Çarşamba, Haziran 07, 2006

Masalını Yitiren Pamuk Prenses

Hülya Avşar 2004 yılında gazetelere en çok haber olan magazin yıldızıydı, ama tuhaftır televizyon şovu düşük izlenme oranına sahip olduğundan yayından kaldırıldı. Aslına bakılırsa, Hülya Avşar’ın dâhil olduğu hiçbir proje eskisi kadar başarılı değil artık! İş yapmıyor demeye dilimiz varmıyor ama birer birer unutulmalarına bakılırsa, eh yalan da sayılmaz hani. Bu kadar konuşulmasına rağmen nasıl oluyor da “iş yapmıyor”? İlginç. Yüzünü eskitti diyenler de oluyor; hırçınlığı onu itici kılıyor diyenler de; artık Hülya ilginç gelmiyor halka diye geçiştirenler de..

Hülya Avşar’ın dergisi, Hülya Magazin, malumunuz, ay üssü Alfa’da yaşayan mutlu azınlığa hitap eden dergilerden. O derginin ilk sayısına -artık nasıl oluyorsa?- gönderilen bir okur mektubunda “Türk kadını rüyasının hayata geçirilmiş hali” denmişti kendisi için. Saptama bir bakıma doğru, Hülya Avşar medyanın pek sevdiği “ideal yaşam” ve “ideal kadın” imajı doğrultusunda, milyonlarca kadının sahip olmak isteyeceği her şeye sahip. Güzellik desen güzellik, para desen para, şöhret desen şöhret… Ti! Ama son zamanlarda ne olduysa, şöhret de para da güzellik de eskisi kadar “kâr” etmemeye başladı.

“Şen dul”un önlenemez yükselişi
Ayvalık’tan çıkıp hayata meydan okuyan Hülya’nın en büyük silahı başlangıçta elbette güzelliğiydi, sonra cesaretli olduğu da anlaşıldı. Dul olduğu için diskalifiye edileceğini bile bile güzellik yarışmasına girmişti. Talih kapısının bu kadarcık aralanması bile ona yetti. Şov dünyasında yapılabilecek her şeyi yaptı: Fotoroman, film, albüm, tiyatro, gazete yazarlığı, televizyon programı...

Sonra gördük ki bunlar da yetmedi, politikaya, sanata bulaştı. Kurnaz ama çok zeki olduğunu söylemek için yeterince delil yok elimizde. Polemikçi, bu yüzden sanat camiasında pek fazla dostu yok, bu anlaşılıyor. Hakkını teslim etmek gerekir ki, hedeflediğinden bile fazlasını elde etmek başarıysa, çok başarılı. Yetenekli olduğu alanlar da var. Mesela iyi bir sinema oyuncusu (eh, bu da tartışılır diyenler çıkacaktır, en azından oyuncuydu diyerek anlaşalım).

Avşar’ı ilginç kılan asıl şey, iştahı. Yetinmek onun doğasına aykırı. Belki de gıdası, küçümseneceğini, hatta saldırıya uğrayacağını bildiği halde kapasitesinin, yeteneğinin sınırlarını zorlamak.

Ünlenmeye başladığı yıllardan beri hayatına giren erkekleri hep şöhreti ve parası olanlar arasından seçti. Hepsinde ortak olan bir başka özellik pek de yakışıklı olmamaları (Tartışmak isteyenler için bir kaçını sıralayalım: Magazin alemindeki isimleriyle İbo, Tanju, Kaya…). Avşar, çarpıcı güzelliğini onlara adeta bir armağan gibi sunarken karşılığında tutkulu birer aşık ve parıltılı bir sosyal hayat elde etti. Elde ettiklerini akıllıca kullandığından, kısa süre sonra Hülya’nın yanında dolaşanlar meşhur olmaya başladı. Adına şarkılar yazan İbo’ya da, uğruna kariyerini ve huzurunu gözünü kırpmadan harcayan Tanju’ya da ihtiyacı kalmadı. Şöhretinin olgunluk döneminde, bir dargın bir barışık ilişki sürdürdüğü Kaya Çilingiroğlu’yla evleniverdi. Hoş, hamile olduğu için acelesi de vardı. Acelesi, başından beri dışında kaldığı ahlâki standartlar çemberinin sınırları dahiline girmek içindi. Çocuğunun soyadı belli olmalıydı vs...

Fettanlıktan mağdurluğa…
Tam sular durulduğunda (soap-operalar da öyle değil midir?) Kaya, gençlik günlerinin alışkanlıklarına geri dönerek sağda solda “ne idüğü belirsiz” kadınlarla görülmeye ve magazin dergilerinin “hep doğruları yazan” acar muhabirlerine yem olmaya başladı. Hülya, hayatla oyunculuğun karıştığı yeni bir sahneyi yaşıyordu. Yuvasını kurtarmak adına ihanetlere göz yuman bir anne olmuştu. Bu ihanetler ev hanımlarını dehşete düşürecek kadar sarsıcıydı: “Hülya gibi bir kadının da üstüne gül koklanıyorsa...”

Hülya ile Kaya tefrikası pek konuşuldu zamanında. Hülya gibi, Sibel gibi, Gülben gibi güzel, hırslı ve şöhretli kadınlar erkekleri korkutan birer saatli bomba gibiler aslında. Erkekler onların yanında ancak belli bir süre kalabiliyorlar. Bu gibi kadınların hayatlarını adadıkları hayallerini gerçekleştirmelerinin bedeli, mutlak bir yalnızlık. Hülya bunun farkında. “Erkekler tekeşli olamaz” diyerek, “aldatılmış kadın” olmanın “hüznünü ve utancını” hemcinsleriyle paylaşarak azaltmaya çabalamıştı bir röportajında. Ama bu “hüznü ve utancı” bir zamanlar Tanju’nun karısı Aysu’nun yaşamış olduğunu unutuvermişti. Mutlu bir yuvanın dişi kuşu misali şakırken, yakın geçmişinin kaçmalı/kovalamalı (bol tutkulu, renkli, tam tekmil) gönül maceralarını yok sayıyordu. Toplumun medyatik hafızası nisyan ile malul olduğundan, o gün fettan Hülya’ya karşı, mağdur Aysu’nun yanında yer alanlar, bugün gelgeç ilişkilerin kahramanı manken kızlara karşı, Zehra’nın annesi Hülya’nın yanında yer alabiliyorlar.

İnzivaya sığmayan tutkulu kişilik
Skandallar dünyasının kuralıdır: Mevcut değer yargılarını zorlayarak, kamuoyunun gündeminde sadece belli bir süre kalınabilir. Bunu keşfedenler hemen toparlanırlar, yapamadıkları takdirde, toplumsal cinnetin kurbanı olurlar. Kendileriyle eşit koşullarda yarışa girip, “ahlâka mugayir” davranışlarını sürdürmekte ısrarcı olduklarından dolayı diskalifiye edilen meslektaşlarının akıbetini paylaşacaklarının farkına varmışladır. Yaptıkları “hata”ları bir sonraki örnek davranışlarıyla (evlenmek, çocuk sahibi olmak, okul yaptırmak, devlet sanatçısı seçilmek vs…) telafi edenler, toplumsal cinnet eşiğini de aşarlar.

Hülya Avşar, çabuk toparlananlardan. Artık toplumsal konumu ve kariyeri itibarıyla öyle bir noktada ki, yaptığı “ufak tefek” hatalar onun tahtını sarsamaz. Ama bir başka nokta daha var ki, önemli; son kırk yılın hakkında en çok yazı yazılmış, konuşulmuş yıldızı olan Türkan Şoray, uzun yıllarını inzivada geçirmişti. Belki yüzünü masalsılaştıran, nostaljiyle övülen bir hale sokan da bu inzivasıydı. Hülya, kişiliği gereği bunu yapamıyor; epey bir zamandır sürekli başarısız filmler, programlar, dizilerle anılıyor, ama bir türlü “müthiş bir dönüş yapacağım” tutkusundan vazgeçemiyor. Evine çağırdığı gazetecilere yine birilerini şikâyet ediyor, polemikler yaratıyor. En son, yine entelektüellerden şikâyetçi oldu, ama bir türlü asıl istediğini başaramıyor.

Şimdi televizyonda yeni bir komedide oynuyor (çabucak bitecek bir iş daha), aldatılan ve terk edilen çirkin bir kadını canlandırıyor, estetik ameliyatla birdenbire güzelleşecek, kadının fendi erkeği yendi (vay ki vay!) konumuna geçecek, daha ilk bölümden anlaşılan bu. Dizide Yeşilçam’ın Küçük Hanımefendi klişesi nahif bir mizahla harmanlanarak sunulmuş. Hülya Avşar yerine daha genç yüzlü biri, terk eden koca rolünde Cihan Ünal yerine bir komedyen oynasaydı, çocuklar bu diziyi belki sevebilirlerdi…

Çocuklar demişken, hatırlayanlar olacaktır, Yeşilçam’ın bir Pamuk Prenses filmi ve orada da kötü kalpli bir cadı vardır. Hülya Avşar’ın dizideki çirkin hali aynen ona benziyor. Sonra ameliyatla Pamuk Prenses oluyor! Artık kader mi tesadüf mü desek bilemiyorum, ne kadar da Hülya Avşar’ın bugününü anlatan bir ameliyat arzusu!..

[2005 yılında Picus'un Panzehir ilavesine yazılmıştı bu yazı. Haliyle aktüel bir yazıydı. Hülya Avşar gibi isimlerin hayatları yıldan yıla çok değişiyor. Yazıda Avşar'ın oynadığı dizinin kısa sürede yayından kalkacağını öngörmüştüm. Star o dönem Uzan Grubunun elinden alınarak devletin kontrolüne girdi. Dizinin ömrünü uzatan bir devamlılık hasıl oldu ister istemez. Falan filan işte...Bir magazin yazısını takdimimdir]


Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails