmıyorum, gören var göremeyen var...

Fotoğrafın bir hikayesi var tabii, hiç unutmam, fotoğraf çekilirken Raffaella Carra çalıyordu, “scoppia scoppiia” filan işte… Hiçbir Türk'e yakıştırılamayacak gayri ciddi bir melodi… Sonrasında arkaşlarla Borges ile Calvino’yu karşılaştıran bir tartışma yaşamıştık, egolar dahil olmuştu işin içine, ter ve gözyaşı fasılları olmuştu, e alfalar var, e mansplaining var, kolay değil tartışmak…

Meraklısı için soldan ikinci benim, sağ başta abim var, kolyem suya girmesem iyi olur demişti, dinlememiştim. Arkada değerli münazara hocalarımız…

Bu fotoğraf çekildikten yirmi yıl sonra sol baştaki abimiz “tarikatçı” oldu, kafirle bağlarını kopardı, bizle konuşmuyor, biz de o bizimle konuşmadığı için onunla konuşamıyoruz…

Hemen yanımdaki ufaklık “rakçı” oldu ve annesi, kızıyla bir konuşmamı istemişti, muhtemelen “seks yapacak bu kız korkusu” yaşıyordu… Bittabi böyle bir konuşma yapmadım. Yıl olmuş 1997 filan demiştim içimden… Yıl olmuş 2024’le aynı anlama sahip bilmeyenler için yazayım…

Onun yanındaki Fatih, otuz beş yıl önce Amerika’ya işçi olarak gitti, orada “bize çok benziyorlar, eve girerken ayakkabılarını çıkarıyorlar” dediği çekik gözlü bir kızla evlendi, mutlu mesut iki çocuklu yaşıyor, geçen hafta mesajlaştık o kadar yıl sonra…

En sonda çömelmiş duran abim, ailemizin aşk avantüriyesi olarak Urla’da üçüncü evliliğini sürdürüyor… Aralıklarla annemi, rahmetli pederi, borsayı ve türlü geri zekalılıkları konuşuyoruz.

Kendimi anlatmayacağım, hiiiç sevmem öyle şeyleri…

Münazara hocalarımızdan kayıplarımız var, onu da tahmin edersiniz…

Ve ne var, dışarıda kar var…

Pazar, Kasım 23, 2025

Plauen ve Nadir

Plauen, Nazi karşıtı görüşleri nedeniyle hapse atılan ve savaşın son yılında, 1944’te hücresinde intihar ettiği söylenen bir Alman karikatürcü. Hakkında bildiklerim kabaca bu kadar… En bilinen işi ise Baba & Oğul. Bizi ilgilendiren tarafı şu: Cemal Nadir’in çizgisini ve espri anlayışını belirgin biçimde etkilemiş olması. Karikatür ve çizgi roman tarihimizin kurucu isimlerinden birini hem üslup hem fikir olarak etkileyen bir çizer doğal olarak ilgimi çekiyor.

Selma Emiroğlu’nun bir konuşmasında bu etkiden epey rahat söz ettiğini hatırlıyorum. Cemal Nadir’le çalıştığı yıllarda değil de, muhtemelen Almanya’ya göç ettiği dönemde Plauen’i keşfetmiş olmalı. Şaşırmamak da elde değil: Baba & Oğul, Cemal Nadir’in Dede ile Torun’una fazlasıyla benziyor. Üzerine çalışmak isteyen biri için son derece verimli bir karşılaştırma alanı.

Yakın zamanda Plauen’in kitabının çocuk edebiyatı serisi olarak Türkçe’de yayımlandığını yeni öğrendim. Önsözde çizerin intiharından özellikle söz edilmemiş; muhtemelen “özen etiği” ve “çocuk okuru koruma” refleksiyle hareket etmişlerdir diye düşünüyorum. Ama ilginçtir, içerdeki pek çok espri günümüz pedagojisine pek uygun değil, onu önemsememişler.

Plauen bugün daha çok çocuk edebiyatının bir parçası olarak hatırlanıyor. Yazının sonunda kapağını paylaştığım 2022 tarihli İngilizce baskı, çizimlere sonradan eklenmiş betimleyici cümlelerle revize edilmiş bir örnek. Bizdeki Cin Ali mantığında: okumayı kolaylaştırmak, pekiştirmek ve ardışık dizimi daha hızlı kavratmak için yeniden düzenlenmiş.

Plauen’in espri anlayışı, sessiz sinemadan bildiğimiz slapstick geleneğine yaslanıyor. Kolayca çözülen yalın çizgiler, beş-altı karelik ardışık sahneler, fiziksel temasa ve harekete dayalı bir komiklik… Her şey eylemlerle kuruluyor; mizah mutlak bir performans. İki muzip, meraklı ve yerinde duramayan karakterin küçük “eylem hikâyeleri”.

Sessiz sinemada oyuncular konuşamadıkları için hikâye abartılı jest, mimik ve hareketlerle anlatılıyor. Sinema büyük ilgi gördüğü için ilk çizgi romanların sinemayı taklit etmesini de anlayabiliyorum. Bizde de ilk dönemlerde çizgi roman yerine “sinema hikâyesi” veya “sinema romanı” dendiğini hatırlayalım. Üstelik bu taklit her yönüyle olumsuz değil. Balon ve anlatı yazılarını minimumda tutmak, ardışıklığı güçlendirmiş; kare içinde hareketin akışkanlığını artırmış.

Bu bağlamda Cemal Nadir’in Plauen’den etkilenmesini de anlıyorum. Çünkü Plauen moderndi; çizgisi akışkandı ve çağının ilerisinde espriler kuruyordu. Fotoğrafla yarışan bir resimsellik peşinde değildi zaten onu Ramiz Gökçe daha iyi yapıyordu. Onun aradığı şey hareketti.

Cumartesi, Kasım 22, 2025

Levendddd

Böyle bir marka varmış meğer; vakti zamanında marka tescili için başvuruda bulunulmuş... Kıkırdayarak hemen satın aldım, kaçar mı? “Levend C” ile bir süre bakıştık.

“d” harfi beni doğrudan rahmetli Suat Yalaz’a götürdü. Suat Abi tam bir narsistti; mansplaining’in yürüyen, konuşan, nefes alan hâliydi. Tanışır tanışmaz adımın son harfinin “t” ile değil “d” ile yazılması gerektiğini söyledi. Kimsenin bilmediği bir dil bilgisi evreninden bahsediyordu; saydı, döktü… Yetmedi, kitaplarını getirdi, bana imzaladı. Tabii “Levend’e” diye.

Bütün bunlar olurken of puf ederek boş boş baktım. Yahu isim bu; Leveng de olabilirdim. Suat isminin Arapça kökenini hatırlatıp “Peki o zaman sen de Suad mısın abi?” diye sorabilirdim ama bunu niye yapayım? Aramızda kırk yaş vardı; kendi adının farkında olmayan biri bana ders vermeye çalışıyor; imzalı kitap filan istemiyorum, üzerine bir de imzalı kitap hediye ediyor-tabii yine “Levend’e”. Ne adamdı. 

Ben, Levend C ve Suad Abi bu vesileyle bir kere daha konuşmuş olduk.

Cuma, Kasım 21, 2025

Ben, hayal kırıklığı

Uzun sürmüş bir gecenin ortasındaydım. 

Biri yanıma gelip benimle konuşmaya başladı, kimdi hatırlamıyorum, bir zerhoş, belki afyonlu bir kadın, hırıltılı bir sesi vardı, belki bir travesti, uzaydan gelmiş gibi dik dik bakıyordu. Belki Kriptonlu.

"Bu dünyanın sahibiyim" dedi bana, cevap veremeyecek kadar halsizdim. Sesler anlaşılmıyor, ışıklar bir toz kümesi gibi havada uçuşuyor, yüzüme çarpıyordu.

"Ben, hayal kırıklığı, bu dünyanın sahibi"

"Her şey neden bu kadar kısa sanıyorsun" dedi.

Uyandığımda Tabucchi okumak istiyordum. Dünya kirliydi.

Perşembe, Kasım 20, 2025

Paran kadar konuş!

Erkek romantik bir tirada başlamak üzereyken: “Bilseniz sizi ne çok…” diyecekken kadın hiç oralı olmaz: “Uzatmayın, ben israfı sevmem… Kaç paranız var, onu söyleyin.”

Bugünden bakınca karikatürün esprisi, kadının pervasızlığında. Komiklik, romantik jestleri buharlaştıran soğukkanlı gerçekçilikte; niyetini saklamayan doğrudanlıkta kurulmuş. Dergiler o yıllarda bu tip kadın tiplemelerine özel bir iştahla saldırırlar: Hem küçümserler hem de açıkça arzularlar. Bu çelişki, dönemin popüler mizahının en rahat okunan gerilimlerinden biridir.

Karikatürün ilk muhatabı erkek okurdur. Erkek figürünün gülünç duruma düşmesi (hafif bir “efemine” imasıyla birlikte) erkek okura bir tür rahatlama alanı sağlar. Mizahçıların gözünde romantizmin hiçbir kıymeti yoktur; ince duyguya ve düşünsel derinliğe karşı nerdeyse alerjik bir refleks gösterirler. Romantizm enikonu dövülür, efemine bulunan her şey alaya alınır. Bu da anti-entelektüalist yerli mizah geleneğinin temel reflekslerinden biridir.

Şöyle bir ters köşe düşünelim: Genç kadın okurlar bu sahneyi nasıl alımlıyor olurdu?

Erkeği boşa düşüren, lafı ağzına tıkayan kadın figürü, onlar için küçük bir özgürleşme anı sunuyor olabilir miydi?. Yüksek sesle sahiplenilmese bile bu pervasız kadına sempati duyulması gayet mümkündür. Kadının utanmaz cesareti, sınıfsal ve cinsel pazarlık gücünü eline alması, o dönemin kadınları için gizli bir özdeşleşme kapısı açabilir (miydi?).

Popüler kültür işte böyle tuhaf bir membadır: Kimin neye, nasıl güldüğünü kestirmek hiç kolay değildir. Aynı espri, farklı toplumsal konumlarda bambaşka anlamlara bürünür. Mizah daima çok katmanlıdır; kimi zaman hakaret olarak tasarlanmış bir söz, başka bir gözde güç verici bir jest hâline gelir.

Onat

Sinematek konuşması. İkinci Yeni’nin öykücü kıpırtısı. Şiirle akraba. Antep’in tozlu sıcağı. Onat’ın Antep’i, İshak. Onat’ın İstanbul’u, Pera. Göçmenler, kalanlar, gidenler, yarım yarım insanlar. Camus’nün Beyoğlu gezisi. Yoksulların sineması, hoyratlığa karşı iyicil ve masum çocuklar. Sinemayı edebiyata yaklaştıran öncü. Dost tebessüm, dayanışma ölçeği, kibirsiz dinleyen. Onat Kutlar, sanatın ve yeni sinemanın senaristi, sakin öykü. Renkli Türkçe.

Çarşamba, Kasım 19, 2025

Gazete okuyan beyfendi

Fotoğraf, 1955-64 arasında çekilmiş, beyfendinin okuduğu gazeteden çıkartıyorum bunu… Rahatlığın, dinginliğin ve “ev” hissinin içindeki ideolojik dokuyu fark ettiren bir kare.

Fotoğrafa bakınca, yorgun argın eve gelmiş koltuğa yayılmış birini görmüyoruz. Sadece onu görmüyoruz. Modernleşmenin ev halini, orta sınıfta özel alanın yeni ritüellerini ve erkek kamusallığının konforlu bir mekânda yeniden üretilişini izliyoruz.

Beyfendinin rahatlığı hemen dikkat çekiyor. Adam, ayaklarını sehpanın üzerine uzatmış, gazetesine gömülmüş, yüzünün görünmemesi, bireysel mahremiyetin altını çiziyor; o yılların fotoğraflarında sıkça rastlanan “poza hazırlanmışlıktan” eser yok. Bu daha spontan, sanki daha içsel bir an.

Mobilyaların dili, dönemin ruhunu ele veriyor. Koltuk, soyut-geometrik bir desenle kaplı: Cumhuriyet sonrasının modern ev dekoru anlayışının en popüler göstergelerinden biri. Bir yanda Batı’dan ithal edilen modernist çizgiler; diğer yanda yere serili geleneksel desenli halı… Bu çelişki değil, tam tersine dönemin tipik sentezi: modern olmak isteyen ama alışkanlıklarından da kopamayan bir toplumun ev içi düzeni.

Perdeler dantel motifli; salon “misafir gelir” ihtimali üzerinden kurulmuş en büyük oda. Sehpa ise neredeyse el işçiliğini andıran oyma yüzeyiyle yerli-modern bir "heykel" gibi. Ev, hem eskiyle barışık hem yeniye özenen bir ruh taşımakta.

Beyfendinin kıyafeti, ütülü pantolonu, desenli çorapları ve ev terliklerine bakıldığında, orta sınıf erkeğinin idealize hâlini anlatıyor: düzenli, bilgili, vakur. Gazete yalnızca bilgi kaynağı değil; statü işareti, dünyayla bağ kuran bir araç. Eve kapanmış olsan bile gazete okuyarak yine “dışarıda”, yine kamusal alandasın!

Ev içi modernleşmenin antropolojisini yapalım, gülümseyerek sıralıyorum: birey, özel hayatın konforunda dahi kamusal kimliğini sürdürüyor. Erkek, ev içi mekânda bile kendine ait bir “köşe” yaratıyor. Okur yazarlık elzem, çağ değişmiş, kamusal bilgi edinme, artık evde de mümkün olmuş Mıstık abi. Bir on yıl sonra salonlarda cilt cilt ansiklopediler sıralanacak.

Bir arkadaşım, fotoğrafı gördüğünde “nostalji peşindesiniz my dear” demişti, “hayır, modernliğin sıradanlığını arıyorum” demedim, laf uzardı, gülümsedim, geçtim.

Related Posts with Thumbnails