Pazartesi, Haziran 22, 2020

Meltem Rüzgarı Gibi


Meltem Rüzgarı Gibi'nin kendi içinde tutarlı ama bağlamın dışına çıkıldığında (hani birine anlatmaya kalktığınızda)  "saçma" olan bir hikaye mantığı var, bakmayın tabii, "pulp" dediğimiz şey tam da buralardan doğar ve gelişir. İnanarak yazanı oluyor, kanarak okuyanı...

Kadir (İnanır) ile Hülya (Darcan) bir sahil kenarında tanışıp kısa sürede (birkaç sayfada) evleniyorlar. E evlilik bu kadar erken olursa, melodram o dengenin bozulacağını müjdeler bize... Hülya'nın takıntısı büyük şehirden kaçmak, oralardan uzakta yaşamak filan... Kadir, işlerini yoluna koymak üzere İstanbul'a gidince melodramın şahane ve pembe dengesi tarumar oluyor. Kadir'in dönüşü gecikince Hülya kocasının peşinden İstanbul'a geliyor ve -buraya dikkat- kendini Hülya'nın kızkardeşi Rüya olarak tanıtıp -biz daha niye demeden- Kadir kardeşimizi baştan çıkarıyor. Öyle ki, Kadir, Hülya'dan boşanacak raddeye geliyor, hislerini anlatmak üzere karısının yanına, aşkın başladığı yere geri gidiyor ve çok şükür ki, pembe düzen yeniden tesis ediliyor. Moda deyişle, olaylar olaylar...

Ne ilginç derseniz, hikayenin kendine inanan zekası ilginç. Yetmişli yılların gündelikliği içinde kadın erkek ilişkileri, flörtözlük ve eğlence hayatına dair romantik yakınlıklar ilginç. Bir de ağdalı büyük laflar tabii... Kadir, Hülya'ya şöyle diyor: " Ev haliyle Hülya, cemiyet haliyle Rüya olmanı istiyorum" Cevap güzel: "Olmaz öyle şey. Ben neysem oyum. Değişemem."

Melodramın zaferi, erkeğin (sevgilinin) kadının istediği yönde değişim geçirmesidir. Kadının fendi.. oluyor yani

4 yorum:

sefa sofuoglu dedi ki...

Fotoromanın kapağı olarak neden fotoğraf değil de illüstrasyon tercih edilmiş, ilginç geldi doğrusu. ::

Beyda'nın Kitaplığı dedi ki...

Bunun benzer filmi Tarık Akan ve Filiz Akın'ın vardı. Emine oluyor Mine. Buna inanan erkeğe ne demeli onu da bilmiyorum. İkiziymiş vs. Çocukluk dönemlerimde severek izlediğim ama sonrasında saçma bulduğum bir filmdi. Bu da aynen onun gibi.

Levent Cantek dedi ki...

Unknown'a... Döneme özgü bir gazetecilik alışkanlığı denebilir buna, resmin fotoğraftan daha çok kullanıldığı bir dönemden gelen patron ve yöneticiler, ilüstrasyonun daha "güzel" ve "dikkat çekici" olduğunu düşünüyorlar... Malum, "gazete ressamları" gazetelerin en yüksek maaş alan isimleri o yıllarda...Onları da çalıştırıyorlar. Bir de tabii, sinemaya öykünüyor fotoromanlar, oradaki afiş mantığını taklit ediyorlar...

Levent Cantek dedi ki...

Beyda'nın Kitaplığına... Bir arkadaşım söyledi, o yıllarda yayımlanan bir İtalyan fotoromanında da buna benzer bir reçete kullanılmış, öyle hatırlıyor. Demek ki o yıllarda ilginç geliyormuş melodram "yazarlarına"...

Related Posts with Thumbnails