Pazar, Mayıs 25, 2025

Yerim ama yemem

Çocukluğumda seyrettiğim filmlerde, karikatürlerde bütün patronlar şişmandı. Ne kadar çirkin göstermeye çalışsalar da kilolu olmak bir refah göstergesiydi. Zenginler, şişman ve mutlu bir azınlıktı. Yaşadığımız dönemde “zayıf, yağsız, fit ve genç vücut”un mutluluğun, başarı ve erdemin simgesi haline gelişi bu bakımından yeni bir fenomendir.

Yüz yıl önce Alman ve İtalyanların başı çektiği, güçlü vücut-güçlü millet imgesi, biz de dahil olmak üzere dünyayı etkiledi. Sporcu ve dinç bedenler, fit görünümler ve zayıflık yıllar içinde önce Hollywood’u sonra global popüler kültürü dönüştürdü. Bana öyle geliyor, beat kuşağının zayıflığı modayı ve güzellik algısını bir kere daha değiştirdi sanki. Onunla da kalmadı, “heroin chic” modeller,  kadınlarda anoreksik beden, erkeklerde six pack filan son otuz yılda işler iyice başkalaştı, meşrulaştı. Yağsızlık ve kaslı olmak, arzulanan olmanın bir ölçütü olup çıktı.

Bugün biliyoruz ki, bedenimiz (nasıl göründüğümüz) bir projeye, bir başarı ve mutluluk estetiğine evrildi: “Mutluysan sağlıklısındır, sağlıklıysan yağsızsındır, yağsızsan başarılısındır.” Dağılabiliriz. Bir arkadaşım, iddialı bir biçimde şişman olmanın işten atılma sebebi olduğuna inanıyor, şirketlerde ilk kovulacakların “yağlılar” olduğunu iddia ediyor. Güzel kadınların ve yakışıklı erkeklerin, bunun da üstüne hiç “utanmadan” fitness yapanların dünyanın yeni işgalcileri olduğunu filan rakı içerken anlatıyor.

Komik mi? E dinlerken komik. Zayıflık ve fitness, mutluluğun değil; mutluluk performansının göstergesiyse traji komik demek daha doğru. Babam, zayıf ve fit görünmeye zihnen takmış biriydi, istisnasız her yemekte “yerim ama yemeyeceğim” derdi. Yemek yemeyerek gösterdiği özveriyi mutlaka belirginleştirmek isterdi.

Hepimiz biliyoruz ki, bugün, yemek yemek değil, yememek övülüyor. “Aa ben o kadar yemiyorum” demeyenimiz yok gibi. Herkes, birbirine “zayıfladın mı, kilo mu verdin” demeye bayılıyor. Kilo verdiysen mutlusun, kilo aldıysan mutsuz…

Günaşırı birileri benim yaşımı göstermediğimi söylüyor (!). Yaşımı söyleyince “aa inanmıyorum” filan tepkileriyle karşılaşıyorum. Şimdiki zamanımızda yaşlanmak değil, yaşlanmamak alkışlanıyor çünkü. Geçenlerde yeni yazdığım dizinin okuma provaları için İstanbul’daydım, yüzüme ve boynuma estetik müdahaleler yaptırıp yaptırmadığımı sordular, şaşırarak hayır filan dedim ama muhtemelen inanmadılar. Üç beş yıl önce böyle bir gündemim yoktu, hiç aklımda yoktu, günbegün gururlanmaya bile başladım. İyiyim, genç görünüyorum filan… Gülmeyin…

Mutluluk hissedilen değil, gösterilen bir şeye dönüştüğü için — genç ve fit beden bu gösterinin ana ekseninde yaşadığı için  “ben gururlanmayayım kim gururlansın” yani Mıstık abi… Ya evet biliyorum, hamur işlerini kısmam gerekiyor, biraz ağırlık çalışsam filan…


1 yorum:

Sadece C. dedi ki...

Çok ilginç, daha geçen gün aynı konuda bir şeyler kaleme almış ve toplum mühendisliğinin üzerimizde yarattığı kalıcı hasar nedeniyle, 50 yaşıma 50 kilo girmek gibi takıntılara sahip oluşumla dalga geçmiştim. Sonra fark ettim, yazarken dalga geçebilsem de, gerçekte gayet kafama takıyorum... Samimiyete hâlâ önem veren son neslin vicdan rahatsızlığıyla hemen sildim. Üstüne bu yazıyı okuyunca, evren bana ne demeye çalışıyor diye düşünmedim desem yalan olmaz :)
Sanırım kış döneminden çıkarttığımız, üzerine ölü toprağı serpilmiş beden ve ruhlarımız, kendilerine bir "bahar temizliği" komutu veriyor..
Bir şey yapmadan bekleyin, geçer bence :))

Related Posts with Thumbnails