Az okunma meselesini konuşmaya gerek yok. Bu işe
girdiğimizde öğrendiğimiz bir sorun değildi. Babalarımızın çocukluğunda da bu
sorun vardı. Herkes bu gerçeğe göre davranmak zorunda. Sorunuza tam cevap olur
mu bilmiyorum. Kişisel olarak ben Serüven’de çizgi romana farklı açılardan yaklaşılsın,
Türkiye’deki genel çizgi roman algısının dışına çıkılsın, yeni isimler çizgi
roman hakkında yorumlar yapsın, örneğin genç akademisyenler-edebiyatçılar alana
ilgi göstersin istiyorum. Popüler nitelikleri olan bir dergi yapmak gibi bir
niyetim hiç olmadı. İlginç olan şey ise şu: Serüven birçok çizgi romandan çok
sattı, dokuz aydır yeni bir sayısı çıkmamasına rağmen halen de satıyor. Oysa böyle olmamalı, Serüven’in satış
rakamları normal aslında da çok bilinen çizgi romanlar az satıyorlar o garip.
Bunu gerçekten şaşırdığım için söylüyorum. Demek ki sadece koleksiyoncular için
dergi çıkartılmayacak, dar cemaatlerin kendi aralarında yaptıkları
muhabbetlerin dışına taşınması gerekiyor çizgi romanın. Sorunuza dönersek böyle
bir ortama dergi çıkartmak bir tarafıyla kışkırtıcı tabii. Benim dışımda hiç
kimse - eski yayıncımız Raşit Çavaş, yakın arkadaşlarım, çoğu yazarımız da buna
dâhildir- Serüven’in yaşayabileceğine-satabileceğine inanmadı.
Serüven geniş ve birikimli bir yazar kadrosuna sahip, hiç
“koca koca adamlar oturup çizgi roman okuyoruz, başka işimiz mi yok” diyor musunuz
kendinize…
Bana diyenler oluyor, akademisyenim, kendi adıma başka
alanlarda çok daha verimli olabileceğim ortadayken çizgi romanla uğraşıyor
olmamı mantıksız bulan birçok arkadaşım ve hocam var. Çünkü yaptığım işlerin
kabul gören bir akademik niteliği yok. Çizgi roman camiasında kimseler işin bu
tarafını bilmiyor ama akademik bir mücadele de veriyorum…
Çizgi roman hobinizdi, ama bu dergi başka zorunluluklar
getirdi acaba ara sıra hobinizden sıkılıyor musunuz?
Elbette sıkılıyorum. Bir tür deformasyon yaşıyorum
aslında. Yerli çizgicilerin tamamını
izliyorum. Gazeteler, dergiler, genç çizerler, eskiler-yeniler hepsini izlemek
zorunda hissediyorum. Bu bazen bunaltıcı oluyor. Şu türü sevmem, bu adam bana
küfrediyor, bu adam yeteneksiz, bu çizgi estetik değil buna bakmayayım
diyemiyorsunuz. Yaptığım işe duyduğum saygı gereği her şeyi, bazen çok kötü
anlatılmış-çok kötü çizilmiş çizgi romanları okumak zorunda kalıyorum. O
zamanlar kendimi kötü hissediyorum. Bu iş nereye kadar gidecek diye düşündüğüm
oluyor. Yabancı yayınlar konusunda ise daha seçiciyim, istediğimi okuyorum…
Türkiye’de şu sıralar nedense fumetti rüzgârıdır
gidiyor, arada bir-iki comics çıkıyor, yenilerde Strip dergisi, Ümit Kaptan, Komiser
Nevzat gibi yerli çizgi romanlar çıkıyor. Ama bunlar güçlü bir gelenek
oluşturamıyor, yaşatamıyor, sizce Türkiye’de çizgi romanın gelişmesi için ne
yapılması gerekiyor?
Bir reçetem yok. Ama gördüğüm şu: Türkiye’de çizgi roman
konuşulmuyor. Bir itibar sorunu var. Tersten bakalım: İnternetteki çizgi roman
mecralarını izlerseniz Komiser Nevzat’ın konuşulmadığını görürsünüz. Oysa geçen
yıl Ekim ayında çıkmasına rağmen yılın en çok satan çizgi romanı oldu. Çünkü
kitap dünyasında itibarlı bir yazarın, Ahmet Ümit’in imzası vardı. Oysa aynı
mecralarda uğruna kavgalar edilen, “klasik” sayılan çizgi romanlar ise bütün
hararetlerine rağmen satmıyorlar. Sayısız kez yazdım: Nostalji tükenmenin-yok
olmanın göstergesidir. Sokağı ve zamanı yakalamak zorunda çizgi roman.
Eskiden Özcan Eralp, Sezgin Burak, Suat Yalaz gibi çizerlerimiz
yurt dışında çizgi roman yaparlardı, şimdilerde mk perker, Yıldıray Çınar, Nadir
Balan v.b. çizerlerimiz yurt dışına çalışıyor. Özellikle de Amerika’ya,
Türk çizerlerin yurt dışına çizmesini de bir beyin göçü olarak
değerlendirebilir miyiz? Bu Türk çizgi romanına bir şey katar mı?
Beyin/bilek göçü olarak değerlendirilemez, ayrıca ortada göç
olarak nitelenebilecek bir çokluk yok, sayılı örnekler bunlar. Çizer olmak
isteyen, dil bilen, yeteneği olan her insan endüstrinin olduğu yere doğru gider.
Ellili yıllardan beri çizerlerimiz yurt dışına çıkarlar. Ne yaptıklarına, nasıl
çalıştıklarına dikkat etmek gerekiyor. Büyükçe çoğunluğu ucuz işçilik yaptı bu insanların,
küçük yayınevlerinde düşük teliflerle işleri yayınlandı. Erotik-pornografik
çizgi romanlar yaptılar. Geçim sıkıntısıyla yapılan işlerin Türkiye’de çizgi
romana bir şey katabileceğini söylemek saçmadır. Sırf yurt dışında çizmiş oldukları için
onlara önem atfetmek ise yanlış olur. Tek tek isimlerden söz etmiyorum, bir
genelleme yapıyorum.
Hâlâ Karaoğlan, Hızırbey, Yüzbaşı Volkan, Delibalta gibi
eski artık klasikleşmiş Türk çizgi romanları yeniden basılıyor, eski çizgi
romanları hâlâ raflarda görmek Türk çizgi romanına bir şey katar mı
Katmak derken bir değer biçerek sorduğunuzu düşündüm,
yanlış da anlamış olabilirim. Bu soruyu bir üretici ya da bir yayıncı
cevaplandırsa daha iyi olur. Benim alana ilişkin mesafem geleceği
şekillendirecek yorumlarda bulunmakla ilgili değil. En azından asıl amacım bu değil. Sorunuzda
ismen geçen vakt-i zamanında yayınlanmış ve her biri kendi ölçülerinde ilgi
görmüş yerli çizgi romanların tamamını okudum, biri hakkında kitap yazdım.
Onları değerlendirirken birçok ölçüte bakarım ama temel olarak onları
yayınlandıkları ve ilgi gördükleri tarihsel ve sosyo-ekonomik koşullar içinde
yorumlamayı tercih ederim. Koleksiyoncu-çizgi roman satıcısı (sahaf) ekseniyle
ilgili konuşmaktansa bu eksene yönelik yayın kılavuzları hazırlamak, Serüven’de
yaptığımız gibi listeler çıkartmak daha uygun bence.
[Söyleşiyi 2006 yılında Hayal Saati için Ahmet Yüksel'le yapmışız. O yıllarda çıkardığım Serüven'le ilgili sorular. Görsel de 2006 Kış sayısının kapağı. Ozan Küçükusta çizmişti.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder