Hülya Avşar 2004 yılında gazetelere en çok haber olan magazin yıldızıydı, ama tuhaftır televizyon şovu düşük izlenme oranına sahip olduğundan yayından kaldırıldı. Aslına bakılırsa, Hülya Avşar’ın dâhil olduğu hiçbir proje eskisi kadar başarılı değil artık! İş yapmıyor demeye dilimiz varmıyor ama birer birer unutulmalarına bakılırsa, eh yalan da sayılmaz hani. Bu kadar konuşulmasına rağmen nasıl oluyor da “iş yapmıyor”? İlginç. Yüzünü eskitti diyenler de oluyor; hırçınlığı onu itici kılıyor diyenler de; artık Hülya ilginç gelmiyor halka diye geçiştirenler de..
Hülya Avşar’ın dergisi, Hülya Magazin, malumunuz, ay üssü Alfa’da yaşayan mutlu azınlığa hitap eden dergilerden. O derginin ilk sayısına -artık nasıl oluyorsa?- gönderilen bir okur mektubunda “Türk kadını rüyasının hayata geçirilmiş hali” denmişti kendisi için. Saptama bir bakıma doğru, Hülya Avşar medyanın pek sevdiği “ideal yaşam” ve “ideal kadın” imajı doğrultusunda, milyonlarca kadının sahip olmak isteyeceği her şeye sahip. Güzellik desen güzellik, para desen para, şöhret desen şöhret… Ti! Ama son zamanlarda ne olduysa, şöhret de para da güzellik de eskisi kadar “kâr” etmemeye başladı.
“Şen dul”un önlenemez yükselişi
Ayvalık’tan çıkıp hayata meydan okuyan Hülya’nın en büyük silahı başlangıçta elbette güzelliğiydi, sonra cesaretli olduğu da anlaşıldı. Dul olduğu için diskalifiye edileceğini bile bile güzellik yarışmasına girmişti. Talih kapısının bu kadarcık aralanması bile ona yetti. Şov dünyasında yapılabilecek her şeyi yaptı: Fotoroman, film, albüm, tiyatro, gazete yazarlığı, televizyon programı...
Sonra gördük ki bunlar da yetmedi, politikaya, sanata bulaştı. Kurnaz ama çok zeki olduğunu söylemek için yeterince delil yok elimizde. Polemikçi, bu yüzden sanat camiasında pek fazla dostu yok, bu anlaşılıyor. Hakkını teslim etmek gerekir ki, hedeflediğinden bile fazlasını elde etmek başarıysa, çok başarılı. Yetenekli olduğu alanlar da var. Mesela iyi bir sinema oyuncusu (eh, bu da tartışılır diyenler çıkacaktır, en azından oyuncuydu diyerek anlaşalım).
Avşar’ı ilginç kılan asıl şey, iştahı. Yetinmek onun doğasına aykırı. Belki de gıdası, küçümseneceğini, hatta saldırıya uğrayacağını bildiği halde kapasitesinin, yeteneğinin sınırlarını zorlamak.
Tam sular durulduğunda (soap-operalar da öyle değil midir?) Kaya, gençlik günlerinin alışkanlıklarına geri dönerek sağda solda “ne idüğü belirsiz” kadınlarla görülmeye ve magazin dergilerinin “hep doğruları yazan” acar muhabirlerine yem olmaya başladı. Hülya, hayatla oyunculuğun karıştığı yeni bir sahneyi yaşıyordu. Yuvasını kurtarmak adına ihanetlere göz yuman bir anne olmuştu. Bu ihanetler ev hanımlarını dehşete düşürecek kadar sarsıcıydı: “Hülya gibi bir kadının da üstüne gül koklanıyorsa...”
Hülya ile Kaya tefrikası pek konuşuldu zamanında. Hülya gibi, Sibel gibi, Gülben gibi güzel, hırslı ve şöhretli kadınlar erkekleri korkutan birer saatli bomba gibiler aslında. Erkekler onların yanında ancak belli bir süre kalabiliyorlar. Bu gibi kadınların hayatlarını adadıkları hayallerini gerçekleştirmelerinin bedeli, mutlak bir yalnızlık. Hülya bunun farkında. “Erkekler tekeşli olamaz” diyerek, “aldatılmış kadın” olmanın “hüznünü ve utancını” hemcinsleriyle paylaşarak azaltmaya çabalamıştı bir röportajında. Ama bu “hüznü ve utancı” bir zamanlar Tanju’nun karısı Aysu’nun yaşamış olduğunu unutuvermişti. Mutlu bir yuvanın dişi kuşu misali şakırken, yakın geçmişinin kaçmalı/kovalamalı (bol tutkulu, renkli, tam tekmil) gönül maceralarını yok sayıyordu. Toplumun medyatik hafızası nisyan ile malul olduğundan, o gün fettan Hülya’ya karşı, mağdur Aysu’nun yanında yer alanlar, bugün gelgeç ilişkilerin kahramanı manken kızlara karşı, Zehra’nın annesi Hülya’nın yanında yer alabiliyorlar.
İnzivaya sığmayan tutkulu kişilik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder