Grafik romanlar çizgi romanların farklı bir boyutu olarak
karşımıza çıkıyor. Kahramanların klasik tabirle karakterleştiği, yazarın ve
çizerin bireysel olarak da ön plana çıktığı yeni bir tür gibi. Sizce grafik
romanın Türkçe edebiyattaki karşılığı nedir?
Çizgi romanın popüler dilini, edebiyata yakınlaştıran,
daha yavaş ve insani hikâyeler anlatan yeni bir tür demek gerekiyor grafik
roman için. Son on yılda bütün dünyada çizgi romandan daha fazla
konuşuluyor. Öte yandan sadece kitap
dünyası değil çizgi romancılar için bile yeni bir anlatım aracı. Grafik romanlar, muktedir kahramanları değil
sıradan insanları, yaşlanan, ölebilen, kaybedebilen karakterleri anlatıyorlar,
kahramana değil hikâyeye odaklanıyorlar.
Türkiye’de çizgi roman, genelde ucuz, niteliksiz, sanat ve edebiyat dışı
sayılır. Grafik roman, bu algıyı değiştiriyor olabilir, en azından ezber
bozuyor ve okuru şaşırtıyor.
Grafik romanları, dilin sözcükler
kanalıyla görüntü yaratmaya yönelik işlevini resme aktaran, dilin etkinlik
alanını hikâyenin meselesiyle kurgu yapısının gücünü öne çıkarmak için kullanan,
dolayısıyla anlatım olanaklarını çoğaltan yeni bir dil önermesi biçiminde
yorumlayabilir miyiz?
Elbette, sadece son beş yılda yüzlerce kitap, binlerce
makale yayınlandı batı dillerinde. Entelektüel ve estetik bir derinlik ve
başkalık içermese böylesi bir ilgi ve iştah oluşamazdı. Çizgi romanın bizdeki
adlandırmasına, orijinal adı olan comics çevirisindeki “roman” tamlamasına
aldanmayın. Çizgi romanlar, söz
sanatlarını kullanmakla birlikte “roman” değildir. Yazı ya da resim,
birbirlerini tamamlamak, anlaşılırlığı artırmak için kullanılır. Çizgi roman,
mesajı olabildiğince basit ve kolay anlatabilmek için bu birlikteliği kullanır,
çocuksudur. Gücü ve zaafı buralardan çıkar. Grafik romansa başka bir merhale.
Bu popüler dili kullanarak başka bir hikâye anlatma arzusu var üretimlerinde.
Sözünü ettiğiniz başka hikâye, doğası
gereği grafik romanın, yazının yerleşik iktidarını kırması ya da kelimelerin
gücünü kurmacanın doğasında ne varsa hepsine bölüştürmesiyle mi ilgili?
Evet, bu da söylenebilir, ben galiba daha çok popüler bir hikâyenin
nasıl anlatıldığıyla ilgileniyorum. Popüler kültür, bir mücadele alanı olmalı
ve tü kaka edilerek değil, orayı dönüştürmek için uğraşılmalı. Çizgi romana
popülerlik katan her şeyi iyi kullanarak, iktidar araçlarını, erkekliği,
sağcılığı, otoriterliği, gerekiyorsa elitizmi, gerekiyorsa büyük sanat
narsizmini alaşağı etmek gerekiyor. Grafik roman, tek tek önemli örneklerine
bakın, melezliğiyle anlatım dilindeki kolaylıkla bunu yapıyor, sınırları zorluyor.
Ankara Üçlemesi olarak kurduğunuz grafik romanlarınız
bize bir panorama sunuyor. Ankara’nın ve aslında Türkiye’nin üç farklı dönemini
anlatıyorsunuz. Bu kitapların yazarından ve çizerinden farklı bir dille
konuştukları söylenebilir mi?
Ortak çalışmalarda uyum oluşturmaya çalışırsınız, ilk
albüm olan Dumankara, çok çizerli ve
çok hikâyeli bir derlemeydi. Aura oluşturmak daha çok bana kaldı. Emanet Şehir ve Uzak Şehir’de Berat’la (Pekmezci) çalıştık. Önce ben senaryo yazıyorum,
neyi nasıl resmedeceklerini anlatıyorum ama ne olursa olsun çizer bu tahayyülü
yorumluyor, kendini katıyor. Üçlemeye başlarken tasarım olarak 1916 Ankara
Yangını ile başlayıp günümüzde bitecek bir panorama düşündüm. Her albümün bir
meselesi olsun istedim. Uzak Şehir, şimdiki zamanı, hatta muktedirler
arasındaki çekişmenin bir yüzünü gösteriyordu ki bugün de o kavgayı yaşıyoruz. Finali
öyle bitmeliydi, kara bir hikâye olmalıydı. Tabii şu var, ne düşürseniz düşünün
okurun alımlaması farklı oluyor, iş sizden çıkıyor. Döneme özgü, okuma alışkanlıklarına,
ezberlerine özgü bir beğeni oluşuyor. Yarın bu algı değişebilir veya başka
türlü okunabilir.
Yerleşik algımızdaki çizgi romanın
popüler kültürle ilişki düzeyi grafik romanla kıyaslanabilir mi?
Şöyle anlatayım, Batman
grafik roman olamaz örneğin. Ayrıksı bir serüven yaşayabilir ama o, her şeyi
başaran bir kahramandır, biz esasen onu muktedirliğini izleriz. Başka bir
örnek, çok da severim, Ken Parker
edebiyat okurundan büyük ilgi görür, çizgi roman okurunun alışık olmadığı
serüvenler yaşar ama o da grafik roman değildir. Orada ayrıksı ve marjinal
duran esasen yan hikâyedir, ya bir yan karakter ya da kahramanın dahil olduğu,
ikincil kaldığı mesele ilginçtir. Grafik roman, bir seriyal değildir, endüstriyel
kodları, muktedir bir kahramanı ve klişe bir düalizmi yoktur. Yazarı çizeri o
kitabı kendi imkânlarıyla yayınlıyor diye, küçük bir yayınevi çıkarıyor veya
tek albümde bitiyor diye bir kitap grafik roman olamaz. Çoksatar kitap olmak, bir
mantığı gerektirir, içeriği ta baştan belirler, satar ya da satmaz o ayrı bir
şey. Grafik romanlar bu bakımdan bir tepkidir ve zaten o refleks, edebi bir
dilin taşıyıcısı olmayı gerektirir.
Grafik roman yazarla çizer
arasında belli bir uyumu gerektiriyor. Ankara Üçlemesi’nde çizginin
karakteriyle yazının ruhunun uyumu net bir şekilde görülüyor. Grafik roman
anlatım olanaklarını çoğaltırken bu uyum çizgi için de yeni bir dil yaratıyor
mu?
Yazar ve çizer ortaklığı çizgi romanlarda da vardır. Bu
uyum, grafik romanlara özgü bir durum değil. Çalışma biçiminden çok anlatılan hikâyenin
niteliği asıl farklılığı yaratıyor. Piyasa karşısında ne anlatıyorum ve ne
anlatmamayı tercih ediyorum soruları önemli bir kıstas.
Grafik roman diğer türlerde olduğu gibi sözgelimi öykü
dili tanımı gibi özerk bir dil kurmalı mı?
Bence kuruyor zaten. Buluşlar diyelim buna, hemen her
yeni grafik romanda kareler arası ardışıklık, kurguda, devamlılıkta yeni
arayışlar deneniyor aslında. Çok eskiden her bir kare, iç yazısıyla görseliyle
tek bir şeyi vurgulardı, öyle adam akıllı devamlılık yoktu. Kurgu, bütün
aksiyon hikâyesine göre çok güçlü değildi. Tahkiye, tek etkiye, kahramanın
zaferine dayalıydı vs.
Kahramanın zafer kazanmasına
duyulan arzu, yüceltilmiş kahraman metaforu yaratmak başlı başına patolojik bir
durum değil mi?
Patolojik mutlaka ama çocuksu veya ergence bir ihtiyaç da,
hiç anlamsız değil. Aynı noktaya geliyoruz, popüler kodları bütünüyle
yadsıyarak değil bir tür mevziler savaşı gibi görerek kullanmalıyız. Neden daha
fazla kadın okuru var grafik romanların? Neden edebiyatçılar eskisinden daha
fazla ilgileniyor bu yeni dille? Erkeklik gösterisinin, erkeklik hallerinin
dışında bile isteye ters köşe yaparak konuşuyor çünkü.
Ankara deyince aslında genel olarak Türkiye anlaşılmalı
kitaplarınızda, kanımca. Anlattığınız hikâyeler Türkiye halkları hakkında genel
bir okumaya tabi tutulduğunda siyasalın ağırlığı hissediliyor. Sizce içinde
yaşadığımız koşulların Türkiyeli yazarların diline getirisi ya da dilden
götürüsü nedir?
Şimdiki zamanın, içinde bulunduğumuz durumun edebiyatı,
sinemayı veya grafik romanı yeterince etkilediğini düşünmüyorum. Koşullar
nedeniyle çok da mümkün değil. Hem yas
var, hem hararet hem de baskı… Şundan şüphe etmiyorum tabii, ileride,
yaşadığımız yıllar çok ama çok anlatılacak, sonraki nesiller haksızlık hikâyeleri
olarak utanarak anlayacaklar yaşadıklarımızı.
Editör kimliğinizin yanı sıra bir yazı atölyesi yürütüyorsunuz.
Yayımlanmış eserlerle yayımlanmamış hikâyelere emek veriyorsunuz. Buradan
baktığınızda genel bir çerçeve çizmenizi istesek, Türkçe edebiyatın bugünüyle
ilgili değerlendirmesini yapabilir misiniz? Gelecekle ilgili öngörüleriniz
neler olurdu?
Çok değişken var, tek edebiyat yok, popüler olanla
itibarlı sayılanları, eğilimleri incelemek, satışları bilmek, ödüllerin
mantığını anlamak, eleştiri ve tanıtım yazılarını izlemek lazım. Sürekli takip
ediyorum ama büyük bir resim varsa eğer, onu görebilmek ve gelecekle ilgili tahminlerde
bulunmak kolay değil. Anlatılan
hikâyeler temelinde bakacaksak yerli ve yabancı edebiyat, sinema, televizyon
hatta müzik bile işin içinde olmalı, hepsini hesap etmeliyiz. Ülke çok gergin,
bağıran hikâyeleri seviyoruz, hep öyleydi ama öne çıkan eserler bakımından başka
türlüsünü düşünemez olduk. Daha kişisel, daha minimal hikâyeler bile bu
gürültülü ruh halinin dışına çıkamayacak.
Birgün Kitap, 16.6.2017, Çağatay Uslu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder