Cuma, Mart 31, 2023

Kuşbakışı

https://www.deviantart.com/eaglehaast/art/Bird-s-Eye1-953432568

https://www.deviantart.com/eaglehaast/art/Bird-s-Eye2-953545147

https://www.deviantart.com/eaglehaast/art/Bird-s-Eye4-953711241

https://www.deviantart.com/eaglehaast/art/Bird-s-Eye7-954422297

https://www.deviantart.com/eaglehaast/art/Bird-s-Eye8-954525608

Polis veya senaryo yazarı

Oğlum Tuna, çok küçük yaşlardan beri yönetmen olmak, sinema sektöründe çalışmak istiyor, geçtiğimiz yaz, bir sette de çalıştı, severek yapacağını anladı, umarım daha da mutlu olur, sevdiği işi yapabilir... Aralıklarla çocukluğunda yazdığı "olacağım-olmak istiyorum" notlarını buluyoruz, bunu yeni bulduk, sekiz yaşında dedesine bir kartpostal atmış, o da üstüne tarih atıp saklamış, vefatından sonra terekesinden çıktı. "Polis veya senaryo yazarı olmak istiyorum" demiş, artık nasıl bir karışımsa...

Perşembe, Mart 30, 2023

Bozkır | 2. Sezon | 7. Bölüm | Fragman


Nerede yanlış yaptın?

On yıl oluyor, işte ilk defa dizi yazıyorum, hikaye gereği, kahramanlardan biri hapse giriyor, reji hapishane duvarında kullanılmak üzere bir döviz-slogan-vecize yazmamı istedi, haliyle uydurdum: "Düşün!, Nerede yanlış yaptın? Neden buradasın? ... Allah kurtarsın"

O gün matrağı olmuştu, mahkumlara değil de olup bitene karşı yazılmış hayat düsturu gibi gelmişti rejiden arkadaşlara...Hayat bir cendere değil miydi filan..

Oysa günü kurtarmak için langır lungur yazmıştım ve hiç öyle düşünmemiştim.

Çocukken, en azından ergenliğe kadar olmalı, o yaşlarda merhamet ve vicdanın farkına varıyorsunuz, gece yattığımda birine kötülük edip etmediğimi düşünürdüm, galiba birileri bunu salık vermişti, bana "kahramanca" gelmiş olmalı ki... "yanlış mı yaptım, nerede yanlış yaptım?" sorusuyla çok uğraşırdım. 

Malum, insan hata yapar, birini üzer, sömürür, "kötülüğe" meyleder, merhameti öğrenirken size emreden nefs ile mücadele edersiniz, emreden nefse karşı durur, pişmanlık gösterir, utanırsınız, "ne yaptım?" sorusu "ne yaptın?"dan daha güçlü olmalıdır. Din tartışması yaptığımı sanmayın, yapmıyor değilim ama din'den önce vicdan vardı diye düşünmek gerekiyor. İnsanın kendisini haklı görmesi kadar rahatlatıcı bir şey yok, haklı mıyım diye sormayan, kendine muhalefet etmeyen kapılıp gidiyor.

Galiba diyorum, bilinçaltından bir seyahatle…iyilik ve kötülük muhasebesinden hapisane duvarına zuhur etti-etmiş olmalı…

Çok çok sevdiğim bir ters köşe vardır, hep anlatırım... Zagor, işte iyilik yapar, kötülerle savaşır, Kızılderililerden yanadır, onları koru kollar... Tuhaf bir macerasında biri Zagor'a soruyor, "hangi hakla bizi kurtarıyorsun?" yahu sen kimsin, nerden çıktı gibi bir şey bu...Dan! duydunuz zilin sesini!  

Garibim Batman'i on yıllardır, bu sorularla tarumar ediyorlar... Lan maskara niye çatıdasın, niye insanlara yukarıdan bakıyorsun? Niye bu hikayedesin? 

Çarşamba, Mart 29, 2023

Ayar


 Çizgi: Berat Pekmezci

Fonlama

İtiraf edeyim, şaka gibi geldi, espri olsun diye yapılmış bir uydurma sandım, doğruymuş, İsrail'de sokağa çıkan protestocuları, dış güçlerin fonlandığını (madden desteklediğini) iddia etmişler. Neyi yaşıyoruz biz bu dünyada, nasıl bir akıl tutulmasıdır, nasıl bir bönlük salgınıdır anlayamıyorum. Bizi Yahudiler fonlamıyor muydu diyemeyeceğim, esprisi bile bana saçma geliyor çünkü 

Pazartesi, Mart 27, 2023

Çizgilere Derkenar 26

Duymuştum ama görmemiştim, meğer Peyo'nun Şirinler'i Güneş dergisinde (1964) "Çitrumlar" adıyla yayımlanmış, Şirin Dede'nin ismi Büyükçitrum filan olmuş... Hatırlayarak baktım, Küçük Prens'te de "Çutrum" denmiş, biz büyürken "Mantarlar" da (veya Mantar Cüceleri) denirdi, öyle hatırlıyorum. Mantarlar veya Şirinler'i anlıyorum ama Çitrum/Çutrum tercihi bana garip geldi.

Ken Parker'ın Kahramanlar Diyarı albümü, iddiası nedeniyle ilginç bir çalışma olmuş, dizinin yaratıcıları olan Berardi ve Milazzo'nun Ken Parker ile birlikte serüvene katıldığını söylesem açıklayıcı olabilir mi bilmiyorum. Hikaye gereği, unutulan-artık hatırlanmayan kahramanlar bir yerde (bir diyarda) yaşamaya mahkum ediliyorlar, Ken gelip yazar ve çizerinden yardım istiyor filan... Serüvende yer alan bütün karakterler Holivut filmlerinden, çizgi romanlardan, popüler edebiyattan isimler, unutulmuşlar da oraya kapanıp kalmışlar filan... hemen hepsiyle ilgili espriler-hatırlatmalar yapılıyor. Bir parodi okuduğumuz için tahkiyeden çok esprilerle ilgileniyoruz, metinlerarası imaları anlamaya çalışırken, göndermeleri keşfederken buluyoruz kendimizi... Yaratıcıların hikayelerin içine katıldığı çizgi romanları genellikle mizahçılardan okuruz, bizde Oğuz Aral ve Altan Erbulak o kadar çok yapardı ki bunu... 

Kapaktaki çizgileri nedeniyle aldım, hamasi bir şiir kitabıymış, palavra yükselmeler, "Eyyyy" nidaları filan, yazarın kendi yayını, ilüstrasyonu kimin çizdiği ise belirsiz, içerde bir açıklama ya da isim kullanılmamış, belki bir yerlerden izinsiz alınmış olabilir, o sebepten belirtilmediğini düşünebiliriz. Piyasa üslubu belirlediği için çizgiler zamanla birbirine çok benzemeye başlar, kendine özgü ve az kullanıldığı içim ayrıksı kalan bir tarz hemen dikkat çekiyor.

Pazar, Mart 26, 2023

Öncü Bilimkurgu dergisi

Öncü, artık aramızda olmayan Bülent (Akkoç) abinin çıkardığı bir bilim kurgu fanziniydi, 1989 yılında aylık olarak çıkan yayın, on iki sayı sürmüştü. Her biri on altı sayfa olan, cep boyunda çıkan derginin kapaklarını biri hariç Tarık Erguvan çizmişti, tek istisna Metin'e (Demirhan) aitti. 

Benzer zamanlarda farklı türlerde fanzin işlerine girmiştik, uzaktan uzağa bir sempatim vardı ama asıl tanışıklığımız, ortak arkadaşımız Sadi'nin (Konuralp) ölümüyle oldu denebilir, bir gece düzenlemiştim, Sadi ile ilgili bir belgesel yapmıştım, sergi vardı, İstanbul'dan gelmişti, kısa kısa, gözlerimiz dolarak konuşmuştuk. 

Bülent Akkoç bence naif, tatlı bir öfkesi olan, empati kurmak isteyen iyicil bir insandı. Öncü de bence onun kişiliğinin izlerini taşıyordu. Misyonerlik iddiası vardı, dernek dergisi olabilirdi, oyunbaz ve hınzır değildi örneğin, açıklamak-tanıştırmak-takdim etmek istiyordu. Hafif tertip didaktikti. 

Öncü'den şu yüzden bahsediyorum, dergiyi hatırlamama bir takıntım sebep oldu, yıllar önce bir hikaye okumuştum, nerdeydi nasıldı, günlerce aklıma takıldı, Öncü'de okuduğumu sonradan hatırladım, dergiyi bulmak da kolay olmadı, bu tür yayınlar çok çok az üretildikleri ve teksirle çoğaltıldıkları için pek saklanmazlar, bulunamazlar. Elimde hiçbir sayısı yoktu, denk düştü, paraya da kıyarak hepsini satın aldım. 

O öykü, sahiden de Öncü'de çıkmış, ona başka bir yazıda değinirim.

Benin kuşağım, bilim kurgu denildiğinde Uzay Yolu'ndan ve Asimov'dan bahsederdi, dergi, onları besleyecek epeyce malzeme sağlıyordu, ben de ilk önce onlara bakmış olabilirim, diğer yandan bilim kurgu sevenler, o yıllarda öyleydi, halen de öyle, benim gibi "yerlici" değillerdi, uzay gemileri, gezegenler, başka türden canlılar filan seyrediyor-okuyordum ama galiba beni o kadar da sarmıyordu. Gençlikte daha kolay kestirimlerde bulunuyor insan, oysa insanı asıl geliştiren şey farklılıklarla karşılaşmaktır, o hikayeler ve dünya vatandaşlığı türünden benim ti'ye aldığım mantık, az ya da çok, ama mutlaka bana faydalı oldular. Düşünün yıllar sonra aklıma geldi bir öykü...

Yukarıda söyledim, derginin asıl amacı, bilim kurguyu memlekete tanıtmaktı. Sayılarda türün önemli isimlerinin kısa öykülerine ve yaşamlarına yer veriliyordu, sıralayayım, Asimov (Neden Olmasın, Sayı: 1, Çev. Hüseyin Yıldız; A Düğmesini B Boşluğuna Monte Edin, Sayı:3, Çev. Kerem Yaman; Savaşı Kazanan Makina, Sayı:8, Çev. Kerem Yaman; Son Soru, Sayı:12, Çev. Sadi Konuralp), Arthur C.Clarke (Uzay Yolculuğu Yasak, Sayı:2, Çev.Bülent Akkoç), Robert Sheckley (Gümlemeyen Tabanca, Sayı:4, Çev. Kadri Özel), Robert Heinlein (Dünyanın Yeşil Tepeleri, Sayı:5-6, Çev.Sezen Kaymak), Brian W.Aldiss (İnsanın Yerine Kim Geçebilir, Sayı:7, Çev.Sadi Konuralp), Alfred Bester (Hz.Muhammed'i Öldüren Adam, Sayı:9, Çev.Yüce Atıl), Poul Anderson (Aydınlık, Sayı:10-11, Çev.Zühtü Bayar)...

Cumartesi, Mart 25, 2023

Gürbüz Türk Polisi

1954 yılından Devir dergisinde propaganda nitelikli bir polis kapağı. İlk gördüğümde rütbeli polis, ne yalan söyleyeyim Zeki Alasya'yı hatırlattı bana... Sonra şunu düşündüm, o senelerde nasıl güzel kadınlar etine budunaysa, yakışıklılar da biraz gürbüzdü, şimdi olsa gıdısı çıkmış polisi seçmezler emniyet haberine... 

Masadan düşen

Bir eğlence manzarası, fotoğrafı bu sebeple alsam da, itiraf edeyim, masaya dansöz çıkartma filan gibi şeyleri zevzekçe bulurum, ama görürsem de seyretmek isterim. Çünkü bu eylemin saçma olduğunun herkes farkındadır ve bu saçmalığı ancak gülerek (ve abartarak) geçiştirmeye çalışırlar, "canım ne olacak" havasına sahte ve sahici kıkırdama pozları eklenir, birbirlerinden utananlar, dansözü seyredenler, seyredemeyenler, seyredenleri seyredenler, nıhaa nıhaa diye gülenler filan... Hepsi bana acayip gelir.

Fotoğrafta, dansöz muhtemelen raksederken masadan yere bir şey düşürmüş, kenarda oturan biri erkek diğeri kadın müşteri ve bizatihi dansöz, artık ne düştüyse, ona bakıyor, yerde onu arıyorlar. Fotoğrafı satın alma nedenim sağ kenardaki beyfendinin dikkat çekici mimiği oldu, içkinin ve kadınların varlığıyla abarttığını (abartma pozu yaptığını) düşünüyorum. Ne diyor olabilir acaba?
 

Cuma, Mart 24, 2023

Yorgun Savaşçı

Şimdilerde pek hatırlanmıyor diye başlayayım, TRT, Kemal Tahir'in Yorgun Savaşçı romanını  televizyona uyarlamış (1979), 12 Eylül Cuntası siyasi bir keyfiyetle hiç yayımlatmadan kaldırtmış, iddialara göre yaktırmıştı. Memleketin popüler kültüründe aşağı yuları on beş yıl konuşuldu, o şayia ve gevezeliklerle birlikte büyüdüm desem abartmış olmam. 

Dizinin ne olduğu bilinmiyordu, neden kaldırıldığı (ve yakıldığı) belirsizdi, kimisi Atatürkçü bir roman olmadığını iddia ediyordu, kimi Çerkez Ethem'in kahraman gibi gösterildiğini söylüyordu filan... Kemal Tahir'in tartışmacı kişiliği, ölümünden sonra eserleriyle devam ediyordu diyelim. 

Romanı ne zaman okudum, dizi gaiplere karışınca, tiraj getirecek bir ilgi de var, fotoromanı çıkarıldı ortaya, o fotoromandan sonra romanı keşfettim... O merakla romanı okumuş, etkilenmekle birlikte, o yaşlarda aksini iddia etsem de pek bir şey anlamamıştım. 

1986 yılında Milliyet gazetesi, bu kayıp diziyi fotoroman olarak yayımlamaya başladı, tabii ki setten fotoğraflar yeterli olmayınca devreye dönemin önemli çizerlerinden Ayhan Başoğlu girdi ve boşlukları o tamamladı, bir ay kadar sürmüştü, yukarıdaki bant dizinin sonundan. Doğrusu fotoroman dedim ama iş bazen çizgi romana da dönüyordu. 

Yıllar sonra bu defa bir özel televizyon kanalı, romanı dizi yapmaya karar verince, TRT yakıldı denilen diziyi alelacele yayınlamaya başladı (1993). Aynı anda galiba, iki diziyi seyrettik diye hatırlıyorum. İkisi de dönem itibarıyla teknik olarak zaafiyetleri olan işlerdi. O zaman şunu anlamıştım, devlet asla yok etmiyor, iddiasının aksine bir kenarda tutuyor, silmiyordu, yıllarca "yakılmamıştır, bu günler geçsin, bir yerlerden zuhur eder" diyenler haklı çıkmıştı. 

Bu yazıyı Yorgun Savaşçı'yı "konuşmak" için yazmadım, çizgicilerin yazılı basın için ne kadar önemli olduğunu gösterdiği için paylaştım. Dizi kayıp, elde yeterli görüntü yok, fotoğraf yok... devreye bir ilüstratör girip eseri tamamlıyor. O sebeple çizgiciler, gazetelerin en yüksek maaşlı çalışanlarıydı. Önce daha ucuz olan fotoğrafa, sonra da değişen "medium" a yenildiler.

Perşembe, Mart 23, 2023

Fark


Çizgi: Berat Pekmezci

Hayat tarzı

Bir spor karikatürü, imza yok ama bana Mesut Yavuz çizmiş gibi geldi, altmışlı yıllarda çizilmiş olmalı, esprinin odağındaki döviz ve pankart yazılarından o anlaşılıyor. 

O günlerde futbolcuların gece hayatını düzenlemek için kulüpler tarafından yasaklar getirilmiş olmalı ki karikatüre konu olmuş, eğlence sektöründen çalışanlar diyelim, mevcut durumu protesto ediyorlar: "Dostumu İsterim", "Sevgilimi isterim", "Özel sektörü baltalamayın", "Evlenmek sporcuya yaramaz", "Demokrasi bu mu?" vs vs

Birkaç nedenden dolayı ilgi çekici, aralıklarla yineliyorum, sporla ilgili olsun ya da olmasın, ucundan kıyısından cinselliği-cinsel ilişkiyi ima edecek espriler, hele bu açıklıkta kolay kolay yapılamıyor. Bir yandan "bel-altı" ve bayağı bulunuyor, diğer yandan kadınları indirgeyici tutumuyla siyaseten yanlış sayılıyor. 

Esprinin arkaik olmasıyla ilgilenmiyorum, cinsellik ve argo, mizahın temel kaynaklarındandır, sürekli revize edilerek yaşamaya devam eder, bu türden bir espri de değiştirilerek yenilebilirdi. Oysa bugün, bizatihi futbolcular bile, mesleğimizi karalıyor diyerek böyle bir espriyi protesto edebilir... 

Geçen eski bir futbolcu, seyircinin küfürlü protestosuna cevap verirken, "el değmemiş annesinden ve karısından" söz etmişti, eleştirinin biçimi dahi ahlakçı bir noktadan "karşılanabiliyor" demek istiyorum. Hayat tarzı savunusu ve saldırısı olarak da okunabiliyordu söyledikleri...

Değişen dünyanın muhafazakarlaşması sadece bizi etkilemedi, hemen her yerde kamusallaşan esprileri dönüştürdü. 

Çarşamba, Mart 22, 2023

Bozkır | 2. Sezon | 6. Bölüm | Fragman

Halidanım

Selanikli kızı, Mevlevi torunu. Üsküdar Amerikanlı. Hocasına âşık olan kadın. Aldatılan ve meydan okuyarak boşanan kadın. İttihatçı ve modern. Kız mektepleri müfettişi. Yunan, İzmir’e girdiğinde Sultanahmet’te konuşan kadın. Milletin bacısı. Ateşten gömlek. Başçavuş. Paşa’nın yanındaki ve karşısındaki kadın. Gönüllü sürgün, Terakkiperver muhalifi. Kolombiya’da Türk Tarihi dersi. Sinekli Bakkal’ın merak edilen müellifi. Türk oryantalizmi, Peregrini, Rabia’ya âşık oluyor. Hacı Fettah’ın yazarı, vurun yobaza! Türkiye, Batı’ya bakıyor, Batı bizi anlamıyor. Conflict of East and West. Türkçenin Halide Hanım’ı. Küçücük, büyük kadın.

Salı, Mart 21, 2023

Yaşasın Türk Erkekleri


Yıllar içinde insanın algısı değişiyor; geçmişte, çok değil on yıl önce, ayrımcılığı, ırkçılığı, faşizmi, bağnazlığı görüyor ve onları teşhir etme arzusu duyuyordum. Demokrat, humanist, solcu ve devrimci diye anılan, öyle anlatılan, entelektüel bulunan isimler ve  sanatçılarda bunu görürsem iyice delleniyor, hararetleniyordum.  Yanlış şeyler söyledim demiyorum, resmi eksik görüyormuşum diyorum uzun zamandır.

Geçmişte baktığım manzaralara yeniden bakıyorum. Bence asıl mesele, erkeklik algısındaymış. Cemal Nadir'in yıllar önce gördüğüm, ırkçı ve ayrımcı bulduğum bir karikatürüyle derdimi anlatayım. Rebeka ile Salamon, ağaç altındalar, romantik bir an.

Asıl mesele erkeklik olunca, Yahudi'nin erkek olamayaşını konuşmak, bunu alaya almak gerekiyor elbette.

Salamon, Rebeka'ya "erkek olmak ister miydin?" diye soruyor. Rebeka, evet diyor (zaten kim istemez ki?) ve ekliyor: "Ya sen?". Ben bu karikatürdeki aşağılayıcı tavırdan rahatsız olmuş ve kopyasını almışım. Edepsizce bulmuş, bir dünya not düşmüşüm defterime. Şimdiyse, oysa diyorum, asıl görmem gereken Cemal Nadir'in erkekliğiymiş, başka ırkları bir Türk erkeği olarak aşağılama arzusunu teşhir etmeliymişim. Yahudi dediğin cimri, çirkin, korkak, kepaze, habis, nahoş, millet düşmanı filan ama bu adam hepsinden önce erkek değil, ne etse boş, ne eylese boş...Bundan da büyük hakaret var mı ki zaten... Di mi ama? Karı gibi...


Bu kadın Yunanistan'ı temsil ediyor, erkek olamazdı zaten. Neymiş? Dulmuş, koca eskitiyormuş. İlk kocası Osman'dan müteassıp olduğu için boşanmış vs. Koca bulamazsa sokağa düşecek, vesikalı olacakmış fış fış...


Bu da Oğuz Aral'ın ambargo zamanı çizdiği, 1975 tarihli bir karikatürü. Bacaktaki bant, bilmeyenler için yazayım fahişelik göstergesidir. Yunanlı ya da Amerikalıya yakıştırılıyor. Ambargo boyunca bu ikiliyi bir kaç kez çizdi Aral. En sonunda bıyıklı Türk erkeği, kemeri çözüp Amerika'ya saldırıyordu. Tahmin edileceği gibi kadın da şikayetçi değildi, cilveyle gülümsüyordu erkeğimize. O erkek Türk, o Amerikalı kadını "düzerse" biz "düzmüş" gibi mutlu mu oluyorduk... (Rica ediyorum çuval geçirmeyle ilgili espriler yapmayın)

Yabancı ülkeleri kadın olarak resmedenler sadece Cemal Nadir ya da Oğuz Aral değil elbet, ama onlar karikatürü halka sevdiren iki öncü isim olarak biliniyorlar. Ne resmettiklerini, neyi popülerize ettiklerini de hatırlamak gerekiyor.

Şimdilerde, barış diyenlere etekli diyorlar ya, sürekli adam etmekten, adam gibi adamlıktan, zil takmaktan, s.k.p atmaktan söz ediyorlar ya... eleştirenleri ibne ya da orospu sayıyorlar ya, köklerini buralarda aramak lazım.

İmkansız erkeklik masallarında...

[2014]

Pazartesi, Mart 20, 2023

Kuşkovar

Aşağı yukarı üç ay ofisi boşlayınca, doğa boşluk kaldırmıyor,  güvercinler benim pencere kepenklerinin üstüne yuva yapmışlar, e onunla da kalmamış, haliyle binanın girişini bol bol gübrelemişler. 

Ofise geri dönünce, apartman görevlisi, bulduğu çözümle kapımı çaldı, e adam her gün temizlikle uğraşıyor, dedi ki "sen izin verirsen kuşkonmaz yaparım ben o üst tarafa".... İtiraf edeyim, anlamıyorum da, kuşların konmaması için bir şeyler asacaklar ama onun adı nedir bir fikrim yok... Kuşkonmaz diye bir şeymiş diyorum.

Laf uzamasın, geldi, birlikte de çalışarak, kuşkovar denilen şeyleri kepenklerin üst tarafına yapıştırdık...

Üstünden zaman da geçti, en az on gün olmuştur, güvercinler, alışkanlıkla geliyor, kanat çırparak geziniyor, konacak yer bulamayınca gidiyorlar ama o çırpınışları, bana çaresizliğin sesi gibi gelir oldu, edebiyat yapmıyorum, sahiden de öyle, konuyorlardı artık burası onlara "kapandı",  Hani çırpınıyorum derler ya, didindim, uğraştım, çabaladım olmadı anlamında onlar çat çat çırpındıkça baştan ayağa geriliyorum, "yahu dünya kadar ağaç var, gidin oraya kardeşim" filan derken buluyorum kendimi... Pavlov'un zilleri gibi oldu bana o çırpınışlar, güvercinler ne zaman vazgeçecekler diye düşünebilecekken o sesler içimi olumsuz anlamda daraltır oldu.

Pazar, Mart 19, 2023

Pınar Selek'ten mektup var

Sevgili dostlar, tanıdığım, tanımadığım dostlar. 14 yıldır sizlerden uzaktayım. On dört yıl. Her ne kadar orada başladığım mücadeleleri buralarda sürdürsem de, kitaplarım sınırları aşarak size kadar gelseler de, birlikte iş eyleyeyemiyoruz. Duvarları aşıp yıkıntılarda hayatı savunan muhteşem insanlara el veremiyorum. Çünkü felaket, haksızlıkların felç ettiği bir ülkeye çöktü. Adaletsizlik yasımızı bile gereğince tutmamızı engelliyor. Bunlardan birini de ben yaşıyorum.

1990 sonrası doğanlara özellikle sesleniyorum. DAVA’m 25 yıldır sürüyor. Hayatımın yarısı ve bugünü yaratan acılı tarihimizin bir aynası. Bu aynada göreceksiniz ki, üzerimize çöken karanlık yeni değil, kökleri derin. Ve bu DAVA ülkemizde çok daha uzun süredir kökleşen örgütlü kötülüğün bir göstergesi. Biz, bu kötülüğe karşı büyük bir hukuk mücadelesi verdik. 90’lı yıllara ait karanlık oyunların bir parçası olan Mısır Çarşısı komplosunun dayandığı sahtelikleri tek tek gösterdik. Bana hakkında soru bile sorulmayan, 1,5 ay sonra cezaevinde televizyondan öğrendiğim suçlamaların asılsızlığını ortaya çıkınca gaz kaçağının bombaya çevrildiği tespit edilince, davaya yapılan yasadışı müdahalelere rağmen,  dört kez beraat ettim. Ama şimdi 25 yıllık hukuk mücadelemizin sonunda elde ettiğimiz 4 beraat en tepeden bozuldu ve hakkımda tutuklama kararı çıkarıldı. Yargıtay Ceza genel kurulunun son kararı Engiziyon kararıdır. Soruşturma aşamasında avukat erişiminin tamamen kısıtlandığı, işkencenin sistematikleştiği arkaik dönemi geri çağırıyor. Devletin bile kabul etmiş olduğu o döneme ait hukuk dışı uygulamaları meşrulaştırıyor.

Tesadüfen olmadı bu. Sahte belgelere dayalı bu sahte karar, seçimden önce gündeme sokulan senaryolardan sadece bir paragraf. Bizim mücadelemiz ise ülkemizdeki ağır bedellerle süren yaşam direnişinin küçük ama önemli bir parçası. Bu topraklarda, maalesef, demokrasi mücadelesinin önemli bir kısmı mahkeme salonlarında yürütülüyor.

31 Martta duruşma olacak. Beraatimizi yeniden geri alacağız. Hep beraber.

Marko Polo

Çocukluktan kalma bir hisle yazıyorum, Marko Polo benim için oldum olası serüven demekti, tarihi bir hikayesi olduğundan, kılıçlı sahnelerinden, Orta Asya'ya gitmesinden, atlarla oradan oraya koşturmasından, Kubilay Han'la falan karşılaşmasından dolayı ayrı bir ilgiyle okurdum.

Bugün geriye dönüp baktığımda Polo metinlerinin epeyce Türkleştirildiği görebiliyorum, gerçi o yıllarda Kubilay'ın Türk sayılıp sayılmaması, Asya-yı Vusta'nın nasıl anlatıldığı "bizi" epey gererdi, halen geriyor. 

İlkokulda olmalı, çizgi klasiklerden olduğu için o versiyonu çoktan hatmetmiştim, sonra altta sağdaki kitabı keşfettim, diğer ikisini meraktan yakınlarda inceleyerek okudum. Sol alttaki çizgi roman dizisi Marko Polo'yu bir avantür kahramanı yapmış, bizdeki Bahadır ile Akbulut Kaan'ı andırıyor, meraklısı bakabilir. Üst soldaki ise, Polo'nun el yazmalarından ilham alınmışa benzeyen bir başka "uyarlama", onu daha çok sevdim... Aşağıda bir iki karesini paylaşacağım, Kürtlerle ilgili bir şeyler çizilmiş, Polo ve ailesi, Ağrı Dağı civarından geçerken Kürt eşkıyalarla karşılaşıyor, ellerinden kurtuluyorlar.

Kürtler diyerek özellikle belirtilmesi ilginç, orijinali öyle mi bilemiyorum ama çocuklara yönelik çalışmalarda özellikle çevirilerde oynamalar daha kolay yapılabiliyor, yukarıda yazdığım gibi "eşkıyalar" deseler farkına bile varmayacağız. Sonradan eklendiğini sanmıyorum, bence değiştirmemişler, ellili yılların popüler kültüründe öyle büyük bir Kürt meselesi yok çünkü.

Cumartesi, Mart 18, 2023

Köylü ve Milli


Bir dönem, on yıl geriye, on yıl ileriye gidebilir ama özellikle altmışlı yıllarda saz sanatçılarının, ozanların, o günlerin deyişiyle "Aşıkların" kültür-sanat mecralarında bir değeri vardı. Konuşulur, dikkate alınır, romantik ifadelerle methedilirlerdi. Her şeyden önce ne dedikleri, ne söyledikleri merak edilirdi. Bugünse köy edebiyatının ve romantizminin kayboluşuyla galiba onlar da unutuldular demek gerekiyor. 

Ne dersek diyelim, sanat üretimi ve tüketimi, metropollerde-şehirlerde serpilir ve yaygınlaştırılır. Bir piyasa ya da bir kanon varsa, ki var, ilk elden üreticileri eğitimli sanatçılardır, yani taşradan gelen, naif ve geleneksel sanatlar, bir farkındalık yaratılarak o sanatçılar tarafından yeniden yorumlanırlar. İstisnasız her kültür, milli kimliklerin inşa sürecinde önce arkeolojik (folklorik) kazılar yapar ve kendine derin bir geçmiş inşa eder. Halk kültürünün keşfi ve yeniden biçimlendirişi, türkülerin, fıkraların, bilmecelerin, oyunların ve dilin derlenip toparlanması hep bu dönemde (ve arayışlarda) gerçekleşir. 

Laf uzamasın, yukarıdaki kitap, Aşık İhsani'nin türkü sözlerinden oluşuyor. Kitap olması, iç resimlerini Turhan Selçuk'un yapması, o naif sanatın yeniden yorumlanmasına bir örnek. Son sayfalarda İhsani'nin bir önceki kitabı Ağalı Dünya hakkında basında çıkan yazılardan alıntılar yapılmış. Kimler kimler yazmış, öyle önem verilmiş ki, bugünden bakınca insan şaşırıyor...

Gel gör ki, o günlerde, nasıl desem "köylü ve milli" olmak itibarlı, bilinen, istenen, arzu edilen, normal görülen bir politik eğilimdi. Solcularımız durdukları siyasi eksene göre köyü, köylüyü ve geleneksel olanı yorumluyorlardı, kimisi "protest" görüyor, kimi sahici bir sekülerlik veya anaerkillik çıkartıyordu... 

Bugün Taksim'de, Galata Köprüsünde saz çalıp kitaplarını satan bir ozanı ciddiye almak kimsenin aklına gelmez, Tik tok'ta türkülerini paylaşsa, yine bir tık ilgi yaratamaz gibi geliyor bana... Mahsuni, İhsani gibi aşıkları hafifsediğim düşünülmesin, döneme özgü koşulların "çocuklarıydılar" demek istiyorum, bugün hatırlanıyorlarsa o yıllardan kalma romantizme çok şey borçlular...

Cuma, Mart 17, 2023

Kırmızı





link
 

İstatistik

Binlerce depremzede bölgedeki  turistik otellerde kalıyordu, oteller "ticari" işlevlerine geri dönecekleri için bir iki gün önce, oralardan çıkartıldılar. Haliyle bölge dışına yeni bir göç başladı, şahit olanlar vardır, terminaller dolup taşıyor, oralardan buralara insanlar akın ediyorlar, gelenler geçici ya da daimi yerleşim yerleri arayışında. Depremin izleri silinmediği için daha güvenli-daha az riskli şehirler tercih ediliyor, haliyle Ankara bunlardan biri...

Ev kiralarının akıllara ziyan bir seviyede olmasından mesele anlaşılıyordu ama geçen hafta, yaklaşık altı yüz bin kişinin Ankara'ya geldiği söylenmeye başladı, bunu artan çöp oranından çıkartmışlar, meğer herkesin günde bir kilo çöp ürettiği varsayılırmış, yeni gelenlerin sayısını bu artıştan çıkarmışlar. Böyle bir tahminin nüfus idaresinden, kaymakamlık ve muhtarlıklardan çıkartılabileceğini düşünürdüm, oysa kayıtlar, hemen belirlenemiyor, tutulamıyormuş... Garip işte, çöpten istatistik çıkabiliyormuş. 

Perşembe, Mart 16, 2023

Bozkır | 2. Sezon | 5. Bölüm | Fragman

Bu akşam 19'da yeni bölüm

Katip Arzuhalim...


Sağa sola, tartışmalara, büyüyen öfkeye ve şaşkınlıklara yıllardır bakıyor, izlemeye çalışıyorum, eksik olabilir, genel olarak anladığım şu: İnsanlar nerede yaşıyorsa orayı Türkiye sanıyor...bu ülke ne büyüklükte, kimler kimler yaşıyor, benden başka birileri farklı düşünüyor mu diye sormaya yanaşmıyor... 

İkincisi, uzun yıllardır yazıyorum, geçimimi yazarak sağlıyorum, siz ne yazarsanız yazın, ne anlatmaya çalışırsanız çalışın, okuyanlar, sahiden milim şaşmıyor, ne biliyorsa onu anlıyor... 

Bilmediği ve aşina olmadığı Türkiye'yi, düşünmediği ve anlamadığı şeyleri yok sayıyor ve öfkeleniyor.

"Öfkeleniyor" dediğime bakmayın, eksik oldu, çünkü bu tam bir öfke değil, onun taklidi gibi bir şey...Öfke değil ama öfkenin pozu daha güzel...Hem öfke kadar yorucu değil hem de öfke kadar dikkat çekiyor. 
 
Olup bitene bakıyor, "yok" ya, "anlaşılmaz" ya ideal olanı "kendisi" sayarak gösterisine başlıyor, büyük büyük laflar edebiliyor, bana "konuşurken" iştahla yalanıyor gibi geliyor hatta...

Çarşamba, Mart 15, 2023

Elbette kazanacaktık!

Yedinci yıla girerken, "Barış İmzacıları"nın bir kısmına göreve iade kararı çıktı, dayanışma adına neşeli ve sevindirici haber oldu... Funda için beni de arayanlar oluyor, "şaşırdık mı" diyorum, "elbette kazanacaktık" diye ekliyorum. Bir mahkemeden bir süredir, diğerlerinin aksine olumlu kararlar çıkıyordu. Gerekçesi hakkında ancak spekülasyon yapabilirim, buraya da bunları yazmayacağım... Sonuçta, bu dava, normal bir dava değildi, hiç olmadı, suç muç hepsi palavraydı, mesele siyasi otoritenin keyfi tutumuyla buralara kadar gelmişti, sündüre sündüre bu kadar zaman geçirilmişti... 

Çıkan iade kararları emsal teşkil edecek ve ister istemez herkesi etkileyecek, iyi tarafı o... 

Tabii ki bu kararla iş bitmiş değil, hak sahipleri otuz gün içinde işlerine iade edilecekler, üniversiteler de kamunun işleyişi gereği kararın iptali için mahkemeye gidecek... Arada seçim olacak, çıkan sonuçlar yine etkili olacaktır ama İstinaf Mahkemeleri, kişisel tahminim, altı ay içerisinde olumlu olumsuz bir karar verecektir. 12 Eylül rejiminde de benzer bir durum olmuştu, akademisyenler dokuz yıl sonra işlerine iade edildiler, çok çok kısa bir süre tekrar atıldılar, o da bir kaç yıl sürmüştü, toplamda on iki yıl olabilir, görevlerinden uzaklaştırılmışlardı. 

Yukarıda yedinci yıla girerken dedim, güzel memleketimizin taptatlı tarihinde on iki yıl süreni de var, ister istemez şunu düşünmeliyiz, bu kadar insan, bu kadar zaman nasıl yaşadı, neyle geçindi, nasıl ayakta kaldı, bilen biliyor, biz öylece konuşup geçiyoruz.  Bu bende hiç eksilmeyecek, ah ettim, ediyorum ve edeceğim zulmedenlere...

Meraklısı için 2017'deki yazım

Salı, Mart 14, 2023

Son okuduklarım 68

Haldun Sevel, Ustura Kemal albümlerini yayımlarken önemli bir tercihte bulunmuştu. Kabadayılar aleminin meydan okuyucu, pozör ve erkeklik gösterileriyle geçen hikayelerini bırakıp Kurtuluş Savaşı hikaye evrenine gitmiş, kahramanını düşmana karşı millici bir nefere dönüştürmüştü. Yani çizgi romanını albüm olarak yayınlamak istediğinde başlangıçtaki serüvenlerini-kabadayı hikayelerini artık kullanmıyordu. Eski Bir Hikaye, bu tercihe uymuyor, "Eski İstanbul Kabadayıları" ile ilgili romantizmin, Ulunay'ın geveze ve fesatlıkla kurulan entrikacı gerçekçiliğinin izlerini taşıyor. Kabadayılar bana, kendi yarattıkları racona aşık olan ergenler gibi gelir, bunun en önemli sebebi büyüdüğüm yerler, Hacettepeli ailem ve onlardan dinlediğim hikayeler olmalı. Kavga derken, pragmatik bir kavgacılık bu tabii, bazen çıkar bazen itibar için itişiyorlar. Albüm kabadayılığın bütün iddiasına rağmen güdüklüğünü, kan tutkusunu, iyilikle kötülük arasında salınan narsistik iddialaşmalarını güzel güzel örnekliyor aslında. Sevilla Berberi veya Nafile Tedbir'i bilmiyordum, Figaro oyunlarından biriymiş. Doğal olarak dolambaçlı, yalanlı dolanlı, nikahlı kerametli, şarkılı kıyametli bir oyun. Rossini, Figaro'yu boşuna bariton seçmemiş... Okurken bunu biliyorum, seyrettim ya da daha önce okudum gibi hissettim...sonra çok aşina olduğum bir mizahla karşılaştığımı fark ettim. Aşinalık derken, taklit edilen, tiyatromuzda çok tüketilen, eğitimde kullanılan bir espri anlayışından ve komiklikten söz ediyorum. Nüktedan, deşifre edici bir hazırcevap, kurnaz ve otoriteyle kurduğu oyunbaz mesafesiyle Figaro, Karaca'ya, Çölgeçen'e ya da Şensoy'a ilham vermemiş olabilir mi? Ya da onlara ders ve el verenlere...

Ustalarım, Müjdat Gezen'in tiyatro hatıraları, birlikte çalıştığı, kendisinden yaşça büyük oyuncuları anlatıyor. Haliyle romantik ve iyimser bir kitap, bana hızlı yazılmış gibi geldi, karışıklıklar tekrarlar, halbuki incecik bir kitap, diğer yandan hakkını teslim etmek gerekiyor, epeyce mahrem hikaye anlatılmış. Münir Özkul, Sadık Şendil ve Muammer Karaca bölümleri çok ilginç mesela... Özkul hakkında bir biyografik çalışma yapılsa ne güzel olur... 6-7 Eylül Kasırgası, Hasan İzzettin Dinamo'nun dönem hatıraları. Malumunuz, Demokrat Parti döneminde ekonomiyi Türkleştirme politikalarının bir parçası olarak devlet eliyle azınlıklara yönelik yağma ve linç saldırıları olur, hiç ilgisi olmayan birileri de suçlu gösterilerek tutuklanır, zulmedilir. Birileri dediğimiz de elbette "komünistler" denilen solcular... İşte Moskova'nın emriyle saldırılar tertiplenmiş falan filan... Dinamo o hengamede tutuklananlardan biri... Aziz Nesin de tutuklananlardan birisiydi, Salkım Salkım Asılacak Adamlar kitabında anlatır o günleri...Dehşet verici zamanlar, suçunuz yok hapistesiniz, sorgular, işkenceler, kuru ekmekler, hücrede fareler gırla, tutunacak dalınız yok, gazeteler size karşı öfkeli, sınır dışı edileceğiniz, müebbet yiyeceğiniz konuşuluyor. Çile gibi yaşıyorsunuz,  dehşetli bir belirsizlik sürerken birdenbire sonra hadi gidin diyorlar, çıkıyorsunuz... Söylemesi yazması kolay... 

Pazartesi, Mart 13, 2023

Seyrüsefer Defteri 146

++ Knock at the Cabin (2023) sorsalar hayranı değilim ama muamma arayışını seviyorum (28 Şubat).++ 13 tzameti (2005) ikinci kez izliyorum, karanlık ve güzel kategorisinden (27 Şubat).++ Granitsyi lyubvi (2022) hem böyle bir hikaye anlatıp hem de mainstream kalmaya çalışmış (26 Şubat).++ Nocebo (2022) klişesini anlıyorsun ama filmi Eva Green sürüklemiyor, o fasıl ilginç, genel olarak vasat (25 Şubat).++ Infinity Pool (2023) Cronenberg çekmiş diyelim, bilenler bilmeyenlere anlatsın (24 Şubat).++  Totenfrau Sea1 Ep.1 ve 2'yi seyrettim (23 Şubat).++ Dead for a Dollar (2022) farklı bir western hayal etmişler ama televizyon renkleri ve oyuncu yönetimindeki teatrallik işi fena halde düşürmüş (22 Şubat).++ La legge di Lidia Poët Sea1 Ep.5 ve 6'yı seyrettim (21 Şubat).++ The Fabelmans (2022) Spielberg'in anıları diye seyrediliyor, Holivut sitayla "büyük film"  denemesi (20 Şubat).++  La legge di Lidia Poët Sea1 Ep.3 ve 4'ü seyrettim (19 Şubat).++ The Old Way (2023) bir noktaya kadar karakter ilginç, aksiyon finali vasat altı (18 Şubat).++ La legge di Lidia Poët Sea1 Ep1 ve 2'yi seyrettim (17 Şubat).++ Sharper (2023) dolandırıcı hikayeleri hep esprili olur, bunun temposu ağır gelişiyor, güzel (16 Şubat).++ Babylon (2022) güzel film, finali sinema belgeseli gibi olmasa daha doğru olurmuş (15 Şubat).++  Deprem (6-14 Şubat).++ Bozkır miksaj ve saire (2-5 Şubat).++ Infiesto (2023) malzemesi var derinleşemiyor (1 Şubat).+++

Pazar, Mart 12, 2023

Erkek şehirlerimiz

Görmüş olabilirsiniz, sosyal medyada dolaşımdaydı, demokrasiye geçtiğimizden beri kadın milletvekili gönderemeyen (seçemeyen veya seçmeyen) şehirlerimiz haritada işaretlenmiş... Trakya "aa" dedirtti, belki Sinop ve Artvin için "hadi yaa" diyebilirim ama gerisine zerre şaşırmadım. 

Bozkır yayımlandığı için sık karşılaşıyorum, neresi orası ve hangi şehir diye soruluyor, artık bu haritayı gösterebilirim.

Cumartesi, Mart 11, 2023

Çizgilere Derkenar 25

Nehar Tüblek evinde bir yılbaşı "toplantısı" düzenlemiş ve çizgileriyle orijinal bir davetiye hazırlamış... Yıllar önce, seksenli yılların kadın dergilerinden birinde, Elele olabilir, kendisiyle "bekarlık" hakkında yapılan söyleşiyi okumuştum, evlenmeyi isteyip de neden evlenemediğini, ailesini filan anlatıyordu, ilginçti. Bu davetiye, o söyleşinin üstüne geldi aslında, zihnimde tamamlandı veya... Davetiyenin arka yüzüne kurşun kalemle şöyle yazılmış: "Konsomasyon serbest, giriş davetiye iledir!"

Edebiyatçıların, karikatüristlerin, genel anlamıyla sanatla uğraşanların geçimlerini sağladıkları, mesai yaptıkları asıl işleri vardır, malum, telif geliri hayatı sürdürmeye oldum olası yetmez. Şimdilerde daha çok öğretmen, akademisyen, editör-yayıncı ve gazetecilik yapıyorlar gibi geliyor bana... Eskilerden Oktay Rıfat, avukattır, Cemal Süreya Maliye'de müfettiş, Yusuf Atılgan öğretmen veya Oğuz Atay akademisyendi örneğin, bunlar hemen aklıma gelenler... Meğer karikatürist Erdoğan Bozok ta kasaplık yaparmış, çok tanıdığım biri değil ama on beş yıl önce Akbaba ile ilgili bir Tübitak projesi yaparken telefonla konuşmuştum, bu yönünü bilmediğim için nedense şaşırdım...

Doksanlı yılların müzik dergisi Gong'tan..."Sahnede Gaddar Davut-Seyyal Taner Dayanışması" haberi yazılmış, Nuri Kurtcebe, meğer, en azından bir süre Seyyal Taner ile sahneye çıkmış... Müzikle ilişkisini, İlhan İrem albümlerine yaptığı yorumu, müzikle ilgili ilüstrasyon ve çizgi romanlarını biliyordum ama icracılığını yeni duymuş oldum. Ve söylemesem olmaz Seyyal Taner ne enteresan bir kadındır...

Dümenci, Arkacı, Zulacı

Otuzlu yıllarda Yarım Ay dergisinde tefrika edilmiş "Bir Türk Polisinin Hatıraları"nı okuyorum, Hikmet Arif yazmış...

Tramvay'da çalışan yankesicilerle ilgili bir bölüm var, yukarıdaki görsel oradan... Hikmet Arif'in anlattığına göre Dümenci, Arkacı ve Zulacı adlandırmasıyla üç kişi birarada çalışıyor, birlikte avlanıyorlar. Tramvay kalabalığında Arkacı itekliyor, Dümenci çalıyor ve çaldığını basamakta duran Zulacı'ya veriyor... o da atlayıp çaldığını kaçırıyor. Bul bulabilirsen...

Adlandırmalar hoşuma gitti, bir iki gündür, her şeye uyarlıyor, eğleniyorum... Galiba biraz nostaljik ve biraz da edebi geldi bana...

Diğer yandan adam akıllı düşününce bu adlandırmaların "gerçek olmayabileceğini" düşünüyor, polisler, suçunu itiraf eden hırsızlar ve elbette olup biteni yazan gazeteciler  tarafından uydurulmuş olma ihtimalini gözardı edemiyorum. 

Bir iki kez yazdım, eskiden polis muhabirlerini edebiyattan anlayanlardan, şiir yazanlardan seçerlermiş, güzel hikaye yazar diye bir çıkarımda bulunurmuş gazete patronları. 

Cuma, Mart 10, 2023

Bozkır hakkında

Bozkır ikinci sezon üç haftadır yayımlansa da diziyle ilgili sosyal medyada paylaşım yapamıyordum,  yapmak garip ve ayıp geliyordu. Bir tür mahcubiyet,  haklı bir sıkıntı gibi iyi ve normal hissedemiyordum… 

Dün (Perşembe) dördüncü bölümü yayınlandı, zaten hepi topu sekiz bölüm… “Hayat devam ediyor” duygusunda kalmaya çalışsam da  yaşanan facia gereği kolay olmuyor, bütün gün, ne desem de paylaşsam, duyursam diye kıvranıp durdum.  Akşam bir şeyler paylaştım. Aşağıdaki metin  paylaştıklarımdan derlendi. 

Şu notu düşmem gerekiyor, meseleye Bozkır'ın bahtsızlığı diye bakmıyorum, bir facia oldu, onun yanında haliyle bunlar faso fiso… Üstelik, kişisel olarak yaşadıklarımı ve yazarak hayatımı sürdürebilmemi her zaman bir lütuf olarak gördüm, pek ah vah edecek değilim. Bilen bilir, iyiyse yaşar ve hatırlanır. 

Bozkır’a gelince,  her hikaye bir uyumsuzluktur, yeter ki bir yerlere dokunsun, umarım diyelim, Bozkır da bir yerlere, birilerine dokunur… 

(…) Bu vesileyle yine sosyal medyada yazılmış bana sorulmuş bazı sorulara cevap yazayım (…) 88 plaka ilk sezonda bulduğumuz bir çözümdü, hikayenin hayali bir şehirde geçmesini istedik. Nedeni de çok açık, insanlar hassaslaşabiliyor ve en basit ifadesiyle “anlatılanı hakaret sayarak” dava açılabiliyor, hal bu olunca özellikle bir yeri -şehri değil de bir aurayı kastetmek istedik (…) 

Evet, Eskişehir'de çekildi, çünkü burada bir kaç iklimi birarada görebiliyorsunuz, yeni ve eski, metropol ve taşra yaşıyor ayrıca... Bizim hayali şehrimiz için bereketli bir memba oldu. Sezona ismini veren Kırıkhayıtlar'ı bu hayali  şehrin bir ilçesi olarak kodladık.  Hayıt ağacı ve otu ile ilgili meraklısı için üçüncü bölümün sonunda bir bonus videomuz var. Hatırlatmış da olayım her bölüm sonunda jenerik bittikten sonra küçük videolarımız var, kimisi ironik, kimisi enformatik, meraklısına (…) 

Neden katili en baştan gösterdiğimiz sorulmuş, haliyle bu bir tercih, katil kim tahmininin bir tür hayal kırıklığı yarattığını düşünüyorum, nasıl yakalandığına odaklanmayı tercih ediyorum. Bozkır bir aura ve iklim hikayesi, asıl iştahını oralardan alıyor. (…) 

Bölümlerde kullanılan türkülerle ilgili enformatik bilgiye arka jenerikten ulaşabilirsiniz. Dizi için özel olarak icra edilmiş çalışmalar olduğu için ayrıca bir yerde şu an için dinleyebilmek mümkün değil. Hepsini düşünmüştük ama yaşadığımız deprem malum (…) Jeneriğimiz ile ilgili övgüler aldık, baştan beri hayal ettiğimiz bir şeydi, o sebeple seviniyorum. 2021 kasım ayında senaryoyu bitirdiğimde halı elimdeydi... Özgür (Çakır) aklımızdan geçeni çok iyi anladı, uyum ve yaratıcılık gösterdi, eksik olmasın (…) 

3.Sezon olacak mı bilmiyorum, Bozkır'ın bu kadar yıl sonra ikinci sezonunun olmasını seyirci beğenisine borçluyuz. Şu an başka bir şey yazıyorum. Olursa, ona o zaman çalışırım. Amerikalıların domine ettiği bir sektörde yerel içerik üretmek eskisi kadar kolay değil  (…) Evet yönetmenliğe ve yazdığım senaryoların reelize ederken sette olmaya devam etmek istiyorum,   farklı bir deneyim oldu, tekrar tekrar yapmak isteyecek kadar büyük heyecan duydum. (…) 

İki yönetmen nasıl çektiniz deniyor, sektörün ezberleri var, tek adam, tek karar verici filan. Hiç inanmadım bunlara, kolektif bir iş bu, önemli olan birbirini anlamak ve yapmayı istemek, arzu duymak ve paylaşmak...

Çarşamba, Mart 08, 2023

Helga doğru söylüyor

Tuhaf isimli kitaplar haliyle ilgimi çekiyor: Papazın Kızı Helga, Kerim Embel isimli bir yazarın kendi imkanlarıyla bastırdığı, 1978 tarihli bir roman. İsmi, erotik ucuz romanları andırsa da pek ilgisi yok. Nasıl derseniz, nitelik olarak vasat altı, bugünün ölçüleriyle yerli ve milli, üstelik "Konyalı" bir anlatı diyerek özetleyebilirim. Roman, Helga ile Tahir'in Konya'ya gelmesiyle yani İslami bir mutlu son ile nihayetleniyor. 

Malumunuz bütün ucuz roman yazarları, büyük laflar etmeyi, siyasi kestirimlerde bulunmayı severler. Yukarıda alıntıladığım bölüm, Helga'nın Almanya-Almanlar analizini içeriyor. Türkler daha mert ve insancıl, terbiyeli filanken Almanlar "bitmişler", kozmopolit ve gayri milliler şu bu...

Bu fasarya, ben kendim bildim bileli sürüyor... ve sürecek de...

Kahve köşelerinden  cuma hutbelerine, televizyon yorumcularından siyasi nutuklara varıncaya kadar insanlar "Batı bitmiş" "bizi kıskanıyorlar" filan diyebiliyor. Buna inanıyorlar mı, inanmış gibi mi yapıyorlar tam bilemeyeceğiz, hepimiz bir yorum yapıyoruz. 

Gelgör ki "kendimiz söylüyor, kendimiz dinliyoruz" ve bunun farkındayız, farkında olmaksa bizi içten içe rahatsız ediyor, halbuki bir yabancı söylese "bayılacağız", en çok da Helga söylese, itiraf etse "eriyeceğiz."

Helga boşuna konuşturulmamış yani, Helga sadece bir arzu nesnesi değil siyasi ve ütopik bir rüya... 

[üstelik çok içli konuşuyor...]

Salı, Mart 07, 2023

Behiye


Radyodan çıkan hanende. Aşkı, çocuğu, şehri, alışkanlıkları, tedirginliği… Fahrettin Aslan, gelip ikna etmese, Maksim’e çıkarmasa... Zamanı ikiye böldü Behiye. Otuzunda şöhret, otuzunda platin sarısı boya. Yeşilçam’ın ve gazinoların sesi oldu, Türkiye’nin sevdiği şarkı. Geride Ankara, bestekâr eski bir koca ve tek çocuk. Keder taciri, fiks menü ve belleksizdi İstanbul. Yakarak ve yanarak geçti Behiye. Zarif ve pençeli. Erkekler, evlilikler, son moda şarkılar. Bazen nevzuhur, bazen sakil bir retro ama her zaman sıcak bir saat. Gözyaşı dolu şarkısı, sazı. Behiye Aksoy, efkârlı rakı kadehi. Müzeyyen Senar’ın gramofonu.

 

Entropi

Bursa-Diyarbakır maçı bekleniyordu, olaylar çıkacağı biliniyordu, hoş bilmek ve öngörmek filan işe yaramadı, beklenen oldu. Nerden baksan nahoş ve ayıp... İstendiğinde "engellemek" adına nelerin yapıldığını hepimiz biliyoruz... 

Bursa tribünlerinde kontrgerilla sembolleri olan pankartlar da açıldı. Futbola siyaseti karıştırmayalım filan dillere pelesenk olmuş, her maça İstiklal Marşı söylemeden başlanmıyor ve kimseye garip gelmiyor mesela. Siyaseti muhalefet etmek ve hükümeti eleştirmek gibi algıladıklarından, aman ha endişesiyle ürperiyor başkanlarımız, ihale bekleyenlerimiz ve genel olarak sağcılarımız...  

Sonra da linç girişimlerinin kimseye marazlı ve tuhaf görünmemesine şaşırıp kalıyoruz. 

Yukarıda paylaştığım tiviti Türkçü bir partinin Bursa il başkanlığı paylaşmış, kendilerince saldırganlıklarına "esprili" bir savunma yapmışlar... Memleketin içinde bulunduğu kaos hali, herhangi bir insani empatiye izin vermiyor. Aksine mevcut kaosa karşı direncimizi artıracak şeyler arıyoruz, öfke, tahkir, garez, tezyif, ön yargı şu bu... 

Related Posts with Thumbnails