Bizim mizah geleneğimizin köşe taşları kimlerdir, nasıl sıralayabiliriz, hangi tarihsel döneme, bakış açısına, konjonktüre denk geliyorlar? Neleri, kimleri, hangi sınıfı, değerleri, statüyü, değişimi temsil ediyorlar? (Nasreddin Hoca'yı, Aziz Nesin'i, Oğuz Aral'ı biliriz örneğin,bunların yanına yusuf ziya ortaç'ın akbabası'nı ve günümüz için birilerini ekleyebilir miyiz; Leman? Cem yılmaz?...)
Zor bir soru, en az yüz yıllık bir dönemden söz ediyoruz. Her dönem değişen koşullarıyla birlikte mizahını da değiştirir. Bir dönem insanları kıkır kıkır güldüren esprilere bugün boş gözlerle bakıp bunun neresi komik deriz. Yüz yıl önce sözlü kültürden ve kısmen tiyatrodan beslenen bir mizah vardı, onu tanımlayabilirdik. Gazete ve dergilerin satışları belliydi, basılanı tüm ülkeye dağıtmak mümkün değildi, çok sayıda basabilecek matbaa makinesi bile yoktu 1960’lara kadar... Kültür endüstrisi oluşmamıştı. Tüketim bu denli hızlı değildi. Popüler olan bu denli çabuk eskimiyordu. Popüler olanı kontrol etme arzusu hükümetlerde çok daha güçlüydü, baş edebileceklerini düşünüyorlardı. Doksanlı yıllardan sonra özel tv kanalları ve sonraki on yılda gelen internet her şeyi baştan ayağa değiştirdi. Mizahçılar da espriler de çok daha çabuk eskiyorlar artık. Hiçbir dergi Gırgır kadar satamaz veya Aziz Nesin gibi bir yazar çıkamaz artık. Bugün, farklı mecralarda varolmalarına rağmen Cem Yılmaz, Recep İvedik veya Fırat ilgi çekici mizah fenomenleri olarak gözüküyorlar
En uzun soluklu dergilerden Akbaba'nın, muhalif partiler ortaya çıktığında onları eleştirdiği, iktidar yanlısı olduğu için okurunun azaldığı yazıyor wikipedia'ya bakınca... Bu durum mizahın iktidarın değil de muhalefetin silahı olduğunda daha güçlü olabileceğini mi gösterir? İktidar-muhalefet ve mizah ilişkisini nasıl görebiliriz?
Doğrusu wikipedia’da yazılanlara çok katılmıyorum. Mizah dergileri komik değillerse okuyucu kaybederler. Sürekli popüler olmak zorundadırlar, reel siyasetle ilişkileri de epeyce sınırlıdır. Herkesin kızdığına kızan güldüğüne gülen bir yönleri vardır. Başka türlü popüler olamazsınız, çoğunluk değerlerine oynamak zorundasınız. İktidar partileri hep sağ partilerden çıkıyor, rutin bir eleştiride bulunuyorlar, bu onları solcu ya da katıksız muhalif yapmıyor. Aksine şunu söylemek gerekiyor: mizah dergileri tanımlanmak istemezler. Net bir biçimde tanımlanırlarsa okuyucu kaybedeceklerine inanırlar. Mizah dergilerinin siyasal muhalefet ile tanımlanması çok doğru değil…Hayata, ahlaka, klişelere, ebeveynlere muhalefet ediyorlar ama onlardan entelektüel muhalefeti ve tutarlılığı beklemek yanlış da olur haksızlık ta…
Leman-Penguen'in Gırgır'ın devamcısı olduğunu biliriz ama hem içerik hem de biçim olarak epey farklı ve daha sert sanırım. Bu farklılığı, özellikleri, nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Leman bence Gırgır’ın değil Mikrop dergisinin devamı olarak görülmeli… Mikrop, Gırgır içinden çıkan ona göre daha solda ve marjinal eğilimleri olan bir yayındı. Önce Limon sonra Leman, onun paltosundan çıktılar. Penguen, Leman içinden çıkmakla birlikte siyasetle ilişkisi daha sınırlı bir dergi oldu, benzetmek gerekirse Gırgır çizgisindeki Avni ve Hıbır’ı andırıyor, daha mainstream kaygılar taşıyor. Günümüzün mizah dergileri, televizyonun dâhil olamadığı argo ve cinsellik içeren bir mecradan yayın yapıyorlar. Eskiden merkez değerlere yönelik bir siyasi tutum sürdürülürdü. Özel televizyon kanallarının çıkmasıyla bu tür dergilerin hepsi kapanmak zorunda kaldılar, çünkü sansürsüz tv onların daha başarılı bir alternatifi olmuştu. Leman gibi marjinal dergiler bu süreçten kemik okurlarıyla çıktılar. Leman’ın o kemik okurla çok satar olması, mizah dergisi okurunun da değiştiğini gösteriyordu aslında. Gırgır reçetesi bu tarihten sonra yürürlükten kalktı.
Son sayısında Penguen'de çıkan karikatürün yarattığı krizi duymuşsunuzdur sanırım; camide namaz kılan cemaatin göründüğü bir karikatür, caminin bir yerinde allah yok din yalan yazıyor, biri farkedip yayınca kriz çıktı... Penguen bugün (pazartesi) özür diledi, gazetelerin internet sayfalarında haber yapıldı... Mizah, karikatür-ifade özgürlüğü-hakaret ilişkisine nasıl bakılabilir? Karikatürün tepki gömesini ve Penguen'in özür dilemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahadır ve Fatih, bu tür esprileri hep yapıyorlar aslında. Özür metnini ilginç buldum, dergilerde şimdiye kadar böyle bir dil ve içerikle özür dilenmemişti, siyaseten doğrucu bir metin olmuş. Mizah dergisi okuruyla milli eğitim, genel ahlak kalıpları ya da cumhuriyet savcıları benzer şekilde düşünmezler. Bazen işler çatallanıyor, her zaman karşılaşmıyorlar çünkü. Tepkileri anlıyor ama katılmıyorum. Diğer yandan genel bir eğilim var bu işlerde, mizaha hoşgörü gösterilmeli deniyor, bunu anlamıyorum. İfade özgürlüğünden söz edilmesi gerekirken hoşgörü çağrıları yapılması bana garip geliyor…
Uzunca bir zaman Türkiye’deki çizgi romanlarda kadın karakterlerinin çoğunlukla yabancı, güzel ve çıplak (Türk erkeğinin yatağında örneğin) çizilmesi dikkat çekici bir durum... Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bu tür anlayışın devamcısı günümüz mizahında, popüler kültüründe, dizilerinde devam ediyor mu?
Fotoğrafın basında kullanımı yaygınlaşana kadar geniş anlamıyla çizerler gazetelerin görsel tasarımlarını yaptılar. Kadın çıplaklığına sıklıkla başvurulduğu düşünülürse çizgi romanlar ve karikatürler uzun yıllar erotizmin membaı olmuşlardır. Arzu nesnesi olarak yabancı kadınların kullanılması da tesadüf değil haliyle… Yabancı kadınları daha rahat kullanmış çizerler. Kahramanlarımız onları fethetsin istemişler… Bunu çok da hesap ederek yaptıklarını, bir reçeteye göre ürettiklerini düşünmüyorum. İnanarak çizmişler çoğunlukla…
İçinde yaşadığımız 10 yılı (2000'leri) popüler kültür açısından değerlendirirsek, önceki başka bir döneme benziyor mu? (iktidar-muhalefet-mizah-popüler kültür ilişkileri açısından)bu döneme karakterini veren şeyin ne olduğunu söyleyebilirsiniz?
Zor bir soru, en az yüz yıllık bir dönemden söz ediyoruz. Her dönem değişen koşullarıyla birlikte mizahını da değiştirir. Bir dönem insanları kıkır kıkır güldüren esprilere bugün boş gözlerle bakıp bunun neresi komik deriz. Yüz yıl önce sözlü kültürden ve kısmen tiyatrodan beslenen bir mizah vardı, onu tanımlayabilirdik. Gazete ve dergilerin satışları belliydi, basılanı tüm ülkeye dağıtmak mümkün değildi, çok sayıda basabilecek matbaa makinesi bile yoktu 1960’lara kadar... Kültür endüstrisi oluşmamıştı. Tüketim bu denli hızlı değildi. Popüler olan bu denli çabuk eskimiyordu. Popüler olanı kontrol etme arzusu hükümetlerde çok daha güçlüydü, baş edebileceklerini düşünüyorlardı. Doksanlı yıllardan sonra özel tv kanalları ve sonraki on yılda gelen internet her şeyi baştan ayağa değiştirdi. Mizahçılar da espriler de çok daha çabuk eskiyorlar artık. Hiçbir dergi Gırgır kadar satamaz veya Aziz Nesin gibi bir yazar çıkamaz artık. Bugün, farklı mecralarda varolmalarına rağmen Cem Yılmaz, Recep İvedik veya Fırat ilgi çekici mizah fenomenleri olarak gözüküyorlar
En uzun soluklu dergilerden Akbaba'nın, muhalif partiler ortaya çıktığında onları eleştirdiği, iktidar yanlısı olduğu için okurunun azaldığı yazıyor wikipedia'ya bakınca... Bu durum mizahın iktidarın değil de muhalefetin silahı olduğunda daha güçlü olabileceğini mi gösterir? İktidar-muhalefet ve mizah ilişkisini nasıl görebiliriz?
Doğrusu wikipedia’da yazılanlara çok katılmıyorum. Mizah dergileri komik değillerse okuyucu kaybederler. Sürekli popüler olmak zorundadırlar, reel siyasetle ilişkileri de epeyce sınırlıdır. Herkesin kızdığına kızan güldüğüne gülen bir yönleri vardır. Başka türlü popüler olamazsınız, çoğunluk değerlerine oynamak zorundasınız. İktidar partileri hep sağ partilerden çıkıyor, rutin bir eleştiride bulunuyorlar, bu onları solcu ya da katıksız muhalif yapmıyor. Aksine şunu söylemek gerekiyor: mizah dergileri tanımlanmak istemezler. Net bir biçimde tanımlanırlarsa okuyucu kaybedeceklerine inanırlar. Mizah dergilerinin siyasal muhalefet ile tanımlanması çok doğru değil…Hayata, ahlaka, klişelere, ebeveynlere muhalefet ediyorlar ama onlardan entelektüel muhalefeti ve tutarlılığı beklemek yanlış da olur haksızlık ta…
Leman-Penguen'in Gırgır'ın devamcısı olduğunu biliriz ama hem içerik hem de biçim olarak epey farklı ve daha sert sanırım. Bu farklılığı, özellikleri, nedenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Leman bence Gırgır’ın değil Mikrop dergisinin devamı olarak görülmeli… Mikrop, Gırgır içinden çıkan ona göre daha solda ve marjinal eğilimleri olan bir yayındı. Önce Limon sonra Leman, onun paltosundan çıktılar. Penguen, Leman içinden çıkmakla birlikte siyasetle ilişkisi daha sınırlı bir dergi oldu, benzetmek gerekirse Gırgır çizgisindeki Avni ve Hıbır’ı andırıyor, daha mainstream kaygılar taşıyor. Günümüzün mizah dergileri, televizyonun dâhil olamadığı argo ve cinsellik içeren bir mecradan yayın yapıyorlar. Eskiden merkez değerlere yönelik bir siyasi tutum sürdürülürdü. Özel televizyon kanallarının çıkmasıyla bu tür dergilerin hepsi kapanmak zorunda kaldılar, çünkü sansürsüz tv onların daha başarılı bir alternatifi olmuştu. Leman gibi marjinal dergiler bu süreçten kemik okurlarıyla çıktılar. Leman’ın o kemik okurla çok satar olması, mizah dergisi okurunun da değiştiğini gösteriyordu aslında. Gırgır reçetesi bu tarihten sonra yürürlükten kalktı.
Son sayısında Penguen'de çıkan karikatürün yarattığı krizi duymuşsunuzdur sanırım; camide namaz kılan cemaatin göründüğü bir karikatür, caminin bir yerinde allah yok din yalan yazıyor, biri farkedip yayınca kriz çıktı... Penguen bugün (pazartesi) özür diledi, gazetelerin internet sayfalarında haber yapıldı... Mizah, karikatür-ifade özgürlüğü-hakaret ilişkisine nasıl bakılabilir? Karikatürün tepki gömesini ve Penguen'in özür dilemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahadır ve Fatih, bu tür esprileri hep yapıyorlar aslında. Özür metnini ilginç buldum, dergilerde şimdiye kadar böyle bir dil ve içerikle özür dilenmemişti, siyaseten doğrucu bir metin olmuş. Mizah dergisi okuruyla milli eğitim, genel ahlak kalıpları ya da cumhuriyet savcıları benzer şekilde düşünmezler. Bazen işler çatallanıyor, her zaman karşılaşmıyorlar çünkü. Tepkileri anlıyor ama katılmıyorum. Diğer yandan genel bir eğilim var bu işlerde, mizaha hoşgörü gösterilmeli deniyor, bunu anlamıyorum. İfade özgürlüğünden söz edilmesi gerekirken hoşgörü çağrıları yapılması bana garip geliyor…
Uzunca bir zaman Türkiye’deki çizgi romanlarda kadın karakterlerinin çoğunlukla yabancı, güzel ve çıplak (Türk erkeğinin yatağında örneğin) çizilmesi dikkat çekici bir durum... Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bu tür anlayışın devamcısı günümüz mizahında, popüler kültüründe, dizilerinde devam ediyor mu?
Fotoğrafın basında kullanımı yaygınlaşana kadar geniş anlamıyla çizerler gazetelerin görsel tasarımlarını yaptılar. Kadın çıplaklığına sıklıkla başvurulduğu düşünülürse çizgi romanlar ve karikatürler uzun yıllar erotizmin membaı olmuşlardır. Arzu nesnesi olarak yabancı kadınların kullanılması da tesadüf değil haliyle… Yabancı kadınları daha rahat kullanmış çizerler. Kahramanlarımız onları fethetsin istemişler… Bunu çok da hesap ederek yaptıklarını, bir reçeteye göre ürettiklerini düşünmüyorum. İnanarak çizmişler çoğunlukla…
İçinde yaşadığımız 10 yılı (2000'leri) popüler kültür açısından değerlendirirsek, önceki başka bir döneme benziyor mu? (iktidar-muhalefet-mizah-popüler kültür ilişkileri açısından)bu döneme karakterini veren şeyin ne olduğunu söyleyebilirsiniz?
Daha önce yaşanan hiçbir döneme benzemiyor, süregelen akım ve eğilimler tespit edilebilir ama gündelik yaşamda sosyal medya televizyonda yerli diziler hiç bu kadar etkin olmamışlardı.
Kitabınızın sonunda diziler hakkında dikkat çekici bir bölüm var... "popüler kültür her zaman yerleşik kültürü aktarır" tanımı bizim örneğin fazla tepki çeken Aşk-ı Memnu dizisini, Muhteşem Yüzyıl dizisini açıklayan bir kalıp mıdır?
Benim orada söylediğim şey şu: diziler, yerleşik düzenin değerlerini bir biçimde aktarırlar ama bu aktarım, editörler, medya profesyonelleri, rekabet koşulları, kurum ideolojisi, siyasi iktidarla geliştirilen ilişkiler, sansür mekanizmaları, çokuluslu şirketler gibi pek çok belirleyici etkenin oluşturduğu bağlamda gelişir. Bu yüzden oldukça karmaşık ve çelişkili bir süreçte yaşanır. Bir tv kanalı, bir dizi projesine bakarken RTÜK ne diyecek diye ister istemez düşünüyor veya dizi yayınlanırken “yukarıdan” birileri kanalı arayabiliyor. Kanaldan yapımcıya, oradan senariste uyarılar gidiyor. Yani olumlu ya da olumsuz anlamda bir dizinin popülerliğini belirleyen şey sadece içeriği değildir. Bütün dünyada yayınlanan dizilerin neredeyse yüzde kırkı polisiyedir, bizde öyle değil… Bu toplum melodram seviyor mu demeliyiz peki… Sanmıyorum, tutan bir format yineleniyor…
Dizileri fazla mı ciddiye alıyoruz ? Aslında örneğin Kurtlar Vadisi çok etkili mesajlar bırakmıyor mu geride? "bu dizilerle halk kandırılıyor" tepkisi veren ama röportajında Polat Alemdar gibi giyinen Rasim Ozan Kütahyalı örneği çok eğlenceli ve düşündürücüydü. O örnek neye işaret ediyor?
Popüler kültür ürünleri gündelik hayatta dolaşıma girerler, buna tüketim evresi-dolaşım diyebiliriz. Şimdi sosyal medya da işin içine girdiğinden, o ürünün ayrıca konuşulması gerekiyor. O ürünün başarısı, uyarlanabilme potansiyeline bağlı olarak uzun ya da kısa ömürlü olur. Behzat Ç., rating olarak başarılı olamadı ama internette dolaşıma girdi, o yüzden yaşayabildi. Polat Alemdar dizisinin dışında konuşuluyor, kıyafetleri ve konuşma biçimleri taklit ediliyor. Benim verdiğim örnek diziyi eleştiren bir gazetecinin Polat Alemdar gibi giyinmesiyle ilgiliydi. Bu denli etki edebilir hayata popüler kültür, öyle ki ilk çıkış noktasını unuturuz. O eşarbı Aysel giyiyordu, o çizmeyi Bihter’le görmüştük hatırlamayız. Ve evet, dizileri fazla ciddiye alıyoruz, arkaik tartışmalar yapıyoruz. Pedagoji, ahlakın tanzimi, yasaklansın kaldırılsın gırla gidiyor. Prime time dışında içerik kontrolü de yapılamıyor aslına bakılırsa. Biraz da bunu bırakmama kavgası bu…
[Akşam gazetesinden Eyüp Tatlıpınar ile yapılmış bir röportajdı. 5 Mart'ta çıkan Akşam Kitap'ta Şehre Göçen Eşek'le ilgili bir kitap eleştirisi içinde kısmen kullanıldı]
Kitabınızın sonunda diziler hakkında dikkat çekici bir bölüm var... "popüler kültür her zaman yerleşik kültürü aktarır" tanımı bizim örneğin fazla tepki çeken Aşk-ı Memnu dizisini, Muhteşem Yüzyıl dizisini açıklayan bir kalıp mıdır?
Benim orada söylediğim şey şu: diziler, yerleşik düzenin değerlerini bir biçimde aktarırlar ama bu aktarım, editörler, medya profesyonelleri, rekabet koşulları, kurum ideolojisi, siyasi iktidarla geliştirilen ilişkiler, sansür mekanizmaları, çokuluslu şirketler gibi pek çok belirleyici etkenin oluşturduğu bağlamda gelişir. Bu yüzden oldukça karmaşık ve çelişkili bir süreçte yaşanır. Bir tv kanalı, bir dizi projesine bakarken RTÜK ne diyecek diye ister istemez düşünüyor veya dizi yayınlanırken “yukarıdan” birileri kanalı arayabiliyor. Kanaldan yapımcıya, oradan senariste uyarılar gidiyor. Yani olumlu ya da olumsuz anlamda bir dizinin popülerliğini belirleyen şey sadece içeriği değildir. Bütün dünyada yayınlanan dizilerin neredeyse yüzde kırkı polisiyedir, bizde öyle değil… Bu toplum melodram seviyor mu demeliyiz peki… Sanmıyorum, tutan bir format yineleniyor…
Dizileri fazla mı ciddiye alıyoruz ? Aslında örneğin Kurtlar Vadisi çok etkili mesajlar bırakmıyor mu geride? "bu dizilerle halk kandırılıyor" tepkisi veren ama röportajında Polat Alemdar gibi giyinen Rasim Ozan Kütahyalı örneği çok eğlenceli ve düşündürücüydü. O örnek neye işaret ediyor?
Popüler kültür ürünleri gündelik hayatta dolaşıma girerler, buna tüketim evresi-dolaşım diyebiliriz. Şimdi sosyal medya da işin içine girdiğinden, o ürünün ayrıca konuşulması gerekiyor. O ürünün başarısı, uyarlanabilme potansiyeline bağlı olarak uzun ya da kısa ömürlü olur. Behzat Ç., rating olarak başarılı olamadı ama internette dolaşıma girdi, o yüzden yaşayabildi. Polat Alemdar dizisinin dışında konuşuluyor, kıyafetleri ve konuşma biçimleri taklit ediliyor. Benim verdiğim örnek diziyi eleştiren bir gazetecinin Polat Alemdar gibi giyinmesiyle ilgiliydi. Bu denli etki edebilir hayata popüler kültür, öyle ki ilk çıkış noktasını unuturuz. O eşarbı Aysel giyiyordu, o çizmeyi Bihter’le görmüştük hatırlamayız. Ve evet, dizileri fazla ciddiye alıyoruz, arkaik tartışmalar yapıyoruz. Pedagoji, ahlakın tanzimi, yasaklansın kaldırılsın gırla gidiyor. Prime time dışında içerik kontrolü de yapılamıyor aslına bakılırsa. Biraz da bunu bırakmama kavgası bu…
[Akşam gazetesinden Eyüp Tatlıpınar ile yapılmış bir röportajdı. 5 Mart'ta çıkan Akşam Kitap'ta Şehre Göçen Eşek'le ilgili bir kitap eleştirisi içinde kısmen kullanıldı]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder