Albert Camus’nün Yabancı romanından
yapılan aynı isimli bir çizgi roman uyarlaması yayımlandı. Fransa’daki ilk
yayımında, romana sadakat gösteren, belli bir niteliği koruduğu söylenen bir
çizgi roman olduğu düşünülmüş. Yabancı gibi
kült bir romanın sadakatle uyarlandığını, başarılı olup olmadığını tartışmak,
üzerinde hemfikir olunamayacağı için çok anlamlı olmayabilir. Sadakat gösteren
herhangi bir uyarlamanın başarılı olmadığı da söylenir çünkü. Buna göre mevcut
ve başarılı bir anlatının yinelenmesinin anlamı yoktur, yeni bir yorum
katılmayacaksa o uyarlamanın yapılması gereksizdir. Aksini düşünenler ise her
uyarlamanın bir farklılık getirdiği ve sadakatin mümkün olmadığını iddia
ederler. Örneğin romanın görselleştirilmesi başlı başına bir değişim ve bir
yeni yorumdur. İşin içine çizerin kendine özgü estetiği, çizgisi,
tipleştirmeleri, sayfa tasarımı ve renklerin kullanımı girdiği için sadakati
değil yorumu okuruz. Okur ve fan tarafını saymasak olmaz, onlar tartışmaları çeşitlendirip,
genel olarak uyarlamaları beğenmeme eğilimindedirler. Hem romanın konuşulmasını
isterler hem de her türlü uyarlamayı sevdiklerine yönelik bir saldırı sayarlar.
Ders notu veya hadsizlik gibi algılansın istemem, birazcık, en azından yeni
başlayanlar için Camus ve Yabancı romanından
söz edeceğim ki uyarlamanın niteliğini tartışabilelim.
Camus, iki temel kavramsallaştırma yapar ve bu kavramları
edebiyatında kullanır. İlki, daha çok Veba’da anlattığı “başkaldırı,” ikincisi Yabancı’da
başarıyla işlediği “uyumsuzluk”tur. Gerek Sisifos Söyleni kitabında
gerekse diğer denemelerinde anlattığı uyumsuzluğu, Antik Yunan’daki Sisifos’tan
ilham alarak açıklar. Malumunuz Sisifos, her defasında aşağı yuvarlanan bir
kayayı dağın zirvesine çıkarma cezasına çarptırılmıştır. Zavallı Sisifos’un
büyük bir emek harcayarak, eziyet çekerek yukarı taşıdığı kaya, işin hitamında
dramatik biçimde gerisin geriye, aşağıya doğru yuvarlanıyordur. Camus, bu
acımasız cezayı ve beyhude emeği, insanın hayat mücadelesine benzetir. Onun
“absurde” dediği uyumsuzluk, biraz abesle biraz da insan bilinci ile dünya
arasındaki kopuşla anlatılabilir. Yabancı, bu uyumsuzluğu anlatan sahiden etkileyici,
çığır açıcı, dönemi itibarıyla (1942) rahatsız edici bir romandır. Camus,
gündelik hayatın monotonlaşmasına dikkat çeker, her bir gün yekdiğerinin
aynısıdır; çalışarak, evlenerek, diploma alarak, çocuk yetiştirerek yaşasa da
insan bunları niye yaptığını esasen bilmez veya gelecekte daha iyi bir hayat
yaşayacağını düşünerek o yeknesaklığa katlanır. Oysa yaşadıkça ve gördükçe,
aynı monotonluğu gelecekte de yaşayacağını anlayarak huzursuz olur. Hayatın bir
anlamı, eylemlerin bir amacı olması bekleniyordur ama insan her şeyi son
kertede nedensiz yere yapıyordur.
Yabancı’nın ünlü
kahramanı Meursault, romanın başında annesinin vefat ettiğini öğrenir ama bu
ölümü şaşırtıcı bir soğukkanlılıkla geçiştirir. Yaptığı şey, vefasızlık ve
sevgisizlik değildir, yapması gerekenleri, yapması gerektiği için yapıyor
gibidir; yas tutmaz, gözyaşı dökmez, anılara gömülmez. Cenazenin hemen
ertesinde kız arkadaşıyla buluşur, sinemaya, bir komedi filmine gider. Çarçabuk
rutinine geri dönmüştür, ilgisiz ve duygusuz görünür, nefret, şehvet, öfke,
keder onda hiç yok gibidir. Çevresindekilerin düşünceleriyle, takıntı ve
arzularıyla hiçbir biçimde ilgilenmiyordur. Kız arkadaşı, kendisini sevip
sevmediğini sorar; Meursault için aşk ya da aşksızlık, sadakat ya da aldatma
önemli değildir. Sonra beklenmedik biçimde, yeni tanıştığı, pek arkadaşı gibi
durmayan bir komşusunun hasımlarından birini öldürür. Cinayet, mahkemeye
taşınırken olaylar giderek tuhaflaşır, öyle olur ki, cinayet değil
Meursault’nun kişiliği yargılanmaya başlar. Annesinin ölümüne ilişkin
kayıtsızlığı, cenazede yaptıkları ve yapmadıkları anlatılır olmuştur.
Meursault, bu anlatılanlara karşı bir kez daha kayıtsız kalır, kimseye
karışmadığı gibi kimsenin de kendisine karışmasını istemiyordur. Herhangi bir
kurtuluş umudu taşımıyor, avukatının tavsiyelerini anlamsız buluyordur.
Hücresine gelen papaza günaha inanmadığını söyler ve günah çıkarmayı, konuşmayı
reddeder. Olup bitenlerden sıkılıyordur; varoluşçu edebiyatın “bulantı” ve
“tiksinme” gibi hislerinden Meursault da söz eder. Monotonluğun farkındadır,
geleceğe güvenmiyor, bir şeylerin değişebileceğine inanmıyordur. Ona göre bugün
ölmekle yıllar sonra ölmek arasında bir fark yoktur. Annesinin ölmesiyle,
inanmadığı bir tanrıyla ya da mahkemenin adaletiyle, idam cezasıyla
ilgilenmiyordur. Aidiyet duyduğu tek şey uyumsuzluğudur, soğukluğu ve
dürüstlüğü toplumla arasındaki en önemli farklılıktır, herkes ondan pişmanlık
göstermesini, af dilemesini, “normal olmasını” beklemektedir. Meursault buna
yanaşmaz, kendi lehine olacak biçimde yalana başvurmaz.
Başa dönersek; peki bu roman nasıl çizgileştirilir?
Absürd ya da uyumsuz doğası nasıl estetize edilir? Varoluşçu Yabancı’nın
aurası olan sıkıntı ve monotonluk nasıl resmedilir? Jacques Ferrandez, bana
kalırsa bu soruları şöyle cevaplamış: Kendisini, çizer olarak hiç öne çıkartmak
istememiş, Meursault ile dış dünya arasında abartılı bir karşıtlık kurmamış,
santimantal bir abartı istiflememiş, karikatürize etmemiş. Romanın yavaşlığını
iyi özümsemiş, realistik bir çizgi kullanmış, mekanlara ve dönem Cezayir’ine, o
bakımdan otantizme büyük özen göstermiş. Bu, gerçekçi bir aura kurmaya
çalıştığını gösteriyor. Yabancı’da
mekan değil insan ruhu çok öndedir, doğa ve şehir değil, mahkeme salonu ya da
deniz kenarı değil, o mekan karşısında insanın bıkkınlığı ve uyumsuzluğu daha
önemlidir. Ferrandez, direksiyonu belgeselciliğe ve gerçeklik hissine doğru
kırmış, absürd olanı belirginleştirmeye kalkışmamış. Sinematografik bir
akışkanlıkla, bence Visconti’nin sinema uyarlamasını da (Lo straniero,
1967) hesap etmiş. Kişisel olarak uyarlamanın genelini beğendim ama kimi
sahnelerde daha enerjik ve yaratıcı olunmasını beklerdim. Örneğin, o ünlü
cinayet sahnesinde…
Ferrandez, altmış yaşını geçmiş, 1980’den bu yana albümler
yayımlayan, çalışkan bir çizgi romancı. Çeşitli tarzlarda üretimlerine karşın
Cezayir doğumlu olduğu için olabilir, Cezayir’le ilgili bir şeyler üretmeye
yönelik bir arzusu hep olmuş. Yabancı, Camus’den yaptığı ilk uyarlama değil; 2009
yılında, Sürgün ve Krallık’ta yer alan “Konuk” (L’Hôte)
öyküsünü de çizgi romana uyarlamıştı. Yine Cezayir’de geçen bir hikaye olması
tesadüf denemez sanıyorum. Camus ailesinin takdirini kazanmış ki, daha iddialı
bir uyarlama yapma izni almış. Hakeza, meraklısı için not düşelim, oryantal
ilgileri var Ferrandez’in, içlerinde İstanbul’un da (Istanbul,
Carnets d’Orient, 2000) olduğu pek çok ülke ve şehirle ilgili gezi
günlükleri sayılabilecek çizgi romanlar hazırlamış. Keşfetmeye, farklı olanı
anlamaya yönelik merak ve iştaha sahip. Yabancı, bence en iyi performansı değil ama
uluslararası bir ilgi yakaladığı en popüler çalışması.
Sabit Fikir, Mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder