Pazar, Mayıs 17, 2020

Dağlar Raspotini Gavur İmam




Geçtiğimiz günlerde, bir iş için aranırken, bir nedenle Murat Sertoğlu'na bakarken,  tabir-i caizse, afalladım. Hani şöyle kitabı dallarsanız ya, işte o ara oldu bu, evirip çevirirken giderek şaşırdığımı farkettim. Bu ne sertlik dedim ve bir sayfa, bir sayfa daha derken kapılıp okumaya başladım.

Beni afallatan, okuma hevesi uyandıran şey saf kötülük anlatılıyor olmasıydı, romanda geçen tek bir karakter iyi değildi. İlk kez okuyor değilim, ama şunu hatırladım, çocukluktan bir his kalmış bende, o yaşlarda tam anlayamadığım bir şey, dahil olamazdım Murat Sertoğlu'nun anlattığı serüvene. Ne anlatsa, bilemiyorum, garip bir "habaseti" vardı yazdıklarının. Şaşırtmak mı istiyordu, o sertliği sahici mi buluyordu bunun cevabını bilmiyorum ama karakterleri güvenilmez ve şiddet dolu birileri oluyordu. "İyilik geçici kötülük kalıcıdır" diyen hikâyeler yazıyordu demek istiyorum.

Soyadı gibi mi demeli?

İlgimi çeken, okurken beni afallatan 1951 yılında Son Telgraf'ta haftalık olarak tefrika edilen Çakırcalı Mehmet Efe'ydi. İyi bir "ressam" olmakla birlikte mesleğinde dirayet gösterememiş Mehmet Tekdal çizmişti. Sertoğlu, bu tefrikayı sonraları genişleterek kitap olarak yayınlamıştı. [Defalarca yayınlandığı için her yerde bulunabiliyor.]

Ben tabii takıldığım ve "aşka geldiğim" için hemen okumadığım bir başka Sertoğlu romanı aradım. İki kıstasım vardı, birincisi anlattığı hikayenin kötü adamı Türk olsun istedim. İkincisi, son dönem Osmanlı topraklarında geçen bir serüven Sertoğlu'na daha rahat eleştirme imkanı tanıyordu. Onu da keşfetmiştim.

Neden bir Türk kötü adam istedim? Sertoğlu,  kötüler "gavur" olursa daha rahat yazıyordu, tadını çıkararak, abartısının hakkını vererek... Türk olunca direksiyonu nasıl kırıyor görmek istedim.

Dağlar Raspotini Gavur İmam'ı buldum. Basın reklamlarına bakılırsa 1959'da, yıl sonunda basılmış, 1960'ta dağıtılmış.

Dağlar Raspotin'i nitelemesi bütünüyle ticari gerekçelerle eklenmiş, romanla ilgisi olmayan (romanda bir kere bile kullanılmayan) bir adlandırma. E bu yüzden "ucuz roman" diyoruz bunlara...

Sansürün etkisini gözardı ediyor değilim. Raspotin (Rasputin) demiş ama cinsel şiddetin ya da o açıklıkta bir erotizmin anlatılması mümkün değil o yıllarda. O kıyılarda nasıl gezinmiş diye merak etmiştim. Gezinmemiş...o faslı kapatalım.

Hapisten kaçan bir idam mahkumunun, bir dağ köyüne tayini çıkmış imamın yerine geçmesiyle başlıyor roman. Gavur İmam adı oradan, Afyonlu azılı katil, köyde bir süre eyleştikten sonra kadına-kıza musallat olmaya, adam öldürmeye başlıyor ve Gavur İmam adını alıyor, dağa çıkıyor. Seri katil gibi gibi önüne geleni öldürüyor, soyuyor ve korkutuyor.

Sertoğlu, tefrika yazarı. Bir sonraki günü merak ettirmek, anlattıklarını aralıklarla özetlemek, lafı ve heyecanı uzatmak konusunda hem deneyimli hem de memleket ölçüsünde maharetli biri. Zevaco'yu temel alarak yazıyor, diyaloglar, etkiyi pekiştirici betimlemeler ve şaşırtmayı önemseyen yazarlık iştahı had safhada anlayacağınız.

Gavur İmam güzel mi? Evet diyemem, başka türlü olabilirmiş, bir potansiyeli varmış, "olamamış". Yazarlık sür'ati işi epey sekteye uğratmış, romanı baştan tasarlanmadığı da belli oluyor. Yavaşlaması gereken yerler  var, Sertoğlu "gaza basarak" geçmiş oraları. Gavur İmam'ın şiddetinin hikayeyi sürüklediğine inanmış olmalı.

Peki ne ilginç? Entrikası ilginç. Fırsat buldukça serüven tefrikası okuyorum. Ortak bir karakteristik bu. Karakterler sürekli olarak birbirlerinden şüpheleniyorlar. Kurnazlar, haset ediyorlar, kıskanıyor, gıybet yapıyorlar. Sertoğlu da bunu yaptırıyor karakterlerine.

Yine Sertoğlu yazdığı için söylüyorum, Battal Gazi'de bunu yapamazsınız. Battal, en nihayetinde çeker kılıcı susturur ahaliyi. İlgi çeken tefrikalar da buralardan çıkmaz zaten. O hamasidir, epiktir, pedagojiktir, millidir, falandır filandır.

Gavur İmam'da arada efelikle, ahlaklı olmakla, namusla ilgili laflar ediliyor ama hikayeyi sürükleyen temel "güdü", herkesin "pis olması", plan yapması...Geveze olması, para konuşması, birbirine inanmaması...

Uzun mesele, girmeyeceğim, memleket edebiyatında kötülük bahsini kurcalamak gerekiyor, onu iyi biliyorum....


3 yorum:

International Libraries Association dedi ki...

Sevgili Levent, kötülerin Türk olamaması ile ilgili örnekler senin Karaoğlan kitabında da mevcut. Tarihi çizgi romanları da analiz ettiğin o güzel kitapta örnekleriyle açıklamıştın.

Türk asla kötü olmaz, olsa bile mutlaka kandırılmıştır ya da yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Mesela Karaoğlan'ın Hıristiyan bir Türk boyuyla karşılaştığı macera. Ne diyordu orada Baybora, "Bunlar Cengiz'in buyruklarını kabul etmedi, güvenilmez."

Keza tarihi filmlerde de öyledir. Bizanslı silahşör Hammer özünde iyi bir adamdır ve bu iyiliğini Müslüman olmakla taçlandırır. Kara Murat'ta tüm kötüler İslam dışıdır. Yine Karaoğlan'da Gazne beyleri süperdir ama kötüler Hindu dinine mensup yerli halktır vesaire vesaire...

Kadın meselesi ise hepten fecaat. Hıristiyan kadınlar hoppadır ama Türk kadını namus timsalidir. Müslüman olmasa bile Cengiz'in karısı azize ölçüsünde mazlumdur, başına trajik şeyler geldiği anda bile resmedilirken yüzüne balmumu sürülmüş gibi ifadesiz ve giyinik çizilir.

Ya da Atilla İlhan romanlarında olduğu gibi azınlık kadınları bu hayattan tat almayı bilen entrikacı tipler olup asil ve kavgacı Türk erkeğine denk geldiklerinde ona delice bir aşkla bağlanır, onun tarafından penetre edildiğinde ise kendi soydaş erkeklerinden aynı tadı almaz. (Gülüyoruz burada) Tersi asla olmaz, olamaz. Hıristiyan bir erkeğe aşık olan Türk kadını mevzubahis değildir etc etc.

Unknown dedi ki...

Geçenlerde bir mezattan sırf kapak resmi hoşuma gitti diye almıştım bu yazinizdan sonra okuyacağım elinize sağlık

Levent Cantek dedi ki...

Library'ye... o bahiste anlatılacak çok şey var, Turhan Selçuk ve Abdülcanbaz mesela... değinilmedi bile...katkı için teşekkürler

Related Posts with Thumbnails