Cumartesi, Ağustos 29, 2009

Dik Saçlı Haytanın Laneti


Kabız Kuğu yalanın (-miş gibi yapmanın) mikro düzeyde yeniden üretiminin, yani in­sanların birbirlerine karşı oynadıkları oyunun, maskelerin, klişelerin alaşağı edilmesinin anla­tışıdır. Kuğu gibi zarafetin, romantizmin, şi­irin, müziğin, aşkın sembolü olmuş bir canlı­nın suyun altında “ıkınması”, gösterilmek is­tenmeyen iğrençlikler olduğunu hatırlatır. Modern iletişim araçlarının -dolayısıyla iktida­rın- bizi gömdükleri klişe görüş ve düşüncelerin manipülasyonuyla Kuğu'nun her canlı gibi mesanesini boşaltacağını düşünmeyiz ya da verili olan, düşünmemizi engeller. Kuğu'nun göstergesi bir güzelleme olarak sabitlenmiştir. Öte yandan “ıkınma”, kabızlık ya da işin niha­yeti olan dışkı ise pis­lik, iğrençlik ve aşağıla­mayı tarifleyen bir gös­terge/anlam olarak kul­lanıma açılmıştır. “Ye­mek yerken şu da ko­nuşulacak şey mi?” ar­goda geçen “lağımcı­lık” ya da kötü olan herşeyin “bok gibi...” olması, bu kullanımın gündelik dildeki yansı­maları. Bu türden tezatlıklar Kabız Kuğu'nun yaratıcısı Bülent Üstün için “olmazsa olmaz” güzellikte mizah konusu­dur. Fiziksel orantısızlıklar, korkular, yanılgı­lar, “geyik”ler, kesişmeler ve “olağan” şiddet onun meramını anlatabilmesindeki en önemli başvuru kaynaklandır...

Kimi zaman komikli­ği, maskeleri takınmadan dürüstçe verilen ce­vapla bile sağlar. Bir çay bahçesinde güneşin batışını el ele göz göze seyreden çiftlerden kı­zın sorusu klasiktir -ama öncelikle öz-benin tatminine yöneliktir-; “Beni seviyor musun?” Erkek, rutin bir tonda, asıl niyetini hiç gizle­meden “yoo niye sordun?” diye cevaplar. Bülent'in derdi verilen cevaptan çok romantizm maskesi ve insanların nankör, olduğundan başka türlü görünen, düşüncesini gizleyen, kazançta aç gözlü doğasıdır. Bu yüzden olacak tüm tiplemeleri özellikle çirkindir. Erkekler façalı, sivilceli, kıllı, kirli yüzlü, kocaburunlu, iri gözlü asabi tiplerdir. Kadınlar ise daha narin görünmekle birlikte ne Ergün Gündüz'ün ne de Bedri Koraman'ın kadınlarına benzer. Özel­likli bir çirkinlik ön plandadır. Bülent'in top­lum eleştirisi doğal olarak öncelikle aktif (!) çoğunluğu oluşturan erkeklerle ilgili olduğun­dan, kadınlar ancak mağdur ya da seçmece olarak, seks delisi, harbi “motor kız”, barda ya­lancı kibarlıklarla sigarası için ateş bekleyen ti­ki kız, dullar, evde kalmışlar, aldatan-aldatılan tipolojisi üzerinden varolabilmektedir. Tüm tiplemelerin ortak noktasıysa şiddete olan temayül­lerdir. Sıkıntıya geldiklerin­de hemen şiddete başvu­rup karşılarındakinin kafa­sını, gözünü patlatırlar. Onun kahramanları canları­nı sıkan “şey'lere karşı “öl­dürme hakkı” taşır gibidir­ler. Ünlü İtalyan çizer Liberatore'nin antikahramanı Ranxerox kendisine çiçek satmaya çalışarak kafasını şişiren küçük kızın ellerini kırdığında, Amerikalılar şaşkına dönmüşler, üretici­si bunu şöyle açıklamak zo­runda kalmıştı: “...bu bence gerçekten mizah zira İtalya'da herkes bir satıcıya bunu yapmak ister.” Bülent, o kadar sert olmasa da komik çizgilerle benzer şeyleri hep anlatır. Omzunun üzerinden gazetesini okuyan adamı öldüre­rek, gazeteyi boylu boyunca yatan cesedin üs­tüne örten tiplemeleri vardır.

Kabız Kuğu'nun tüm tiplemeleri ve sıklıkla kullanılan malzemeleri şöyle özetlene­bilir: “Evde oturup televizyon seyreden -ya da gazete okuyan- had safhada sigara tüketen, atletli, pijamalı, kıllı biracılar, babalarına benze­yen fırlama veletler, ossuranlar, sıçanlar, kö­pekleriyle düzüşenler, çölde sürünürken önünden geçen kara kediye hayıflananlar, gizemli bar müdavimleri, çaldığını dinlemedik­leri için herkesi döven gitaristler, amcalara pipilerini gösterenler, “Cemil”ler, terlikleri ge­tirmeyen köpekler, hapşırdığında tüm iç organları dışarıya çıkanlar, geç geççiler, boynu­na asılı sapanla nöbet bekleyen askerler, küfür eden sümüklü böcekler, vs...

Tüm bunlar alt alta sıralandı­ğında Türkiye okuru için yeni olan, miladı ancak 1978 tarihli Mikrop dergisine götürülebilecek underground çizgi akımlarının çerçevesini belirler. Oysa bir akım olarak bu tür çizginin evveliyatı Amerika'ya dayanmakta, süreç içersinde oradan Avrupa'ya geçerek Fransa-Belçika ekolü içinde inanılmaz kat­kılarla çeşitlenmektedir. Özellikle altmışlı yılların ikinci yarısından itibaren Los Ange­les ve San Francisco çıkışlı underground dergi ve gazetelerin getirdiği zenginlikle, va­rolan ahlakçı çizgi paradigmasına saldırılar başlar. Yeni öyküler tabu olan herşeyle pervasızca ilgilenirler; uyuşturucu, seks, penisin, vajinanın vs gerçeğe uygun çi­zimleri de dâhil olmak üzere) bok, din, sıç­ma, politika vs. Daha da fenası öykülerin kahramanları herşeyi yapabilecek şeytanca isler çeviren tiplerdir, uyuşturucu kullanır­lar, seks düşkünüdürler, dinle alay edip, top­luma ve aktüel politikaya anarşist saldırılar düzenlerler. Üniformalarından, okullardan, patronlardan nefret ederler. Akımın bizde­ki tezahürleri ise Mikrop dergisi ile yaşandı. Dergi kadrosunun politik nedenlerle dağılmasından sonra Limon ekolü içinde kimi çizerler aynı çizgiyi fasılalarla sürdürdüler. Öte yandan bugün yayınlan­makta olan L-Manyak dergisi, akımın batıdaki örnekleri kadar “sert” olmasa da, eldeki malzeme ile yapılabilecek olanın başarılı bir örneğini oluşturdu.

Bülent Üstün, çok küçük yaşlardan itiba­ren mizah dergilerinde çizmekte olmasına kar­şın, dergi editörlerince yaşıyla çizdiklerini kar­şılaştırarak, okurları etkileyecek düzeyde “ola­ğanüstü”, “deha!”, bu yaşta bunu çiziyorsa ile­ride ohooo!” pohpohlamalarını, takdimlerini yaşamadı. Böyle bir başarı paradigmasına hiç dâhil olmadı. Kimi yaşıtlarına yapıldığı gibi on­ların imzalarının yanında belirtilen (18), (19) tü­rü yaş göstergesi traji-komik rakamlarla kapita­listçe “sunulmadı” ve “kullanılmadı”. Yani Bülent, hiçbir zaman “mucize adam balonu” olma­dı. Sessizce, kendince, reklamsız çalışıp durdu. Çalışma ortamı, kimi mizah dergilerinin aksine küçük yaşlarda kendisiyle yakından ilgilenen işi­nin ehli insanlarla doluydu. Gerçi Bülent'in mizahını etkileyen insanlar hep derginin dı­şındaki isimler ve çizgiler oldular. Ama mi­zah anlayışları, hayat gaileleri ve nihayetin­de yetişme tarzları kendisine göre hayli farklı olsa da iyi birer insan olan “usta-abiler”le çalıştı. Bu profesyonel çalışma koşulları, işe saygı ve olmazsa olmaz mesleki hassasiyetler onun çizgi üslubunun hangi doğrultu üzerinde gelişeceğini belirliyor­du. Bülent, çiniyle oynamayı seven, kontürleri, backgroundu özenle betimleyen çizerlerden. Etkilenmeleri üzerine düşü­nüldüğünde, onu, Kemal Aratan'ın Li­mon 'daki ilk dönem çizgilerine, Fransız Vilma'ya ve Amerikan underground çizgi­sinin olağanüstü zirvesi Robert Crumb'a yakın sayabiliriz.

Tüm çizerlerin, maddi anlamdaki profesyonel tatminlerinin dışında, üretim­lerini teşvik eden, yaptıkları işten zevk almalarını sağlayan “bunları yapıyorum ama asıl yapmak istediğim” diye süren bir ge­lecek tasavvurları vardır. Bülent'in de son dönem çizgilerinde beliren ayrıntı zengin­liği ve aksiyon üstündeki rahatlığı, onu giderek karikatürden uzaklaştırarak çizgi romana götürüyor.

[Bülent Üstün'ün Kabız Kuğu adlı ilk karikatür albümüne (4M Yay., 1996) yazdığım önsöz]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails