Kabız Kuğu yalanın (-miş gibi yapmanın) mikro düzeyde yeniden üretiminin, yani insanların birbirlerine karşı oynadıkları oyunun, maskelerin, klişelerin alaşağı edilmesinin anlatışıdır. Kuğu gibi zarafetin, romantizmin, şiirin, müziğin, aşkın sembolü olmuş bir canlının suyun altında “ıkınması”, gösterilmek istenmeyen iğrençlikler olduğunu hatırlatır. Modern iletişim araçlarının -dolayısıyla iktidarın- bizi gömdükleri klişe görüş ve düşüncelerin manipülasyonuyla Kuğu'nun her canlı gibi mesanesini boşaltacağını düşünmeyiz ya da verili olan, düşünmemizi engeller. Kuğu'nun göstergesi bir güzelleme olarak sabitlenmiştir. Öte yandan “ıkınma”, kabızlık ya da işin nihayeti olan dışkı ise pislik, iğrençlik ve aşağılamayı tarifleyen bir gösterge/anlam olarak kullanıma açılmıştır. “Yemek yerken şu da konuşulacak şey mi?” argoda geçen “lağımcılık” ya da kötü olan herşeyin “bok gibi...” olması, bu kullanımın gündelik dildeki yansımaları. Bu türden tezatlıklar Kabız Kuğu'nun yaratıcısı Bülent Üstün için “olmazsa olmaz” güzellikte mizah konusudur. Fiziksel orantısızlıklar, korkular, yanılgılar, “geyik”ler, kesişmeler ve “olağan” şiddet onun meramını anlatabilmesindeki en önemli başvuru kaynaklandır... Kimi zaman komikliği, maskeleri takınmadan dürüstçe verilen cevapla bile sağlar. Bir çay bahçesinde güneşin batışını el ele göz göze seyreden çiftlerden kızın sorusu klasiktir -ama öncelikle öz-benin tatminine yöneliktir-; “Beni seviyor musun?” Erkek, rutin bir tonda, asıl niyetini hiç gizlemeden “yoo niye sordun?” diye cevaplar. Bülent'in derdi verilen cevaptan çok romantizm maskesi ve insanların nankör, olduğundan başka türlü görünen, düşüncesini gizleyen, kazançta aç gözlü doğasıdır. Bu yüzden olacak tüm tiplemeleri özellikle çirkindir. Erkekler façalı, sivilceli, kıllı, kirli yüzlü, kocaburunlu, iri gözlü asabi tiplerdir. Kadınlar ise daha narin görünmekle birlikte ne Ergün Gündüz'ün ne de Bedri Koraman'ın kadınlarına benzer. Özellikli bir çirkinlik ön plandadır. Bülent'in toplum eleştirisi doğal olarak öncelikle aktif (!) çoğunluğu oluşturan erkeklerle ilgili olduğundan, kadınlar ancak mağdur ya da seçmece olarak, seks delisi, harbi “motor kız”, barda yalancı kibarlıklarla sigarası için ateş bekleyen tiki kız, dullar, evde kalmışlar, aldatan-aldatılan tipolojisi üzerinden varolabilmektedir. Tüm tiplemelerin ortak noktasıysa şiddete olan temayüllerdir. Sıkıntıya geldiklerinde hemen şiddete başvurup karşılarındakinin kafasını, gözünü patlatırlar. Onun kahramanları canlarını sıkan “şey'lere karşı “öldürme hakkı” taşır gibidirler. Ünlü İtalyan çizer Liberatore'nin antikahramanı Ranxerox kendisine çiçek satmaya çalışarak kafasını şişiren küçük kızın ellerini kırdığında, Amerikalılar şaşkına dönmüşler, üreticisi bunu şöyle açıklamak zorunda kalmıştı: “...bu bence gerçekten mizah zira İtalya'da herkes bir satıcıya bunu yapmak ister.” Bülent, o kadar sert olmasa da komik çizgilerle benzer şeyleri hep anlatır. Omzunun üzerinden gazetesini okuyan adamı öldürerek, gazeteyi boylu boyunca yatan cesedin üstüne örten tiplemeleri vardır. Kabız Kuğu'nun tüm tiplemeleri ve sıklıkla kullanılan malzemeleri şöyle özetlenebilir: “Evde oturup televizyon seyreden -ya da gazete okuyan- had safhada sigara tüketen, atletli, pijamalı, kıllı biracılar, babalarına benzeyen fırlama veletler, ossuranlar, sıçanlar, köpekleriyle düzüşenler, çölde sürünürken önünden geçen kara kediye hayıflananlar, gizemli bar müdavimleri, çaldığını dinlemedikleri için herkesi döven gitaristler, amcalara pipilerini gösterenler, “Cemil”ler, terlikleri getirmeyen köpekler, hapşırdığında tüm iç organları dışarıya çıkanlar, geç geççiler, boynuna asılı sapanla nöbet bekleyen askerler, küfür eden sümüklü böcekler, vs... Tüm bunlar alt alta sıralandığında Türkiye okuru için yeni olan, miladı ancak 1978 tarihli Mikrop dergisine götürülebilecek underground çizgi akımlarının çerçevesini belirler. Oysa bir akım olarak bu tür çizginin evveliyatı Amerika'ya dayanmakta, süreç içersinde oradan Avrupa'ya geçerek Fransa-Belçika ekolü içinde inanılmaz katkılarla çeşitlenmektedir. Özellikle altmışlı yılların ikinci yarısından itibaren Los Angeles ve San Francisco çıkışlı underground dergi ve gazetelerin getirdiği zenginlikle, varolan ahlakçı çizgi paradigmasına saldırılar başlar. Yeni öyküler tabu olan herşeyle pervasızca ilgilenirler; uyuşturucu, seks, penisin, vajinanın vs gerçeğe uygun çizimleri de dâhil olmak üzere) bok, din, sıçma, politika vs. Daha da fenası öykülerin kahramanları herşeyi yapabilecek şeytanca isler çeviren tiplerdir, uyuşturucu kullanırlar, seks düşkünüdürler, dinle alay edip, topluma ve aktüel politikaya anarşist saldırılar düzenlerler. Üniformalarından, okullardan, patronlardan nefret ederler. Akımın bizdeki tezahürleri ise Mikrop dergisi ile yaşandı. Dergi kadrosunun politik nedenlerle dağılmasından sonra Limon ekolü içinde kimi çizerler aynı çizgiyi fasılalarla sürdürdüler. Öte yandan bugün yayınlanmakta olan L-Manyak dergisi, akımın batıdaki örnekleri kadar “sert” olmasa da, eldeki malzeme ile yapılabilecek olanın başarılı bir örneğini oluşturdu. Bülent Üstün, çok küçük yaşlardan itibaren mizah dergilerinde çizmekte olmasına karşın, dergi editörlerince yaşıyla çizdiklerini karşılaştırarak, okurları etkileyecek düzeyde “olağanüstü”, “deha!”, bu yaşta bunu çiziyorsa ileride ohooo!” pohpohlamalarını, takdimlerini yaşamadı. Böyle bir başarı paradigmasına hiç dâhil olmadı. Kimi yaşıtlarına yapıldığı gibi onların imzalarının yanında belirtilen (18), (19) türü yaş göstergesi traji-komik rakamlarla kapitalistçe “sunulmadı” ve “kullanılmadı”. Yani Bülent, hiçbir zaman “mucize adam balonu” olmadı. Sessizce, kendince, reklamsız çalışıp durdu. Çalışma ortamı, kimi mizah dergilerinin aksine küçük yaşlarda kendisiyle yakından ilgilenen işinin ehli insanlarla doluydu. Gerçi Bülent'in mizahını etkileyen insanlar hep derginin dışındaki isimler ve çizgiler oldular. Ama mizah anlayışları, hayat gaileleri ve nihayetinde yetişme tarzları kendisine göre hayli farklı olsa da iyi birer insan olan “usta-abiler”le çalıştı. Bu profesyonel çalışma koşulları, işe saygı ve olmazsa olmaz mesleki hassasiyetler onun çizgi üslubunun hangi doğrultu üzerinde gelişeceğini belirliyordu. Bülent, çiniyle oynamayı seven, kontürleri, backgroundu özenle betimleyen çizerlerden. Etkilenmeleri üzerine düşünüldüğünde, onu, Kemal Aratan'ın Limon 'daki ilk dönem çizgilerine, Fransız Vilma'ya ve Amerikan underground çizgisinin olağanüstü zirvesi Robert Crumb'a yakın sayabiliriz. Tüm çizerlerin, maddi anlamdaki profesyonel tatminlerinin dışında, üretimlerini teşvik eden, yaptıkları işten zevk almalarını sağlayan “bunları yapıyorum ama asıl yapmak istediğim” diye süren bir gelecek tasavvurları vardır. Bülent'in de son dönem çizgilerinde beliren ayrıntı zenginliği ve aksiyon üstündeki rahatlığı, onu giderek karikatürden uzaklaştırarak çizgi romana götürüyor.
[Bülent Üstün'ün Kabız Kuğu adlı ilk karikatür albümüne (4M Yay., 1996) yazdığım önsöz]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder