Pazartesi, Şubat 28, 2022

Yatırım tavsiyesi

Bunlardan başka satılık iki apartman daha vardır. Bunlar Ankara’nın en pis yeri olan İtfaiye meydanı denilen yerdedir. Bu apartmanların olduğu sokakta bit pazarı kurulur. Bunlar dörder katlıdır. 50 bin liraya birini satacaklar. 400 lira aylık kira getirir. Yeri de Ankara planına göre yapılacak Opera’nın arkasına düşüyor. Yarın için bankaların, operaların bulunacağı yerde olacak.

Memduh Şevket Esendal, 29 Mart 1942 [Kızıma Mektuplar’dan, Bilgi Yayınevi, Ankara 2001, s. 355]

Cuma, Şubat 25, 2022

Evet evet...

Katillere, işgalcilere, faşistlere, popülist dangozlara, Ukranya diyenlere, stratejistlere, Rusya'nın sıcak denizlerine, fırsatçılara, swift lakırdılarına, "hoh hoh Ukranyalı gızlar buraya gelsinler" diyenlere, her vesilede Suriye'yi konuşanlara, savaşı seyredenlere, topunuza, tepenize, erkekliğinize, savaşınıza...hayır ulan hayır!

Perşembe, Şubat 24, 2022

Savaş alanı

“O günün şatları içinde sen Kızılay’ı faşistlere teslim ettiğin zaman - ki bir ara teslim almışlardı, elinde Cumhuriyet gazetesi, Milliyet gazetesi olan adam geçemiyordu Kızılay’dan.  Her akşamüzeri orada faşistler bildiri dağıtıyorlardı dört köşeyi tutup. Biz, önce bu yakayı ele aldık mesela;  TMMOB tarafı diyelim. Sonra öte yaka falan, böyle parça parça faşistleri kovaladık Kızılay’dan. (…) Kızılay’dan işte Milli Eğitime doğru, Sıhhiye’ye doğru (…) Demirköprü tarafına doğru o çemberi genişletmeye çalıştık. (…) Ne anlamı vardı? Prestij olarak anlamı vardı, ondan sonra halkla ilişkiler bakımından anlamı vardı.”

[Mehmet Ali Yılmaz, Tarihle Söyleşiler – 1 içinde, Açılım, Ankara 2014, s. 192.

Çarşamba, Şubat 23, 2022

Ürkünç

Kapaktaki Bektaşi tahayyülü bana sert ve ürkünç geldi. Sonuçta bu bir fıkra kitabı, geçmiş zaman diyoruz, çıkmış gitmiş, eskimiş filan ama yayıncılık açısından yanlış tercih gibi duruyor, mutlaka komik ve sevimli çizilmeliymiş... Okuru cezbedecek, başka bir şey düşünülmeliymiş... Bence Mehmet Tekdal çizmiş, iyi bir çizerdir, epiktir, hamasidir, esprili değildir ama dönemi içerisinde bilinen bir piyasa ressamıdır... Hatta onun Nasrettin Hoca çizimleri halen paylaşılır, hoş, o da karikatürize ve komik değildir ama yine de nüktedanlığınu, oyunbazlığını yansıtan bir vurguya sahiptir. En azından Hoca'nın bir tontonluğu-güleçliği vardır. Neyse gece vakti kapağa takıldım.
 

Pazar, Şubat 20, 2022

Sunal

En sevilen dişeti. Oyuncu mezbahasından Fernandel sırıtışıyla kurtulan Keloğlan. Üç beş zeytin, bir dilim ekmek. Düşlerinin penceresi sonuna kadar açık kondu evleri. Bekçisi, çöpçüsü, kapıcısı, Şaban’ı, işsizi, özlemi, abazanı, televizyonu akıyor içine. Kemal Sunal, kalabalıklardan damıtılmış saf su, marka. Yüzünde acının yorgun çizgileri ve bir halkı güldürmenin kibri. 

 

Cumartesi, Şubat 19, 2022

Münakaşa

Bir süredir popüler kültür ikonlarımız rejime muhalefet ediyor ve durum, sosyal medyada farklı türlerden tepkilerle karşılanıyor. Konuşulmayan (haliyle tartışılmayan) herhangi bir şeyin popüler olma ihtimali yok... Popüler olan herhangi bir şeyin iktidar eliyle kontrol edilmeye çalışılması da işin doğasında var... Popüler kültür bir mücadele alanı olduğu için kaçma-kurtulma ile bastırma-sansürleme arasında salınır durur. Siyasi iktidarın müdahalelerine dikkat kesilirsek, nasıl bir mücadele verildiği daha iyi anlaşılabilir... İşlerin üreticilerini cezalandırmak, korkutmak, madden ödüllendirmek, profesyonel bir yakınlık kurmak veya tam tersi, bile isteye yok saymak vs vs...

Popülist iktidarlar, demokrasilere inanmadıkları için, kendisiyle hemfikir olmayan vatandaşları muhalif, ahlak dışı, din dışı, millet dışı gösterirler. Böylesi bir siyasi iklimde popüler olanı beğenmek ya da beğenmemek de doğal olarak siyasi bir angajmana-tercihe dönüşür. Ya bizdensinizdir ya da onlardan... Popülizm toplumsal yarılmalardan beslenir, o sebeple beğenilen ya da beğenilmeyen bir şarkı, bir film, bir başka şey, asla sadece o olamayacak kadar başkalaşır. Her şeyden önce tartışmanın biçimini etkiler bu durum... Siz o şarkıyı beğenerek bir şey olursunuz, beğenmezseniz başka bir şey...Tartışmanın biçimi, zihniyetimizi, dünyayı algılama biçimimizi etkiler ve ne dersek diyelim bizi "ya sev ya terket"e getirir.  

Daha da ilginci "ya sev ya terket"i normalleştirir ve hemen herkes, dolaylı ve dolaysız, dünyaya bu düzlemde bakmaya başlar, daimi bir savunma, sürekli bir mevzi belirleme ve reddiye hali bütün bir gündelik hayatı dönüştürür. Dünyaya savunma ve saldırma olarak baktığınızda siz ve sizin gibiler kahraman, sizin gibi olmayanlarsa düşman olurlar-sayılırlar. Olup bitenin farkına bile varmazsınız, çünkü tartışma hali sizi ya savunmaya ya da saldırıya götürür, bitimsiz bir teyakkuz halinde yaşarsınız. Basite indirgediğim sanılmasın, tek tek bireyler, kanaat önderleri, medya, kurumlar, partiler bu iyi-kötü dualizmini mantığını koruyarak o denli çoğaltırlar ki, bir bakarız, etrafımız kimilerini ilk kez duyduğumuz, hatta ciddiye almadığımız düşmanlarla dolmuş, say say bitmiyorlar...

Çok değil, bir iki hafta önce, Sezen Aksu tartışıldı, taraflara baktığınızda beğenen ya da beğenmeyenler yoktu sadece... Mesela, Aksu'nun "Yetmez ama Evet'çi" olduğu söylendi, hatırlatıldı. Popüler kültür tartışmasında hakikatın ne olduğunun zerre önemi yoktur. Aksu, sahiden öyle midir, o anayasanın kabulünde etkisi ne kadar olmuştur veya bütün o "yetmez ama evetçiler", sayıca ne kadardır, ne kadarlık güçleri vardır, işte MHP o gün hayır demişti, bugün iktidarın ortağı filan demenin ya da irdelemenin, bir sağlama yapmanın filan pek bir manası olduğu söylenemez. Çünkü kimse diyaloğa girmek istemez, enikonu kestirip atar. Tartışmanın ve düşünce biçiminin doğası gereği bunların hepsi gereksizdir. Düşman figürü, tartışmayı önemsizleştirir. Ah vah ettiğim ya da doğru olanı işaret ettiğim düşünülmesin. Popüler kültürde herhangi bir tartışma ancak ve ancak bu şekilde yaşanır demek istiyorum. 

Bugün bir iki arkadaşımla konuştum, Tarkan'ın son çıkan şarkısı için getirilen eleştirilerde de benzer bir eğilim var, ona kızıyorlardı. İşte şarkı çok vasat, Tarkan bunca yıl hiç mi kendini geliştiremez veya Türkçe tahrif ediliyor, dilimiz bozuluyor vesaire deniyormuş... E bu eleştiricilerin "düşmanları" da cehalet, kitle kültürü, dili bozuklar filan... Nasıl birileri liberal deyince gözü dönüyorsa bir başkası da da "geçcek" sözüne ve o ritme delleniyor.

Bu kadar çok insanı ilgilendiren ve herkesin söz söyleyebileceği basitlikte gelişen (bu yüzden popüler olan) bir tartışmada uzlaşı olamaz. Çok düşmanlı, çok kutuplu, iyilerin ve kötülerin cirit attığı bir "kaos" izleriz, hoş, izleriz dediğimize bakmayın, hep bir elden çoğaltırız... 

Popüler kültür tartışmaları,  her gördüğüne mükemmel veya berbat diyenlerin kavgasıdır. 

Cuma, Şubat 18, 2022

Bence güzel hikaye

“Sene 1942 ya da 43’tü, Ankara’da bir sergi açmamız icap ediyordu. Ama gel de bir salon bul bulalım, dedim bir arkadaşa. O zamanlar birçok okuryazarın uğrak yeri olan Kutlu Kahvesi’nde… Nerede açalım diye düşünüp duruyorduk. Arkadaş: Uzağa gitmeye ne lüzum var… İşte bu kahvede açın, dedi. Kahvenin üstüde yemek yeniyordu. Hoş bir yerdi.  Bir gece yarısı müşteriler dağıldıktan sonra kolları sıvamış, sabah gün doğarken resimler asılmış, sergi açılmış demekti. İlk günler sergide pek alışveriş olmadı ama münakaşalar gırla, kahveye gelenler, yukarıdaki salonda yemeğe çıkanlar ister istemez resimden konuşuyorlardı. (…) Öğleye doğru Kutlu’da üç talebe, birkaç arkadaş, arpacı kumrusu gibi düşünüp duruyorduk… Otomobillerden birisinden İnönü çıkmaz mı? (…) İnönü sergimize gelmişti.”

[Bedri Rahmi Eyüboğlu, (Bray, Mayıs 1943), Dost Dost içinde, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 167-168.]

 

Salı, Şubat 15, 2022

Devr-i Contürk’ün fırçası

Cem, devr-i Contürk’ün fırçası. Hukuki esasiye, müstebitler, Leon Kahon, Çırçır ve Horhor yangınları, Asya-yı Vustâ haritaları, uşakla eşek arası kulağı kıllı Aksaray külhanları, fanilası yamalı devlet adamları; iffet, din ve izdivaç meseleleri; riyalı, hasetli, kasıtlı toplantılar. Naci’yi okuyan Fatih, Fikret’i okuyan Şişli... Oysa Cem muhitlerin, cumbaların ve apartımanların istihza iğnesi. 

Derler ki Devr-i Cumhuriyet’te dargın düşüp bırakmış çizmeyi. Kayıt düşmeli: Namık Kemal hükümete dargındı, Akif’le Fikret cemiyete. Zaman oldu Namık Kemal memleketten, Fikret’le Akif cemiyetten ümitlerini kestiler. Cem, epiküryendi, başka türlü bir dargınlık cephesi.

Pazar, Şubat 13, 2022

Popüler kültür hakkında

Popüler kültür üreticileri, hele çok satanlar, hitap ettikleri kitlenin nabzına veya arzularına göre bilerek, planlayarak üretmezler. Genellikle ürettikleri şeylere izleyicileri kadar inanır, inandıkları şeyleri anlatır, öyle üretirler. Ne demek istediğimi anlamak için çok uzun süre yaşamış popüler kahramanlara ve onların anlatılarına bakın derim… Globalleşmiş bir popüler örüntü, ilk çıkış yıllarında, orijininde diyelim, ırkçı veya anti-komünist unsurlar içermiştir örneğin, bugünden bakarak şaşırırsınız, ayıplar, küçümsersiniz, oysa o çıkış yıllarında, ülke iklimi, popüler kültürün nefes alıp verdiği aura, ırkçı ve anti-komünisttir. Yok yere, öyle bir tavra dahil olmamış, o normalliğin sınırları içinde yayımlanmış, ancak o şekilde popüler olabilmiştir. 

Zaman ve popüler kamusallık, popüler kültürün asal belirleyenidir, o popüler ürün, zamanı yakalıyorsa, aktüel olabiliyorsa yaşar, aktüel kalabiliyorsa daha çok yaşar. Zaman değişir, geçmişte kullanılan ve normal sayılan ifade ve eğilimler değişebilir, yanlış bulunabilir. Günümüzün popüler kültür ürünleri, illa kendilerini açıklamak durumunda kalırlarsa, siyasi angajmanlarla değil, geniş bir insancıllık kavramsallaştırmasıyla konuşurlar. Bu insancıllığın içine hoşgörü, yardımseverlik, dostluk, paylaşma, özveri gibi şeyler katılır. Bütün uzun ömürlü kahramanlar da bu yöne evrilen bir süreç geçirir, ırkçılıktan, sağcılıktan, emperyal kibirden, homofobiden, şovenizmden uzaklaşarak siyaseten doğrucu bir yönseme içine girerler.

Popüler kültür, çoğunluk değerleriyle yaşar, bu bakımdan esas itibarıyla pragmatiktir. Genel olarak genç ve liberter eğilimlere ilişkin farkındalıkları olan üreticilere sahiptirler. Üreticiler, gençlikleriyle zamanı yakalar, şimdiki zaman farkındalıklarıyla demode kalan ve ahlakçı-kontrolcü sağ zihniyete karşı yeni görünürler. Popüler kültür, siyasi iktidarların tanzim ve denetleme endişesiyle müdahil olduğu bir alandır. O müdahaleler, popüler olanı yeni ve muhalif de gösterir. Hal bu olunca, baştan sona “klişe” olan ve duran bir örüntü veya o örüntünün üreticileri, yaşanan zamana özgü deveranlarla yeni, bambaşka, çığır açıcı ve radikal sayılabilir. 

[Popüler kültür yüksek lisans dersi için aldığım notlardan, en az on yıl önce yazmışım.]

Cuma, Şubat 11, 2022

Ülkü Tamer, Larry Yuma'ya Karşı



Ülkü Tamer’in Yaşamak Hatırlamaktır başlıklı anı kitabını okuyorum (YKY, 3.Baskı, 2004). Rahat okunan, iyimser bir kitap. [Milliyet Çocuk ile ilgili anılarını, ilginç bulduğum ayrıntıları paylaşacağım.]

Tamer, Milliyet Yayınlarından aldığı teklifle yayınevinin başına geçiyor, çok geçmeden çocuk dergisini yeniden çıkartmaya soyunuyor. Dergi, daha önce gazetenin ilavesi olarak çıkmış, ilgi görünce bağımsız olarak yayımlanmış ve süreç içerisinde düşen satışları nedeniyle kapatılmış. Bugünle kıyaslamak gerekirse dergi kapandığında 5,ooo satıyormuş. Tamer, çocuk dergisinin yetişkinler için nasıl hazırlanıyorsa-çıkıyorsa aynen öyle yayınlanması gerektiğini düşünmüş, dergiyi de öyle biçimlendirmiş (…) Hazırlıklar sürerken tiraj kaybettiği için kapanan derginin editörü-yöneticisi Cemal Hoşgör ile konuşuyor. Hoşgör, Ülkü Tamer’in görüşlerine katılmıyor ve bu türden bir çocuk dergisi olamayacağını savunuyor; sonunda anlaşır gibi görünüyorlar ama Hoşgör ekliyor: [Bir İngiliz çizgi romanını kastederek] “Örümcek Adam’ı mutlaka koyalım. Çocuklar en çok onu seviyor”.   

Ülkü Tamer, Hoşgör’ün yanıldığını anlatmak için bir parantez açıyor “Bir süre sonra derginin eski okurları arasında yaptırdığımız bir soruşturma, Örümcek Adam’ın en sevilmeyen dizi olduğunu ortaya çıkaracaktı”. Hoşgör ile anlaşamıyorlar, Ülkü Tamer kafasındaki dergiyi çıkartabilmek için nasıl uğraş verdiğini göstermek için anlatıyor bunu. Hoşgör, çizgi roman ağırlıklı bir dergi düşünüyor ve öyle bir maket hazırlıyor: “Çocuklar böyle dergi istiyor”

 Ülkü Tamer, çok açık, çizgi romanı sevmiyor, çizgi roman önerenlere “peki ama biz de çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışmazsak, kim yapacak bunu” diyor. Dergi çıktığında, hayal kırıklığına uğruyor ve  en sevilen köşe Larry Yuma çizgi romanı oluyor. Ülkü Tamer, kendi deyişiyle yılmıyor, altı ay sonra yapılan yeni soruşturma (anket) sonuçları karşısında kendi deyişiyle “nerdeyse hüngür hüngür ağlayacak” gibi oluyor. Larry Yuma altıncılığa düşmüş çünkü.  

Anı kitaplarının tipik hikâyeleştirme biçimi: hep eşik noktaları var, hep bir şeylere rağmen başarılar kazanılıyor. Ülkü Tamer de satışlarının nasıl arttığından bahsederken karşılaştığı güçlükleri sıralıyor, bir başarı hikâyesi anlatıyor.  

Larry Yuma altıncılığa düşünce, başlangıçtaki kadar ilgi görmez olunca şöyle bir şey çıkıyor sanki, çocuklar çizgi roman okumayı bırakmışlar veya Milliyet Çocuk çizgi romanı kaldırmış ya da azaltmış. Değil elbette. Hiçbiri olmadı, Milliyet Çocuk, çizgi romansız varolmadı, olamazdı da.

 Çizgi romana gösterilen ilgi karşısında kendini kötü hisseden birinin çizgi roman yayımlıyor olması nasıl bir ıstıraptır kim bilir? Hem, o çizgi romanları okuyarak büyüyen çocuklar için üzülmemek elde değil (!?)  

Ülkü Tamer, çizgi romanı bir yozlaşma noktası olarak gördüğü o yılları tekrar düşünürse, kültür adamlarının tek boyutlu ve mutlak çizgi roman sevmezliğini hatırlayacak, etrafındaki insanların, çevresinin anlattığı kadar kendisine karşı çıkmadığını, aksine çizgi roman sevmezliği nedeniyle desteklendiğini sanıyorum kabul edecektir. 

 [Yazıyı, 2006’ta yazmışım]

Perşembe, Şubat 10, 2022

Büyük Resim


Sıklıkla duyuyoruz, birileri bir şeyi anlatırken ya da anlatılmış bir şeyi sosyal medyada paylaşırken bir büyük resimden söz ediyor.

Büyük resmi görmek isteyenler filan...

Romalılar, şimdi, şuracıkta açıklıyorum ki... Büyük resim diye bir şey yok... İnanmayın, çok resim var ama büyük resim filan yok. Öyle bir bakınca, bir seferde, pat diye anlaşılmıyor gerçek...Elinle koymuş gibi bulamıyorsun, şaşırıyor, emin olamıyor, tekrar tekrar düşünüyorsun, hatta bir tane de değil a canım... 

Çarşamba, Şubat 09, 2022

Beş yıl önce

Beş yıl olmuş, akıp giden beş yıl… Beş yıl önce pek çok akademisyen arkadaşım, demokratik haklarını kullanarak rejimi eleştirdiler, bunu yaptıkları için bütün özlük hakları ellerinden alınarak üniversiteden atıldılar, aynı akıbeti onlara destek verenlerden de yaşayan oldu. Bu beş yıl nasıl geçti, ancak çekenler bilir. Beş yıl önce “ileride bu yapılanlar mutlaka ama mutlaka utanarak anlatılacak. Şunu da biliyorum, yanlış yapmadık, haksızlıklar yapıldığını söylemeye, doğru bildiğimizi yinelemeye devam edeceğiz. Çalışarak ve yan yana durarak, dayanışma içinde üreterek, bu akılsız ve kalpsiz zamanı atlatacağız” diye yazmışım.

O gün biliyorlardı, bugün de biliyorlar, evet, herkes haksızlık yapıldığının farkında, ihraç edilen herkesin görevine mutlaka geri döneceğini, tüm özlük haklarını geri alacağını filan… hepsini gün gibi biliyorlar... Üstelik, tarih sayısız vesikayla dolu, her türlü haksız ihracın nasıl sonuçlandığını birer birer resmediyor.

Devleti birileri temsil eder, bu onların devlet olduğunu göstermez. Türkiye'yi Erdal İnönü de yönetti, Kenan Evren de. Dünyaya farklı bakan, emreden ya da rica eden insanlardan söz ediyorum. Kendini devletle özdeşleştirerek, yapıp edip devlet gücünün arkasına saklananları eleştiririz, eleştirmeliyiz, demokratik hakkımızdır. İtiraz hakkı bu yüzden vardır. Yanlış yapıldığını, haksızlık edildiğini düşünen her vatandaş bu nedenle mahkemeye gider.

Mahkemeler oldu, işsiz bırakılan, yurt dışına çıkış yasağı getirilen, başka işlerde çalışmaları engellenen her arkadaşımız tek tek beraat etti, görevlerine geri dönecekler, e bekliyoruz, insanların hayatlarından gaspedilen o beş yılın, belki altı yedi yılın bedeli neyle nasıl ölçülecek? O kadar çok kahreden hikaye var ki, ateş düştüğü yeri yakıyor…

Siyasetle meşbu biri olmadım, dünyaya intikam hissiyle bakmamaya çalışırım, kolay değil ama her defasında sınıyorum kendimi, ne ki, benim istemem veya kendimi sakınmam ile ilgili bir durum değil bu… İyi biliyorum, bu kadar değerli insanın çektiği eziyet, çektirenlerin yanına kalmayacak…hep birlikte şahit olacağız.

Salı, Şubat 08, 2022

Zamana yenilmek

Mıstık karikatürü... İşte vatandaş, pahalılıktan boğulmak üzere, indirimli ürünler satan tanzim satış mağazaları yardımıyla bir şemsiye açabilmiş... Ellili yıllarda çizilmiş. Şimdiki gibi "zincir mağazalar" büyük sermayeyle perakende satış yapan yerler yok...varsa da tek tük... 

Mıstık faydaları olduğuna inanarak bir yorum yapmış, kapitalizme ve hükümete karşı mahalle esnafı dememiş, romantize etmemiş. Ferhan Şensoy, "Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı" demişti, onu da dememiş... Yaşadığı zaman için rasyonel bir orta sınıf tercihini esprileştirmiş.

Bugün reklam sanılabilirdi...

Tivitırda görmüştüm, bir eskort, "beni bim'den alamazsınız" yazmış ya da yazdığı farzedilerek bir espri yapılmıştı, onun ağzından bir başkası yazmıştı, hani ben ucuz değilim gibi... Bu türden marketler, "yeni düzende" on yıl yaşamıyorlar, bim de unutulacak ve o espri, zamana yenilecek, ileride anlaşılmaz olacak... 

Karikatürü gören bir genç arkadaş, "tanzim satış nedir" dedi, onun gibi bir espri yani.

Pazar, Şubat 06, 2022

Sakal Tesellisi

Sakal kesmek ne ki Venedikli Barbaro, bilmiyorsun, nasıl bir vecize oldun bilmiyorsun...
 

Cuma, Şubat 04, 2022

Takım elbise

Mahkeme fotoğrafı, ünlü kabadayı Dündar Kılıç, savunmasını veriyor. Kılıç'ın hapisteyken Yılmaz Güney'i etkilediği söylenir ya da onun Güney'den solculuğu öğrendiği filan...İpe sapa gelmez yakıştırmalar... "Son Kabadayı" gibi adlandırmalarla romantize edilen kanun koyuculardan biri diyip geçelim... 

Hacettepeli bir aileden geldiğim için, evde konuşulurdu, babamın mahalleden arkadaşları anlatırdı, Kılıç, Hacettepeli Kabadayı Mehmet'in yanında racon kesen delikanlılardan, Altındağlı Kürt Cemali'yi öldürenlerden  biri, kanlılarından korkarak, o sebeple İstanbul'a kaçıyor-taşınıyor. Cinayet o yılların Türkiye'sinde geniş yer tutuyor, Haldun Taner, Keşanlı Ali'yi, Kürt Cemali ve Altındağ'dan ilhamla yazıyor filan...

Fotoğraf takım elbiseden dolayı ilgimi çekti, mahkemeler, düğünler, görücüler, ricalar... herkesi bir hizaya çekiyor,  ahali, itibar göreyim, sözüm dinlensin diye cila çekiyor kendine...

Bacısının arkasından baktı diye oğlanın birinin kulağını kesen, hakkaten sırf baktı diye çat diye kökünden kesen, bunun için hesap vermeyen ve "devlet" gibi yaşayan Dündar Kılıç, hükmün hakimde olduğunu bilerek "efendi efendi" konuşuyor. 

Kol düğmeleri ve arkada abilerini izleyen diğer kopuklar...

Salı, Şubat 01, 2022

Bize özgü bir çizgi romandan söz edebiliriz ama...

Sıradan bir okur çizgi bant, karikatür bant, resimli roman, çizgi roman, mangayı kendi türsel dinamikleri içerisinde nasıl ayırt edebilir? Türler arasındaki muğlak sınırları siz nasıl tanımlar, okursunuz?

Sıradan bir okur bence bu ayrımlarla ilgilenmez, okuduğu hoşuna gidiyorsa, okuyor ve arkasını getiriyor, takip ediyor. Ama temel ayırt edici şeylerden biri görsel olarak çizginin komikliği ya da fotoğraf ölçüsünde reele yakın olması olabilir. Karikatürize işler, daha çocuksu ve sevimli görünüyor, reel işlerse daha yetişkin… Tabii ki nasıl göründüklerinden söz ediyoruz, aslolan anlatılan hikâyelerdir, “sertliği” ve “okur yaşını” hikâyeler belirler.

Yok eğer, tanım istiyorsanız, çizgi roman, karikatürden çıkma bir biçim, birkaç kare (panel) ile anlatılan bantlar, onun ilk örnekleri… ki biz bunlara bant karikatür diyoruz. Mizahi niteliği nedeniyle ilk orijinal adı comics…Sonra tür olarak mizahın dışına çıkınca o işlere bant (strip) denmeye başlıyor, bant biçimde gazetelerde alt alta, yan yana kullanılıyorlar, çizgi işlerin yayımlandığı köşeleri-sayfaları oluyor filan. Comics, Amerika’dan dünyaya yayıldıkça, dahil olduğu her kültürde farklı isimler alıyor. Bizde sinema romanı, resimle roman ve resimli roman isimleri kullanılıyor. Yaygın olarak kullanılan resimli roman adlandırması 1970’lerden sonra yerini çizgi romana bırakıyor. Grafik roman ise daha yakın tarihli bir adlandırma, çizgi romanı özellikle ebedi türlere yakınlaştıran bir yenilik…Amerika’da comics’ten graphic novel’a geçen bir evre var, oysa biz daha ilk günden comics’e isim verirken roman tamlamasını kullanmışız.

Tematik olarak çizgi romanları nasıl sınıflandırabiliriz?

Diğer anlatı türlerinde nasılsa çizgi romanda da benzer ayrımlar mevcut. Ha şu söylenebilir, genel olarak çizgi romanın çocuklara yönelik olduğu düşünülür(dü), o sebeple yetişkinlere yönelik olup olmaması veya çocuklara uygunluğu belirleyici bir kıstastı. Bugün, kitapçılarda her çizgi roman aynı yerde durmuyor…

Üst kültür- alt kültür, popüler -estetik karşıtlığında çizgi romanın alımlanışı okur ve eleştirmenler özelinde sizce tarihsel olarak nasıl konumlanır? Çizgi roman edebiyatı ve estetiğinden söz edilebilir mi?

İki soru var, çizgi romanın genel olarak çocuksu, kolay anlaşılır, tekrar eden klişelere ve düalizme dayanan bir yapısı vardır. Böyle olunca tecimsel ve basit bulunur. Çocuklar, kanarak ve inanarak okuduğu için hikâyeye kapılırlar ve bir eleştirel mesafeyle değerlendirmezler diyelim. Tabii ki çizgi roman edebiyatı var, hepsi de basit ve klişelerle anlatılmıyor, hatta o klişeleri ve basitliği kullanarak başka bir noktaya varıyorlar. Hele ki, son otuz yılda üretilen grafik romanlar, çizgi romanı başka bir merhaleye yükseltti. Büyük edebiyat ödüllerini kazandılar, listelerine girdiler, eskisinden daha fazla dikkat çekiyorlar.

Türkiye’de Çizgi Roman kitabınızda çizgi roman okurluğunuzdan bahsediyorsunuz ama çocuk yazını ve çocukluk bağlamında biz de soralım, çizgi roman okurluğunuz nasıl başladı? Bu alanda çalışmaya başladığınızda türü alımlama biçimleriniz ve okuma pratikleriniz nasıl değişti?

Her çocuk gibi başladı aslında, iyi bir okurdum, sonra çizgi roman senaristi olmaya karar verdim, 16 yaşında yazdığım senaryolar çizgi roman olarak çizildi. Tabii ki gerisi gelmedi, ailemden de destek görmedim, teşvik edilmedim demek istiyorum. Üniversite yıllarında çizgi romanla ilgili bir kitap yazmaya karar verdim, aklımda türe itibar kazandırmak vardı. Sonra asistan oldum, el yordamıyla gidiyordum, akademide disipline oldum. Türkiye’de çizgi roman benim ilk kitabımdır ama yazdığımda üniversite öğrencisiydim, popüler kültür kuramı bakımından zayıftır ama bir döküm ve ilk olması hasebiyle enerjik bir çalışmadır. Bugün yazsam çok daha başka türlü yazarım…

Tanzimat Dönemi bağlamında Türkçe romanın doğuşunda gazete ve dergiler kültürel aktarım ve okuma kültürü bağlamında tefrika pratiğiyle önemli bir işlev yükleniyorlar. Çizgi roman söz konusu olduğunda türle tanış olma hâlimizde tefrika usulü bir yayın pratiğinden de söz edebilir miyiz? Çizgi roman dergilerine dair gözlemleriniz neler?

Çizgi roman, gazetelerde doğan bir anlatım biçimi, orada serpiliyor, kendi dergilerini bulması çok uzun zaman alıyor. Bizde de durum farklı değil. Gazete ve derginin telif olarak farkı var. Bizde dergiler ancak 1960’lı yıllardan sonra ülkenin gelişimine paralel olarak çok satabiliyor. Gazetelerse her zaman çok satıyor ve çizgi roman gibi tefrikalara yüksek telif ödeyebiliyor. İyi telif ödedikleri için de bizim en önemli çizgi romanlarımız ilk kez gazetelerde yayımlanırlar. Abdülcanbaz, Karaoğlan, Tarkan hemen akla gelenler. Dergiler o kadar satmadığı için özgün üretimleri karşılayacak telifler ödeyemiyorlar. Çizgi roman üreticileri gazetelerde toplaşıyor bu sebeple. 60’lardan sonra, gazetelerimiz milyon satışlara ulaşınca çizgili dergiler de üretmeye başlıyorlar, Gırgır böyle bir imkânla çıkıyor. Yani, bizde çizgi romanlar gazete okuruna yönelik üretiliyor, e bu ne demek, Amerika’da ya da Avrupa’da olduğu gibi çocuklara yönelik üretimlerimiz hiç olamıyor. Çocuklara yönelik ihtiyacı yabancı çizgi romanlar karşılıyor diyelim.

Kitabınızda Türkiye özelinde çizgi romanların tarihsel seyrinin izini sürerken kültürel alımlama, yeniden yazım, adaptasyon ve özgün metinler bağlamında metin çeşitlemelerinden hareketle türü dönemselleştiriyorsunuz. Bu dönemlendirmeyi açar mısınız biraz?

Doğrusu en çok siyasi tarih etkisiyle bir dönemselleştirmeye başvurmuştum, bugün olsa yayın mecrasını ve onun tarihini, teknolojilerini izleyerek bir ayrım yapmaya çalışırdım. Siyasetin etkisini yok saymasam da başka bir odağım olurdu demek istiyorum. 1960’dan önce yüz bin satan gazetemiz yok gibi bir şey, buna uygun matbaa bile yok, üstelik dağıtamıyorsunuz. İstanbul gazeteleri birkaç gün sonra taşrada okunabiliyor. E basamıyor ve dağıtamıyorsanız, birim maliyeti düşüremezsiniz, ucuza satamazsınız demek bu…Yoksa elbette ki sekülerizm ve milliyetçilik çizgi romanımızı epeyce etkiliyor, her zaman modernliğin savunusunu yapıyorlar. Otuzlu yıllarda Amerikan çizgi romanlarının Türkleştirilmesinde veya 27 Mayıs sonrası sol milliyetçi rüzgârda tür epeyce faal ve pragmatik biçimde kullanılıyor.

Çizgi roman ve manga okurluğunun uluslararası alanda kazandığı ivme son zamanlarda dikkat çekiyor. Tarihsel olarak ülkemizde de zaman zaman tür popüler olmuş. Yeniden yazım ve adaptasyonlar odağında çizgi romanların bir dönem bir kültürel aktarım aracı işlevi yüklendiğini söylemek dahi mümkün. Yerli ve milli çizgi roman denemeleri de var. Estetik yönü, aksiyonu, özgün/taklit çizgisi ya da birçok şey konuşulabilir ama sizce bize özgü bir çizgi roman mümkün mü? Çalışmalarınızda söz konusu denemelerden bahsediyorsunuz ama bir de Çocuk Yazını okurları için hangilerini anmak istersiniz? Belki çizerlerden de söz edebilirsiniz.

Bize özgü bir çizgi romandan söz edebiliriz ama bu, çocuklara yönelik bir şey değil. Bizim çizgi romanımız genel olarak komik çizgili, underground eğilimli, argoyu bilen, sosyal hayata muhalefet eden anlatılardan oluşuyor. Gırgır etkisinde bir yoğunlaşmadan söz etmemiz gerekiyor yani. Mizah dergilerimiz çeyrek asra yakın bir süre her hafta toplamda beş yüz binin üzerinde satıyordu ve bu dergiler aynı zamanda çizgi roman mecralarıydı. Gırgır öncesinde çıkmış ve popüler olmuş tarihi çizgi romanlarımız yok değil ama hemen hepsi uzun ömürlerine rağmen yayın serüvenleri gazetelerle sınırlı olan, sayılı dergi serüvenleri yaşayan çalışmalar. Ben, estetik ve edebi farklılık olarak özgün işlerimizin İlban Ertem, Engin Ergönültaş, Suat Gönülay gibi isimlerle Oğuz Aral sonrası dönemde çıktığını düşünüyorum. Onların üretimlerinin hikâye olarak hâlen bir değerleri var bana kalırsa…

Okurluk ediminde gündelik hayattan kaçış, bir sığınma alanı olarak değil de güç ve iktidar ilişkisi bağlamında politik bir alanda hesaplaşmaların temsili gibi farklı okuma pratiklerine açılabilecek çizgi romanlardan söz edebilir miyiz? Alternatif bir direniş olarak da türü yorumlamak mümkün mü?

Bunun en iyi örnekleri grafik romanlardan çıkıyor demek gerekiyor. Çizgi romanlar, geleneksel anlamda bir kahramanın, daha ziyade muktedir bir erkeğin kötülere galebe çalmasını anlatır. Kıyametvari finalleri vardır, bağırarak konuşan, ünlem işaretli cümleler kuran tiplemeleri izleriz. Ne dersek diyelim, serüven edebiyatının içinde dolanan anlatılardır bunlar. Grafik romansa, tam da bu mantığa tepkidir, insani bir mesele anlatır, otobiyografik nitelikler, aile tarihi, zaaflar, yenilgiler resmedilir.  Grafik romanda endüstriyel kodlar, her şeye gücü yeten kahramanlar ya da klişe bir düalizm yoktur. Çoksatar kitap olmak, bir mantığı gerektirir, içeriği ta baştan belirler, satar ya da satmaz o ayrı bir şeydir. Grafik romanlar bu bakımdan bir tepkidir ve zaten o refleks, edebi bir dilin taşıyıcısı olmayı gerektirir.

Türk ve dünya klasiklerinin çizgi romana uyarlandığı bir akım da mevcut. Estetik özerklik ve çizgi roman estetiği özelinde bu örnekler nasıl değerlendirilebilir?

Yakın döneme kadar uyarlamalar için nitelikli demek yanlış olurdu, iyi senaristlerin ve iyi çizerlerin elinden çıkmıyordu. Uyarlanan romanın isminin sattıracağı düşünülüyordu, ayrıca bir maharet aranmıyordu. Çizgi romanlar gazete bayiilerinden çıkıp kitabevlerine girdiğinden, oranın bir parçası olduğundan beri mecraya uygun uyarlamalar yapılıyor demek gerekiyor. Diğer yandan çizgi romanın edebiyatı ve asıl yüksek sanatı sevdirmeye yarayan bir aracı/bir araç gibi görülmesinden hoşlanmıyorum. Çizgi roman başka bir tür ve evet, edebiyat değil, yanlış da anlaşılıyor, sinemaya da benzetilir, hayır o da değil. Ardışıklığı, görsel dili ve kurgusu, anlatım biçimiyle başka imkânları olan yenilikçi bir anlatım türü.

Son olarak Çocuk Yazını’nın bu dosyasında sorduğu temel soruyu size yöneltelim, çizgi roman çocuk edebiyatının nesi olur? Çocuğa göre çizgi romanı ayırt eden özellikler sizce var mı?

Çizgi roman, çocuk edebiyatının akrabasıdır diyeceğim ama bence en çok bir yol arkadaşı olabilir, coşkun enerjisi, yakınlık kuran esprili dili ve serüvenci doğasıyla meydan okumayı öğreten geveze bir hempadır.

Çocuk Yazını ile konuştuk...

link

Related Posts with Thumbnails