Sevindirici bir gelişme, grafik romanın itibarlı isimlerinden Seth,
önemli bir çalışmasıyla, ilk kez Türkçede çünkü. Seth, bizde hiç tanınmadığı
için, kısaca özgeçmişinden söz edelim. Asıl adıyla Gregory Gallant, 1962’de
Kanada’da doğuyor. 1980’de Toronto’da bir sanat okuluna gidiyor ve sonraları
kabul ettiği üzere tuhaf ve punkvari bir tercihle, kendi deyişiyle Cher ve
Madonna’yı çağrıştıran biçimde, Seth imzasını kullanmaya başlıyor. 1988’ten
itibaren Kanada dergilerinde çalışmalarıyla görünür oluyor. Bu dönemde
Torontolu çizerler Chester Brown ve Joe Matt’le olan arkadaşlıkları onu
etkiliyor ve otobiyografik nitelikli bir çizgi roman yapma fikriyle, 1991’de,
türün saygın yayınevi Drawn&Quarterly’den, ünlü çalışması Palookaville’in
ilk sayısını çıkarıyor. Palookaville, Seth’in dünyayla, geçmişle, merak ve
takıntılarıyla, aşk ve hayal kırıklıklarıyla ilgili oldukça kişisel hikayeler
içeren dergisi. İlk sayısı nisan ayında, ikincisi eylülde, üçüncüsü neredeyse
iki yıl sonra, Haziran 1993’te yayımlanabiliyor; yalnızca zaman aralığı değil,
sayfa sayısı da değişkenlik gösteriyor: ilk sayı 26, üçüncü sayı 64 sayfa
örneğin. Mütevazı baskılarla çıkan, uzun bir zamana yayılan, sabır ve
süreklilikle başarı kazanan bir yayın Palookaville. Yakın bir zaman önce bizde
yayımlanan Güçsüz Düşmezsen Hayat Güzeldir (It’s a Good Life, If You
Don’t Weaken) isimli albüm ise, 1996’da çıkıyor. Serinin 4 ile 9. sayısı
arasında yayımlanan bölümlerden oluşan albüm, hem Palookaville’in hem de
kendisinin popülerleşmesini sağlıyor.
Seth, oldukça naif ve iyimser, içe dönük, sınırlı sayıda insanla
konuşan ve uyumsuz biri olarak resmediyor kendisini. Çocukluğunu, eski
kitapları, sevdiği karikatürleri, çizgi bantları konuşmayı seviyor.
Nostaljikliğini, yaşanan zamana dahil olamadığını, dönüp dolaşıp geçmişi
konuştuğunu gösteriyor bize. Söyleşilerinde Crumb’ın underground anlatımından, Tenten ve Peanuts’ın
dünya kurma maharetinden, Roland Coe’nun çizgilerinden, Frank Capra
filmlerinden, Alice Munro’nun kısa hikayelerinden etkilendiğini söylüyor.
Yirmili yaşlarında J. D. Salinger ve Woody Allen’ı, Japon edebiyatından Mişima
ve Kavabata’yı hayranlık ölçüsünde dikkatle incelediğini anlatıyor. Güçsüz
Düşmezsen Hayat Güzeldir, Seth’in çalışmalarını sevdiği, hakkında hiçbir şey
bilmediği kayıp bir karikatüristin peşine düşmesinin hikayesi. Sahaflarda eski
dergileri karıştırırken rastladığı bir kitapla başlıyor her şey. Kitabı evirip
çevirirken ünlü New Yorker dergilerinin eski sayılarını toplamaya
başlıyor, iç sayfalardaki çizerleri hayretle incelerken buluyor kendini. Seth,
yine söyleşilerinde, çocukken New Yorker’ı hiç okumadığını, adamakıllı
bilmediğini, sonradan keşfettiğini itiraf ediyor. Derginin bugün dahi süregelen
şöhreti, edebi ve entelektüel arayışlarının yanında, çizgili sanatlara
gösterdiği ihtimamdan kaynaklanır. New Yorker, öyle bir çizgi aurası
yaratmıştır ki, Amerikan dergiciliğini etkilemiş, illüstrasyon, karikatür ve
vinyet benzeri çizgiler, her zaman ve mutlaka yoğun biçimde kullanılır
olmuştur.
Seth, New Yorker karikatüristlerinden
ilham alan, onları çok andıran çizgilere sahip. Garip bir biçimde eski değil,
“retrofitted” duruyor; buna, o tarzı yenileştiren ve yeni gösteren bir üslup
demek gerekiyor. Çizdiklerine bakarken Peter Arno, Roland Coe veya Syd Hoff
gibi çizerlerin üretimlerini anımsamamak neredeyse imkansız. Seth, biraz bu
keşfi, üzerinde yarattığı büyüyü anlatmak istemiş, bu bakımdan albüm bir
saplantı güzellemesi olarak nitelenebilir. New Yorker çizgilerini
izlerken az bilinen, hatırlanmayan Kalo isimli bir karikatüristte odaklanıyor.
Hep ondan bahsetmeye, hep onun işlerini kovalamaya başlıyor. “Bu adamdan çok
etkilendim. Tarzı beni direkt kendine çekiyor,” dediğinde, yakın arkadaşı,
“Bunun sebebini görebiliyorum, senin gibi çiziyor,” diye cevaplıyor. Kız
arkadaşı, “Kalo’yu neden bu kadar çok sevdiğini anlayamıyorum. Gösterdiğin bazı
çizerler, ondan çok daha iyi. Mesela şu Arno denen adam,” derken, Seth’in
Kalo’yla arasında kurduğu psikolojik özdeşleşmeyi fark edemiyor. Seth için Kalo
sadece bir çizer değil, onu ararken unutulmuş, değer verilmemiş, kaybolmuş
birine karşı yakınlık duyuyor. Çok açık biçimde onu kendine benzetiyor.
Kalo’nun gizemi, bilinmezliği onu cezbediyor; üstelik bu cazibe, nostalji
tutkusunun bir parçası. Geçmişin silinmesinden, eski dünyanın ve sürekliliğin
kaybolmasından hoşlanmıyor Seth, eski bir binaya, plaklara, dergilere,
esprilere, tekerlemelere onları yaşatma tutkusuyla sarılıyor. Kalo’yu
geçmişinin bir parçasıymış gibi aramaya başlıyor ve araştırdıkça, duyduğu
sempatiyi artıran ayrıntılarla karşılaşıyor. Seth’in çocukken yaşadığı evin
birkaç sokak ilerisinde ömrünü geçirmiş bir “hemşerisi” çıkıyor Kalo. Tatlı bir
bölüm var, bir “flâneur” gibi gezinerek Kalo’yu ararken, sokaktaki gençler onu
–arkaik giyiminden dolayı– Dick Tracy ve Clark Kent’e benzeterek laf atıyorlar.
Seth, “insanlardan nefret ediyorum. Nereye gidersen git… Bu tiplerle
karşılaşıyorsun. Agresif, sataşan, bela arayan… Bir insan neden yoldan geçmekte
olan, tamamen yabancı birini rahatsız etmeye çalışır ki?” diye başlıyor, sonra da
böylesi tiplere lafı oturtacak hazırcevap bir kişiliği olmadığına hayıflanıyor.
Çizgi romanlardaki insanların her zaman verecek güzel bir cevabı olur diyerek
yine geçmişe ve sevdiği şeylere sığınıyor.
Seth’in cazibesi, patetik ve saplantılı olduğunu bilmesinde
yatıyor. Aktüelliğini yitirmiş ya da çok tüketilerek eskimiş esprileri
kullanıyor ve bunların artık komik olmadığını bize hissettiriyor. Hüzünlü bir
ironi bu. Erkek kardeşinin benzer esprilerinin hiç komik olmadığını söylerken
oldukça cevval halbuki. Başkalarına karşı kendini koruma amaçlı bir beğenmezlik
haline hemen başvuruyor. Punklar gibi toplumu ve rekabetçi siyaseti suçlamakla
birlikte tepkisel ve estetik bir çirkinlikten haz almaya kalkmıyor.
Bireycilikte bitimsiz özgürlüğü bulan, an’ı yaşayan bir “cool”luğu yok. Aksine,
iştahla sahiplendiği, iyi insanı arayan nostaljik tutumu, bugünle, toplumla,
popüler olanla bağını kopartıyor. Bugüne ilişkin umursamazlığını, sosyal
ilişkilerindeki kayıtsızlığını “geçmiş” söz konusu olduğunda rafa kaldırıyor ve
buradan hareketle kendisini dış dünyadan “kurtaran” veya “koruyan” farklı bir
narsizm kuruyor. Mesele, Kalo’nun biyografisini çıkarmak değil o yüzden.
Şimdiki zamanla hesaplaşan, koleksiyonculuğa, geçip giden tarihe gömülen başka
türden bir savunma ve hazcılık bu. Seth’in sevimli çizgileri var, iyicil bir
hikaye anlatıcısı ama bana kalırsa çarpıcılığı en çok bu hazcılıkta kendini
gösteriyor. Bu, sahaflarda gezinen bir yenilik zira. Seth’le tanışın.
Sabit Fikir, Nisan 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder