Siyasal iletişim çalışmalarında sıkça anlatılır: “[rejim adına] bir düşünceyi alırsın, slogan hâline getirirsin, her yerde tekrar edersin — bu artık düşünce değildir, tekrar ede ede ezbere dönüşür.” Antropologların ritüelleştirme dedikleri tam da böyle bir şey. Ezber denilen bir şey bir tür “yankı” sayılabilir elbette. Yankı, ses değil çıkan sesin tekrar etmesidir. Yani düşünce, tekrar ede ede bağlamdan-içerikten ve eylemden koparsa yankıya dönüşür.
Sosyal medya düşünmeden tekrarlamakla özdeşleştiriliyor, bu yüzden yankıya benzetiliyor. Haklı olmak değil, duyulmak önemseniyor. Paylaşımlar, görünür olma iştahı ve arzusuyla yapıldığı için fikrin yerini ses vermek-yankı yapmak alıyor. Ses sesi, yankı yankıyı çağırıyor. Bir paylaşımda içerik değil, paylaşılan düşünce değil, o düşüncenin nasıl karşılandığı daha önemli oluyor... “Kim ne dedi?” “Ona nasıl tepki verildi?” vs konuşuluyor.
Düşünce değil, düşünceye verilen tepkiler dolaşımda oluyor demek istiyorum. Bir düşüncenin değeri artık içeriğinde değil, kaç kişi tarafından tekrarlandığıyla ölçülüyor. Viralse ilginçtir, ilginçse doğru olup olmaması o denli önemli değildir. Bu sabırlı, mesafeli ve özgün düşüncenin değil, popüler olanın kazanmasına yol açar.
Marshall McLuhan’ın “The medium is the message” önermesini hatırlayan olacaktır, bugün “iletişim aracı mesajın kendisidir” değil, “iletişim aracı yankının düzenleyicisidir” şeklinde yeniden yorumlanabilir: “The medium is the echo” Medya artık düşünce değil tepkiler üretir, yankılar düzenler. Böylece medya, mesaj olmaktan çıkıp yankının algoritmik kalıbına dönüşür.
Romantik kaçmak pahasına biraz ileri gideceğim, yaşadığımız yankı çağında konuşmamak bir tavır, beklemek bir fikir, susmak bir direnç bile sayılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder