Pazartesi, Ekim 03, 2016

Sakin Kalmak




Uzun zamandır Türkiye bu kadar mutsuz olmamıştı. Gaddarlık, huşunet, habaset bitmiyordu ama mutlu olmanın bir meşruiyeti de vardı. Bir hakkı…

Şimdi, galiba, o meşruiyeti kaybettik. Bu kadar kötü şey olurken kitap okumak, film seyretmek, kendi zevklerine vakit ayırmak güçleşti, ayıp oldu, utanılacak şey oldu. Olup biteni teğet geçerek yaşama imkânı ortadan kalktı.

Kültür Endüstrisi, böylesi tedirginliklerden hemen etkilenir. Her alanda, büyük düşüş var. Sinema seyircisi arttı diyenler olabilir. Ortada adam akıllı tek bir film yokken, seyirci sayısındaki artışın nedeni, insanların televizyondan kaçma arzusu olmalı. Gördükleri ve duydukları sertlikten uzaklaşmak istiyorlar.

Kendi işimle ilgili bir örnek vereyim. Her yıl, yaz sonunda, Eylül ayında, yayınevine gönderilen edebiyat dosyalarında ufak çaplı bir “patlama” olur. Hani neredeyse yılın en çok dosya gelen ayı Eylül’dür. Görünen o ki, insanlar yazmak için en geniş vakti ancak yazın bulabiliyorlar. Veya başladıkları işi ancak o zaman bitirebiliyorlar. Öğrenciler, gençler, öğretmenler… Yükleniyorlar bir şekilde. Bu yıl öyle olmadı, yaşadığımız dönemin, Temmuz-Ağustos aylarının sıkıntı ve karamsarlığı, görünen o ki, o yoğunlaşmayı sekteye uğrattı. Gelen dosya sayısı yarı yarıya düştü.

Dünya tarihinde pek çok örnek var, toplumlar mutsuzlaştığında edebiyat bir sığınak işlevi görür, yazanı ve okuyanı çoğalır. Bizde de er ya da geç böyle olacaktır diye düşünülüyor.

Bizim durumumuz şu an için farklı, baskının bile bir rutini vardır, böylesi bir rutine sahip değiliz, tedirginliği büyüten bir muğlaklık, ne olacağı kestirilemeyen bir yarın kaygısı içindeyiz. Bu sürdürülebilir bir hayat hali değil, sadece kültür-sanat endüstrisini değil ekonomiyi bütünüyle zorlayan bir atmosfer bu. Hep birlikte yaşıyoruz.

Laf buralara gelince illa ki “ne yapacağız?” diye soruluyor. Hayata siyasete, her ne olursa olsun, iyilikle ve sakinlikle bakmaktan yanayım. Arkadaşlara sığınmak, daha çok yardım etmek ve daha çok yan yana durmaktan söz ediyorum. Sakin kalmak, Türkiye’de pek anlaşılmıyor, büyük bir çoğunluk, bağırıp çağıran insanlara alıştığından sakin kalmayı anlamlandıramıyor. Sakinliği, sinsilikle (ve korkaklıkla) özdeşleştiriyor. E buna da sakin bakmak gerekiyor, höt zöt devrindeyiz.

2 yorum:

seçil dedi ki...

Ben bu sureci de edebiyatin siginak islevi gordugu bir donem olarak dusunuyorum aslinda. Tabii mutfagin arkasinda degilim yazan potansiyelini izleyemiyorum ama okuyanlarda bir artis oldugu seklinde gozlemim var ve tabii bu degerlendirmeyi de sadece etrafima bakarak soyleyebiliyorum, genele vuramam. Ama gozardi edemeyecegim kadar dikkatimi cekiyor ve iclerinde konusabildiklerim, bu ortamda en iyi kacis yolu oldugunda hem fikir. Yoksa aklimizi kacirabilecegimize dair cok ciddi endiselerimiz var. Kisacasi sanki o siginma okuyan acisindan baslamis olabilir...

drifter dedi ki...

"tedirginliği büyüten bir muğlaklık, ne olacağı kestirilemeyen bir yarın kaygısı içinde" sakin kalmak...
hımmm
pek bilemedim şimdi.

Related Posts with Thumbnails