Neil Gaiman, global
dünyanın çoksatar yazarlarından biri. Epik dile olan hâkimiyeti, hikâye evreni
kurabilme ustalığı, aktüelle mesafesi ve ölçülü muhalifliğiyle uzun yıllar
popülerliğini koruyacak, öyle anlaşılıyor. Genç kalabilen veya genç okura
hikâyeler anlatabilen bir yazar. Fantastik edebiyatın içinde kalarak korku
türünün popüler referanslarını kullanıyor. Ölüm, ölümden sonraki hayat, din
mitolojisi, insan dışı varlıklar ilgisini çekiyor. Gaiman, pek çok ünlü korku
edebiyatçısı gibi insanlardan çok yaratıklara yakın durmayı seviyor. İyilik ve
kötülük meselesine odaklandığı için insan tekinin kibir, hırs, haset ve
acımasızlığını kıyasıya eleştiriyor.
Malumunuz, yaratıkların
-istenmeyenlerin ve azınlıkların- dışlanması, sürek avına dönüşmeleri, hayata
karşı muhalif duruşu nedeniyle edebiyatı cezbeder. Yaratıklara yönelik tedhiş
ve baskı, yaratıkların mağduriyeti, sonsuz yalnızlıkları ve bunu dillendirme
biçimleri tek tek edebiyatın meselesidir. Bütün korku anlatılarını edebiyata ve
sanata yakınlaştıran da, bana kalırsa, en çok bu eğilimdir. Yoksa, gündüzün
geceye, cennetin cehenneme galebe çalmasının veya iblisin er ya da geç mağlup
edilmesinin aksiyon hazzı dışında adamakıllı bir anlamı yoktur. Hepsi, bilindik
ve tek kelimeyle çocuksudur ve ancak o kadar işlevi olabilir. İblisin tecrit ve
sürgündeki tek başınalığının, asırlar süren acımışlığının betimlenmesi veya bir
yaratığın insanlara olan öfkesinin anlatılmasıysa merak uyandırıcıdır. Bunu
yapmak demek, şimdiki zamanı, ahlâkı, adaleti ve genel geçer değerleri
eleştirmek demektir. Kötülerle savaşan kahramanın işini zorlaştıran, onun
karşısına zekâ ve vicdanı çıkaran iddialı bir savunmadır. İblis ölse de, mağlup
olur bu yolda galip diyelim. Kahramanı ve okuru etkileyen, huzursuz eden,
aksiyon mantığının üzerine çıkaran başka bir merhaledir bu. Son çeyrek yüzyılda
canavarları edebi olarak derinleştiren, psikolojilerini, yaralı ruhlarını
belirginleştiren bir anlatım eğilimi gelişti. Vampirin ısırığından çok,
vampirin tekdüze hayatından duyduğu bedbinlik, ürkütücü Frankenstein’dan çok
onun dünya karşısında hissettikleri ilgi çeker oldu. Benzer bir yönseme
geçmişte yok değildi ama bu derece koyulaşabilmiş değildi. Bir vampiri, etnik
ya da cinsel azınlıktan biri gibi düşünmek, ergen mutsuzluğuyla harmanlamak,
canavarın değişimini bir büyüme hikâyesi olarak görmek, daha ziyade yakın
döneme özgü bir yoğunlaşma oldu.
Gaiman, tam da
böyle bir dönemin yükselen yazarlarından; tavrı, tahkiyesi ve finalleri
yenilikçi olan isimlerden. Nasıl yazıyor? Dili masalsı ve şiirsel... Tutkulu
okurları onu tarif ederken en çok büyülü bir dili olduğunu söylüyorlar.
Şekspiryen bir auradan söz ediyorlar. Bazen sert ve gerçek gözükmek için argoya
başvuruyor ama neredeyse hiç kullanmıyor denebilir. Clive Barker gibi kan ve
iğrençlik dolu sahnelerle hatırlanmıyor. Stephen King kadar Amerikalı, Alan
Moore kadar siyasetle meşbu değil. Onun hikâyeleri başka bir düzlemde geçiyor:
bir ara evrende, bugüne ve yaşanan hayata paralel bir başka yerde. Hayat, onun
evreninde süreklik gösteriyor, ölüm bir son değil, başka bir evrenin başlangıcı
oluyor. Ölüler, ruhlar, hayaletler, cadılar, cinler, gulyabaniler, arafta
kalanlar, insanlarla birlikte yaşıyorlar. Karakterleri, hele ki korkuyla
bahsedilen bir canavarsa, insanlara güvenmemesi gerektiğini, kendini sakınarak
yaşamak zorunda olduğunu biliyor, önce intikam ve nefret hissiyle sertleşiyor,
sonra bunun hayatın bir doğal sonucu olduğunu kabullenerek yaşamasını öğreniyor
vs. Karakterleri epeyce teatral konuşuyorlar, imalar, metaforlar kullanıyor,
göndermelerde bulunuyorlar. Görünenin ardındaki anlamı fısıldayan gösterişli
düsturlar zikrediyorlar. Büyük sırları; o sırları bilen ve merak edenleri
oluyor. Hikâye evreninde bizi gezdirerek yaşadığımız hayatın ve gündeliğin
alternatiflerini gösteriyor. Bu dünyaya benzeyen, daha kesin çizgili bir başka
“yer”, bir başka ülke orası. Katmanları, muamması, hiyerarşisi olan bir başka
oluşum.
Gaiman’ın en ünlü
çalışması hiç kuşku yok ki Sandman. Yakın dönemin en şatafatlı
serilerinden biri olan, 1989-96 yılların arasında 75 sayı yayımlanmış, itibar
görmüş, çok satmış, halen konuşulabilen bir çizgi romandan söz ediyoruz. Sandman,
yukarıda değinilen, başka yerlerden birinde geçiyordu. Dünyaya, başka bir
evrene, cehenneme, arafa, uzak bir gezegene benzeyen bir yerde, bazen dünyada,
bazen geçmişte olup bitiyordu hikâyeleri. Tek tek duygulara indirgenmiş
karakterleri, büyük günahlardan beslenen çatışmaları, yalancıları, yorgunları,
narsistik hezeyanları olan insanları ve insansı varlıklarıyla Sandman hem
süper kahraman evrenini hem de edebi yavaşlığıyla antik tiyatroları
andırıyordu. Yayımlandığı dönem için ayrıksı bir niteliğe sahipti, hikâyeden
çok diyalogları dikkat çekiyordu. Bu durum, çizgi roman için yenilikti, çünkü
türün temel özelliği muktedir kahramanın bitimsiz eylemleriydi.
Gaiman, süper
kahramanların epik ve kibirli dilini gündeliğe yaklaştırıp sertleştirmiyor,
gerçekçi olmak gibi özel bir çaba içine girmiyor, aksine masal ve rüyalara özgü
bir akışkanlıkla daha şairane bir dil istifliyordu. Garip bir yumuşaklığa
sahipti, acılarını ve öfkelerini konuşarak, sözcüklere yüklenerek gösteren
kahramanları seviyordu. Kırılgan, yetmişli yılların rock yıldızlarını
hatırlatan, mağlup olduğunun farkında olan birileri konuşuyor gibiydi. Gaiman,
kederliydi ama bu keder, yanı başımızda, sokakta, medyada, günümüzde değil
masallarda, rüyalarda, uyuduğumuzda ortaya çıkan yaldızlı bir kederdi. Hiçbir
biçimde yerel değildi, seçkinci bir romantizme ve nostaljiye sahipti.
Hikâyelere çok uygun çizgicilerle çalışılması, Sandman’in kum gibi
oradan oraya sürüklenen muğlaklığını başarıyla güçlendiriyordu. Renk seçimleri,
kaligrafisi, balonların farklılığı, sayfa tasarımları iyi hesaplanmıştı. Sandman atmosferi,
mekân olarak, karakter iklimi olarak hiç resmedilmemişti denemez ama Gaiman onu
bir eski edebiyat tutkunu gibi kafiyeli ve mecazlı bir dille bezeyerek taklit
edilemez kıldı. Sandman’i sevmek ya da sevmemek bu dille
ilintiliydi.
Sandman, Türkçede yeniden yayınlanıyor. Benzersiz bir
çizgi roman, çarpıcı diyaloglar, kimileri gerçekten olağanüstü olan fantastik
hikâyelerle tanışmak isterseniz, Sandman’ı okumalısınız. Üstelik
geçen yüzyılın en çok konuşulan edebi eserlerinden birini, bir grafik roman
klasiğini keşfetmiş olacaksınız. Keşfetmek iyidir, maceralıdır.
Sabit Fikir, Kasım 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder