The Guardian birkaç yıl önce Crumb’ı ayrıntılı olarak anlatan bir yazı dizisi yayınlamış ve şu spotlarla sunmuştu: “60’ların hippilerinden 90’ların film yapımcılarına ve 21. yüzyıl küratorlerine, her nesil seks saplantılı, beşeriyet düşmanı Rober Crumb’ı yeniden keşfediyor”. Aynı sayfalarda eleştirmen Simon Hattenstone, “Crumb kırk yıldır en aşağılık arzularımızı çiziyor. O profesyonel bir sapık, çizgilerinde boy gösteren utanmaz bir canavar” diye yazmıştı. Kendisi gibi çizer olan karısı Aline’e göre, gülerek söylediğine bakmayın, “cinsiyetçi, ırkçı, Yahudi, kadın düşmanı” olan birinden söz ediyoruz. Altmışlı yılların ortasından beri çiziyor, bir aralar LSD bağımlısıydı, her türlü otoriteye karşı çıkan çalışmalar yayınladı. İri kıyım kadınlar, abazan erkekler, edebsiz edebiyat, grotesk olan her şey hikâyelerinde yer aldı. Kendinden sonra gelen kuşakları -bizdeki çizerleri dahi- derinden etkiledi. Bugün Grafik Roman adlı bir ardışık sanattan söz ediliyorsa Crumb’ın sahiden katkısı büyüktür. Samimiyetle saplantılarını, açmazlarını resmetti. Devlet, kilise, bürokrasi, polis, politikacılar, ebeveynler, aile başta olmak üzere bütün emredenlerle alay etti. Küçük bir anekdot aktarmalıyım, çizgilerini ve neler anlattığını bilenleri şaşırtmayacaktır: Janis Joplin ve Robert Crumb birbirleriyle tanışmak istiyormuş, ortak bir dostları varmış. Davulcu Dave Getz de Crumb’ın onlar için bir albüm kapağı yapıp yapamayacağını merak ediyormuş. Ortak dostları konuyu Crumb’a açınca Crumb, “Tamam, albüm kapağınızı yaparım, ama tek şartım, Janis’le tanıştığım zaman göğsünü mıncıklamak istiyorum” demiş. Albüm çıktıktan sonra verilen bir partide Joplin’le Crumb tanıştırılmış. Crumb, Joplin’in göğsüne yönelmiş ve arzusunu aynen dediği gibi hitama erdirmiş. Joplin, Crumb’a bakıp “Ah, tatlım” demiş. Bu Crumb’ın çok hoşuna gitmiş. Başa dönelim, evet böylesine ergen zekâlı, arzularına gem vuramayan ve ne yalan söylemeli komik, hınzır ve “ahlaksız” biri Tekvin’i çizgi romana uyarlıyor. Vallahi neden diyeceğim, ama kesin cevabını bilmiyorum.
Geçen yaz başlarında ilk kez, Crumb’ın böylesi bir uyarlama üzerinde çalıştığı haberi çıkmıştı. Kendi adıma ironik, eleştirel bir hikâye olacağını düşünmüştüm. Neredeyse eş zamanlı olarak yayıncısı, benim gibi düşünenleri ters köşeye yatırdı: Hayır, Crumb bütünüyle aslına sadık bir uyarlama yapıyordu. Doğrusu kitap çıkana kadar bu sadakat iddiasını ciddiye al(a)madım. Üstelik Tekvin, epeyce zürriyet meselesiyle ilgili olduğu için başka çizer ve mizahçılar tarafından hicvedilmiştir. Velâkin, albüm çıktığında gördük, Crumb yaratılışın ilk 50 bapını bire bir uyarlamış. Bol isim ve aile seceresi vardır, onları dahi o sevimli kaligrafisiyle aktarmış. Âdem ile Havva’nın kandırılmaları, ağaçtaki meyveyi yediklerinde çıplak olduklarını fark etmeleri, örtünmeleri, utanmayı öğrenmeleriyle başlıyor albüm. Habil’in cinayeti, İbrahim’in İsak’ı kurban etme ritüeli, Lut’un kızlarıyla sevişmesi, Sodom ve Gomorra üzerine yağan kükürt ve ateş, Rebeka, Yakup, Hacer, Nuh vd. Gerçekten iddia edildiği gibi sadakatle anlatmış yazılanları. Yine de bir ilginçlikten söz edilebilir: Tekvin’de geçtiği biçimde aktarayım “Tanrı adamı yarattığı günde, onu Tanrı benzeyişinde yaptı”. Crumb, asıl olarak Tanrı’yı çizmiş, öfkelenen, cezalandıran, akıl veren ve plan yapan biri olarak resmetmiş onu. Hakkını yemeyelim, cinsellikle ilgili ölçülü davrandığı, hele geçmiş işleriyle kıyaslandığında hayli sakınarak çizdiği iddia edilebilir ama bu uyarlama yine de her ülkede yayınlanamaz.
Crumb’ın bu uyarlamayı yapmak istemesi, sadakat göstermesi dilimizdeki klişe karşılığıyla “hidayete erdiğini” mi gösteriyor. Bir yaşlanma emaresi, pişmanlık içeren bir hezeyan ya da af dileme mi? Global ölçekli bir din ilgisinin sonucu olarak değerlendirilebilir mi veya. Sanıyorum, Crumb’ın ilk olarak ilgisini çeken şey, sapkın şöhretini bilerek yapılan uyarlama teklifi olması. Bunun cezbedici ve meydan okuyucu bir yönü olduğu muhakkak. Sadakati, profesyonelliğin bir parçası olarak görerek sorun etmemiş, bu da anlaşılıyor. Kafka ya da Bukowski uyarlaması yaparken de benzer bir itina göstermişti. Crumb, albüm hakkında konuşurken agnostik olduğunu söylemiş, anlattıklarından anlayabildiğim kadarıyla dinlere olmasa bile Tanrıya inanan biri. Israrcı da değil, hep öyleydi zaten, başka yönlere ilgi gösterdi çoğu zaman. Yoğunlaşmalardan sıkıldı, “Tanrı”yı uzun uzadıya konuşabilecek biri olmadı. Belki bu konu açıldığında yine ailesinden söz edebilirdi veya dönüp dolaşıp Amerika’ya olan nefretini anlatabilirdi, konuyu başka taraflara çekerek bile isteye dağıtırdı.
Crumb, Tekvin'i resimleme
nedenlerinden biri olarak anlatılan hikayelerin ilginçliğini göstermiş, işe
başlarken-ki bunu sonradan söylüyor, cinsellik ve şiddet dolu bir hiciv
çıkarmaya niyetliymiş ama çalıştıkça bunu yapmasına gerek kalmadığını metinde
bu ögelerin ziyadesiyle yer aldığını fark etmiş filan. İnsan, ister istemez
Crumb’un üretimlerine bakıyor ve Tekvin’le kıyaslıyor, gözle görülebilir bir fark
olduğunu hemen anlıyorsunuz. Tekvin, geçmiş işlerine kıyasla hayli “politically
correct” bir çalışma. O sebeple epeyce yuvarlak ve ihtiyatlı konuşmuş dememiz
gerekiyor.
Başka bir soru: mesele, Tekvin’i asla okumayacak ya da önemsemeyecek
Crumb okurlarına Tekvin’i okutmak veya bir biçimde Tekvin’i konuşulur kılmak
olabilir mi? Olmaz demiyorum ama bunun çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Neyi
amaçlarsanız amaçlayın bir popüler kültür ürününün nasıl tüketildiği önemlidir,
amacı ne olursa olsun, başka bir bağlama sapılması mümkündür çünkü. Tekvin
çizgi romanıyla ilgili yorumlarda Crumb’ın geçmişinin belirleyici olduğu
anlaşılıyor. En çok Tekvin’de resmedilmiş kadınlardan söz ediliyor örneğin.
Okurlar devraldıkları ve alışkın oldukları hınzırlıkları yeniden
belirginleştiriyorlar.
[Bu yazı ilk kez Birgün Kitap’ın 29.5.2010 tarihli yazısında yer aldı, blogta tekrar yayımlarken bir kez daha elden geçirdim. Yazıda yer alan alıntı ve anekdotları Serüvenci arkadaşlarımdan Şenol (Bezci) ve Can'a (Yalçınkaya) borçluyum.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder